Yalçın Doğan

‘Seçim 17 Temmuz 2011’de’

26 Mart 2010
MADEM ki, TV programında reklamlar için ara veriliyor, o arada biz sohbete dalıyoruz.

Sohbetten çok speküle edilen seçim tarihi ile ilgili bir haber çıkıyor. Bugünden yarına bakıldığında bir tahmin. Ama, haber birinci elden.

Önceki akşam Kanal 24’te Mustafa Karaalioğlu’nun sunduğu tartışma programı. Prof. Dr. Serap Yazıcı, AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ ile birlikte biz iki gazeteci Avni Gürel ve benim katıldığım bir program. Konu anayasa taslağı.

Bekir Bozdağ normal olarak taslağı savunuyor. Eleştirilere rağmen, Prof. Yazıcı ile Avni taslaktan yana. Ben karşıyım, 3’e karşı 1, durum bu.

Buna rağmen, gerilim yok. Uygar bir ortam.

Yazının Devamını Oku

Bilgi edinme hikâyesi

25 Mart 2010
YASA var, bilgi edinme hakkı yasası, ben o haktan yararlanarak, şu konuda bilgi istiyorum.<br><br>“Olmaz, bilgi istediğiniz konu idari soruşturmada, veremeyiz.”

Yasa var, bilgi edinme hakkı yasası, ben o haktan yararlanarak, öteki konuda bilgi istiyorum.

“Olmaz, bilgi istediğiniz konu özel hayatı ilgilendiriyor, veremeyiz.”

Ne zaman kritik konularda bilgi edinme hakkından yararlanmak isteyen biri çıksa, o yasanın bilgi vermeyi sınırlayan maddeleri acele devreye giriyor.

Kaderin cilvesi, sınırlamalar hep kritik konulara rastlıyor. Çerden çöpten konularda, sorun yok. Bilgi şakır şakır akıyor.

Yazının Devamını Oku

‘İşçiler bir arada’ madde 90 yok

24 Mart 2010
SALONDA Avrupa işçi sendikaları temsilcileri ağırlıkta.

2008 Nisan ayı, Brüksel. Kürsüde Tayyip Erdoğan:

“Sendikal özgürlükleri kısıtlayan yasaları bir an önce değiştireceğiz.”

İki yıl aradan sonra, önceki gün İstanbul’da Avrupalı sendikacılar:

“Sizin Başbakanınız bize söz verdi, ama tutmadı.”

Bu tepkiyi dinleyenler arasında, hükümetin iki bakanı var, AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış ile Çalışma Bakanı Ömer Dinçer.

Kimsenin dikkatini pek çekmiyor ama, İstanbul Avrupalı sendikacıların akınına uğramış vaziyette. İstanbul’da Avrupa’nın dev sendikaları ile birlikte, DİSK, Türk-İş ve Hak-İşin katıldığı, iki yıldır süren bir proje değerlendiriliyor. “İşçiler Bir Arada” başlığı taşıyan proje, AB’de ve Türkiye’deki sendikal hakları karşılaştırıyor.

Karşılaştırma iktidarın Anayasa değişikliği paketini açıkladığı güne rastlıyor. Talihsiz rastlantı. Nedeni şöyle.

ÖRGÜTLENME YİNE ZOR

Yazının Devamını Oku

Referandumun nafile havucu

23 Mart 2010
SENDİKACILAR özel bir toplantıda Devlet Bakanı Ali Babacan’a soruyor:

“Sizden önceki hükümetler memurlara grev ve toplu sözleşme hakkı tanıyan Avrupa Sosyal Şartı’na şerh koydu, madem AB sürecindeyiz, şimdi siz bu şerhi kaldıracak mısınız?”

Babacan kestirip atıyor:

“Hayır, kaldırmayacağız.”

Babacan’ın dediği dün çıkıyor. İktidarın hazırladığı Anayasa değişiklik paketinde memurlara toplu sözleşme hakkı tanınıyor, ancak grev hakkı yine yok.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) memurlara grev hakkı tanınmadığı için, Türkiye’yi kara listeye alıyor. Çalışma hayatı açısından demokratik olmayan Uganda, Kenya, Nijerya gibi, dünyanın en geri ülkeleriyle birlikte yine kara listedeyiz. Değişiklik paketi Türkiye’yi yine o listede tutuyor.

HANİ LAZIM OLURSA

Değişiklik taslağında memurlara toplu sözleşme hakkı tanınması, ilk anda ileri bir hamle gibi.

