Sohbetten çok speküle edilen seçim tarihi ile ilgili bir haber çıkıyor. Bugünden yarına bakıldığında bir tahmin. Ama, haber birinci elden.
Önceki akşam Kanal 24’te Mustafa Karaalioğlu’nun sunduğu tartışma programı. Prof. Dr. Serap Yazıcı, AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ ile birlikte biz iki gazeteci Avni Gürel ve benim katıldığım bir program. Konu anayasa taslağı.
Bekir Bozdağ normal olarak taslağı savunuyor. Eleştirilere rağmen, Prof. Yazıcı ile Avni taslaktan yana. Ben karşıyım, 3’e karşı 1, durum bu.
Buna rağmen, gerilim yok. Uygar bir ortam.
Yasa var, bilgi edinme hakkı yasası, ben o haktan yararlanarak, öteki konuda bilgi istiyorum.
“Olmaz, bilgi istediğiniz konu özel hayatı ilgilendiriyor, veremeyiz.”
Ne zaman kritik konularda bilgi edinme hakkından yararlanmak isteyen biri çıksa, o yasanın bilgi vermeyi sınırlayan maddeleri acele devreye giriyor.
Kaderin cilvesi, sınırlamalar hep kritik konulara rastlıyor. Çerden çöpten konularda, sorun yok. Bilgi şakır şakır akıyor.
2008 Nisan ayı, Brüksel. Kürsüde Tayyip Erdoğan:
“Sendikal özgürlükleri kısıtlayan yasaları bir an önce değiştireceğiz.”
İki yıl aradan sonra, önceki gün İstanbul’da Avrupalı sendikacılar:
“Sizin Başbakanınız bize söz verdi, ama tutmadı.”
Bu tepkiyi dinleyenler arasında, hükümetin iki bakanı var, AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış ile Çalışma Bakanı Ömer Dinçer.
Kimsenin dikkatini pek çekmiyor ama, İstanbul Avrupalı sendikacıların akınına uğramış vaziyette. İstanbul’da Avrupa’nın dev sendikaları ile birlikte, DİSK, Türk-İş ve Hak-İşin katıldığı, iki yıldır süren bir proje değerlendiriliyor. “İşçiler Bir Arada” başlığı taşıyan proje, AB’de ve Türkiye’deki sendikal hakları karşılaştırıyor.
Karşılaştırma iktidarın Anayasa değişikliği paketini açıkladığı güne rastlıyor. Talihsiz rastlantı. Nedeni şöyle.
ÖRGÜTLENME YİNE ZOR
“Sizden önceki hükümetler memurlara grev ve toplu sözleşme hakkı tanıyan Avrupa Sosyal Şartı’na şerh koydu, madem AB sürecindeyiz, şimdi siz bu şerhi kaldıracak mısınız?”
Babacan kestirip atıyor:
“Hayır, kaldırmayacağız.”
Babacan’ın dediği dün çıkıyor. İktidarın hazırladığı Anayasa değişiklik paketinde memurlara toplu sözleşme hakkı tanınıyor, ancak grev hakkı yine yok.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) memurlara grev hakkı tanınmadığı için, Türkiye’yi kara listeye alıyor. Çalışma hayatı açısından demokratik olmayan Uganda, Kenya, Nijerya gibi, dünyanın en geri ülkeleriyle birlikte yine kara listedeyiz. Değişiklik paketi Türkiye’yi yine o listede tutuyor.
HANİ LAZIM OLURSA
Değişiklik taslağında memurlara toplu sözleşme hakkı tanınması, ilk anda ileri bir hamle gibi.
Oysa, yaptırımı yani grev hakkı yoksa, toplu sözleşme pek işe yaramıyor. Hatta, dolaylı olarak grevi yasaklıyor. Buna rağmen, iktidar bu değişikliği neden yapmak ihtiyacı hissediyor?
Filistin askısına asılmışken, falakaya yatırılmışken, sopaya çekilirken, soğuk basınçlı su sıkılırken, tekme-tokat dövülürken, işkencenin her türlüsü sırasında aynı şarkı, “Türkiyem, Türkiyem cennetim...”
12 Eylül askeri darbe dönemi. Burası Metris Askeri Cezaevi.
Sadece işkence sırasında değil. Günlük rutin olarak, askeri cezaevinin marşı gibi, sabahın köründe tutuklular ve göz altındakiler daha kalkmadan başlıyor bu şarkı. İtiş-kakış, bin türlü tekme ve küfür arasında tuvalete giderken, dönerken, avluda, gün boyu koğuşta, hapisaneye akşam inerken, gece uyumaya çalışırken hep aynı şarkı çalınıyor. Şarkı şarkı olmaktan çıkıyor, işkenceye dönüşüyor.
12 Eylül’de Metris askeri cezaevinde yatanlar aylarca bu şarkıyı dinlemek zorunda kalıyor. Hep bu şarkı dinletiliyor, vatan aşkına.
Vietnam’ı anlatan filmlerden birinde, Vietnamlılara bomba yağdıran Amerikalı generalin, insanlar ölürken bütün savaş alanına hep aynı şarkıyı dinletmesi gibi.
Hakkındaki yolsuzluk iddiaları üzerine, Adana’nın MHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’ın partisinden istifasını istiyor. Bu irade, Bahçeli’ye geniş bir alan kazandırıyor.
İktidar partisi ile bağlantılı yolsuzluk iddiaları karşısında, Tayyip Erdoğan’ı bu yönde zorlamak. Artık bu hakkı var.
İktidara gelirken. Erdoğan yolsuzlukla mücadele edeceğine söz veriyor. Hatta, “biz üç Y ile mücadele edeceğiz” diyerek, bunu formüle bağlıyor. Üç Y, yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların kaldırılması ile mücadele.
ÜÇ (Y) KUŞ OLDU
İktidara gelirken, meydanlarda bu sözü vermek kolay. İktidara geldikten sonra, bu sözünü ne kadar tutuyor?
Mecliste bazı milletvekillerine ilişkin yolsuzluk iddiaları içeren dosyalar var. O dosyaların açılması için, dokunulmazlıkların kaldırılması gerek. Erdoğan başlangıçta buna da söz veriyor, dönün Meclise bakın, şekil 1 A’da görüldüğü gibi, dokunulmazlık ve yolsuzluk iddiası ile ilgili tek bir dosya açılmış değil. Çünkü, o iddiaların bir bölümü iktidar partisi milletvekilleri ile ilgili.
Ne oldu üç Y?
Uçtu uçtu, kuş oldu.
Dünyaya kan kusturan, kimsenin bulamadığı terörist Bin Ladin mi? Keşke bir fırsat yakalasam ve Bin Ladin ile röportaj yapsam.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy mi? Türklerden nefret eden Sarkozy’i yakalayıp, onu sıkıştırsam, AB’den Ermeni tasarısına, Fransa’da yaşayan Müslümanlarla ilişkilerine kadar sorular sorsam.
Son Oscar’ı kazanan oyuncular mı? Son Nobel fizik ödülünü kazanan bilim adamı mı? Çin Başbakanı, Amerikan Başkanı, Libya lideri, yamyam kabilesinin şefi mi?
Bunların hepsiyle röportaj yapmak isterim. İstediğim soruları rahatça sormak, gelen yanıtlar üzerine ek sorularla röportajı sürdürmek isterim.
Ben herkesle konuşurum, en aykırı insanlarla konuşurum, çünkü ben gazeteciyim.