Oysa, yaptırımı yani grev hakkı yoksa, toplu sözleşme pek işe yaramıyor. Hatta, dolaylı olarak grevi yasaklıyor. Buna rağmen, iktidar bu değişikliği neden yapmak ihtiyacı hissediyor?

Yazının Devamını Oku

Ermeni Anıtı’na Orman Bakanı çözümü

20 Mart 2010
‘TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin haysiyetini korumak için, aksine talimatları yoksa, bugün saat 14.00’teki THY uçağıyla Ankara’ya dönüyorum.’ Diplomasi tarihimizin bu ünlü telgrafı altında dönemin Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık imzası var.
Yıl 1972. Fransa, Lyon’da soykırımı simgeleyen Ermeni Anıtı açılmasına izin veriyor. Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen, Fransa Ermenilere verdiği sözden geri dönmüyor.
Anıt açılınca, Hasan Esat Işık Ankara’ya bu telgrafı gönderiyor. O dönemde Dışişleri Bakanı Haluk Bayülken. Telgrafı ilk gören, o sırada mesleğinin ilk basamaklarında özel kalem müdürü olarak görev yapan, emekli büyükelçi Yalım Eralp.
Eralp, telgrafı bakana götürüyor. “Türkiye Cumhuriyeti’nin haysiyetini korumak için” diye başlayan bir telgrafa bakanın yapacağı bir şey yok.
Daha sonra Ecevit hükümetinde Milli Savunma Bakanı olarak görev alacak olan Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık o gün 14.00 uçağı ile Türkiye’ye dönüyor.
NEŞENİZ BİLİR
Bu olayın patlak verdiği 1972, Türkiye’de 12 Mart faşist darbe dönemi. Seçilmiş değil, darbeciler tarafından atanmış bir hükümet işbaşında.
Türkiye iki yıl süreyle Paris’e büyükelçi göndermiyor. Fransa ile ilişkiler nane vaziyetinde.
Büyükelçi göndermemek, Paris’ten başlayarak Türkiye’yi Avrupa’da yalnızlığa itiyor. İlk tepkide haklı, ama sonrasında diplomatik yollar var. Sen sadece büyükelçini çek ve bekle, olmuyor, yürümüyor.
İki yıl sonra Ankara girişimde bulunarak, Paris’e büyükelçi göndereceğini bildiriyor. Fransa Dışişleri Bakanı şöyle cevaplıyor:
“Neşeniz bilir, nasıl isterseniz”.
AĞAÇ DİKELİM
Bu söze istediğimiz kadar kızalım, durum bu, adamların umursadığı filan yok.
Bizim neşemiz yerine geliyor, büyükelçi göndermekte kararlıyız. Ama, o anıt bizi rahatsız ediyor.
Bakan Haluk Bayülken Fransız meslektaşına öneriyor:
“Anıtın önüne bir ağaç dikelim”.
Hani, anıt görünmesin, diye. Fransız Bakan fırsatı kaçırmıyor:
“O zaman bizim Orman Bakanı ile görüşeceksiniz.”
Küstahlık mı, terbiyesizlik mi, densizlik mi, boşverin bunları. Sen büyükelçini çekmişsin, çekmemişsin, yeniden yollayacakmışsın, adamların umurunda olmuyor. İşte, tarihi örnek.
Ben büyükelçimi çektim, diye sen içerde istediğin gibi böbürlen, iç politikada belki biraz satışı olabilir ama, kısa ömürlü bir satış.  Oysa, dışarıda millet seninle dalga geçiyor, senin gradon düşüyor.
Tarihten ders almak diye, sözüm ona bir kural var ya, alınır alınmaz bilemem, ama işte ders alınacak bir örnek.
KANAYAN YARA
Dış politika işte böyle bir şey. Ermenistan ile protokol imzalıyoruz. Protokolü Ermenistan deliyor, mızıkan taraf olarak tescil edileceği sırada, diaspora harekete geçiyor, bazı ülkelerin meclislerinde soykırım yasasını kabul ettiriyor, derken müthiş bir gaf ortalığı iyice dağıtıyor:
“Türkiye’de çalışan yüz bin Ermeni’yi yurtdışına sürerim”.
Türkiye benzer bir olayı 1964’te yaşıyor. Kıbrıs’ta Türklerin öldürülmesi üzerine, iktidardaki CHP-AP Koalisyonu Türkiye’deki Rumları sınır dışı ediyor.
Aradan neredeyse elli yıl geçiyor, o hâlâ kanayan yara, bir türlü kapanmıyor.
Bu gibi durumlarda biraz pratik tarih bilgisine ihtiyaç var. Dinleyen olursa elbette.
Yazının Devamını Oku

Geçici 15 şerefine ‘Türkiyem Türkiyem’

19 Mart 2010
CİNSEL organa elektrik verilirken, her yer o şarkıyla çınlıyor, “Türkiyem, Türkiyem cennetim/ Benim Eşsiz Milletim”. Seslendiren Müşerref Akay.

Filistin askısına asılmışken, falakaya yatırılmışken, sopaya çekilirken, soğuk basınçlı su sıkılırken, tekme-tokat dövülürken, işkencenin her türlüsü sırasında aynı şarkı, “Türkiyem, Türkiyem cennetim...”

12 Eylül askeri darbe dönemi. Burası Metris Askeri Cezaevi.
Sadece işkence sırasında değil. Günlük rutin olarak, askeri cezaevinin marşı gibi, sabahın köründe tutuklular ve göz altındakiler daha kalkmadan başlıyor bu şarkı. İtiş-kakış, bin türlü tekme ve küfür arasında tuvalete giderken, dönerken, avluda, gün boyu koğuşta, hapisaneye akşam inerken, gece uyumaya çalışırken hep aynı şarkı çalınıyor. Şarkı şarkı olmaktan çıkıyor, işkenceye dönüşüyor.

12 Eylül’de Metris askeri cezaevinde yatanlar aylarca bu şarkıyı dinlemek zorunda kalıyor. Hep bu şarkı dinletiliyor, vatan aşkına.
Vietnam’ı anlatan filmlerden birinde, Vietnamlılara bomba yağdıran  Amerikalı generalin, insanlar ölürken bütün savaş alanına hep aynı şarkıyı dinletmesi gibi.

Yazının Devamını Oku

Bahçeli’den Erdoğan’a selam olsun

18 Mart 2010
SON yıllarda akılda belki en çok kalacak siyasi çıkışını yapıyor MHP lideri Devlet Bahçeli.

Hakkındaki yolsuzluk iddiaları üzerine, Adana’nın MHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’ın partisinden istifasını istiyor. Bu irade, Bahçeli’ye geniş bir alan kazandırıyor.

İktidar partisi ile bağlantılı yolsuzluk iddiaları karşısında, Tayyip Erdoğan’ı bu yönde zorlamak. Artık bu hakkı var.

İktidara gelirken. Erdoğan yolsuzlukla mücadele edeceğine söz veriyor. Hatta, “biz üç Y ile mücadele edeceğiz” diyerek, bunu formüle bağlıyor. Üç Y, yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların kaldırılması ile mücadele.

ÜÇ (Y) KUŞ OLDU

İktidara gelirken, meydanlarda bu sözü vermek kolay. İktidara geldikten sonra, bu sözünü ne kadar tutuyor?

Mecliste bazı milletvekillerine ilişkin yolsuzluk iddiaları içeren dosyalar var. O dosyaların açılması için, dokunulmazlıkların kaldırılması gerek. Erdoğan başlangıçta buna da söz veriyor, dönün Meclise bakın, şekil 1 A’da görüldüğü gibi, dokunulmazlık ve yolsuzluk iddiası ile ilgili tek bir dosya açılmış değil. Çünkü, o iddiaların bir bölümü iktidar partisi milletvekilleri ile ilgili.

Ne oldu üç Y?

Uçtu uçtu, kuş oldu.

Yazının Devamını Oku

Karantinaya aldırmam, buz gibi konuşurum

17 Mart 2010
ŞU anda gazetecilik açısından en ses getirecek kişi kim? Kendisiyle röportaj yapılması açısından kim?

Dünyaya kan kusturan, kimsenin bulamadığı terörist Bin Ladin mi? Keşke bir fırsat yakalasam ve Bin Ladin ile röportaj yapsam.


Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy mi? Türklerden nefret eden Sarkozy’i yakalayıp, onu sıkıştırsam, AB’den Ermeni tasarısına, Fransa’da yaşayan Müslümanlarla ilişkilerine kadar sorular sorsam.


Son Oscar’ı kazanan oyuncular mı? Son Nobel fizik ödülünü kazanan bilim adamı mı? Çin Başbakanı, Amerikan Başkanı, Libya lideri, yamyam kabilesinin şefi mi?


Bunların hepsiyle röportaj yapmak isterim. İstediğim soruları rahatça sormak, gelen yanıtlar üzerine ek sorularla röportajı sürdürmek isterim.

Ben herkesle konuşurum, en aykırı insanlarla konuşurum, çünkü ben gazeteciyim.

Yazının Devamını Oku