Biraz Ergenekon, ama daha çok bugünkü iktidar sayesinde Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile sıkı bir tanışıklık yaşıyoruz. Son aylarda HSYK günlük hayatımızın parçası haline geliyor. Yatıyoruz HSYK, kalkıyoruz HSYK.
Belki bazı başka hukuk kavramları da öyle. Ucundan kıyısından, bize bir yararı olsa da, olmasa da, en azından bu ülkede yaşanan cümbüşü anlamaya çalışmak adına, bu kavramlara aşinalık doğuyor. Aslında iyi oluyor.
Bu kavram ve kurumların hayatımıza girmesinde, o kavram ve kurumlarla ilgili insanların verdikleri bilgilerin rolü büyük.
Örneğin, HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek kamu oyunu her fırsatta bilgi sahibi kılıyor. HSYK nedir, hukuk sisteminde yeri nasıldır, orada neler oluyor, neden oluyor, bunları net bir dille açıklıyor. Birilerinin hoşuna gitmese de, bu görevi yerine gayet iyi getiriyor.
O kadar ki, AKP-HSYK savaşı
anayasa değişikliğine kadar uzanıyor.
OLAĞAN DEĞİL
İki gündür Başbakan ve yanındakilerin söylediği hiç bir söz, hiç bir anlam ifade etmiyor. Hepsi karavana, hepsi buza yazılmış sözler.
Balyoz’da yeniden tutuklama skandalı, TRT’nin Arapça yayını, Tayyip Erdoğan’ın Doğu-Batı analizi, borsada yabancıların kazanması, Anayasa değişikliği tartışmaları v.s. ile ilgili dünkü gazete manşetlerinin hepsi kendi içinde önemli olabilir, ama hiç biri, hiç bir şey ifade etmiyor.
Hepsini geride bırakan bir haber var. Pazar günü Milliyet’te yayınlanan Soner’in intiharı. Bana göre, son ayların en önemli haberi. Gerçek Türkiye’den zalim bir haber.
HAPİS VE İLK SORU
Beğendiğiniz herhangi bir başlığı seçmek mümkün. Hepsi denk düşüyor.
Çünkü, bir dava açılıyor. Onun için, açılım toplantılarına katılan yazar-çizer takımı, sanatçılar, politikacılar, bu konuda lehte yazı yazanlar, açılıma kim destek verdiyse, tekmiline dava açacaksın ki, bir daha bu gibi abuk sabuk işlere kalkışmasınlar. Yeter ki, açılım filan olmasın.
Bu kadar saçma sapan bir ülke bulmak kolay değil. Birbirinden bu kadar habersiz bir yönetim bulmak, yine o kadar kolay değil. Ne yaptığını bilmeyen bir iktidar elinde, koca ülke beşik gibi sallanıyor.
Söylenenlerin hepsi yutuluyor, şimdi geriye dönüş başlıyor.
CHP’lilere göre, “taslaktaki imzalar arasında, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in Antalya milletvekili olarak imzası var”.
Olacak şey değil. Önce, AKP imzaya sıkışmış da, tek bir imzaya daha ihtiyacı var, gibi bir durum yok. Gereken imza sayısı 185, oysa AKP’nin 336 milletvekili var. Kaldı ki, Meclis Başkanı tarafsız, bunu bilmez mi, bir partinin bir taslağına imza atması çok abuk değil mi?
KATALOG İMZA
Mehmet Ali Şahin, “iddialar gayri ciddi, böyle metne zaten imza atmam” derken, Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu suç duyurusunda bulunacağını söyleyerek, CHP’deki listeyi “korsan metin” olarak niteliyor.
Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde, Sırp-Boşnak savaşında simgeye dönüşen bir katliam var. Filmlere, romanlara konu olan, Nazileri anımsatan Srebrenitsa katliamı. Aradan yıllar geçmesine rağmen, dumanı hala tüten, bazı sorumluları hala mahkemelerde hesap veren, büyük soykırım.
Sırbistan Parlamentosu önceki gün müthiş bir adım atıyor. Kabul ettiği yasada, her ne kadar soykırım sözü geçmiyorsa da, Srebrenitsa katliamından dolayı Bosna Hersek’ten özür diliyor. Boşnakları kesen Sırplar şimdi tarih önünde onlardan özür diliyor.
Dünyanın nereden nereye gitmekte olduğunun en çarpıcı örneklerinden biri. Bu özürden hiç geri kalmayan başka bir gerçek var. Katliamdan dolayı özür dilemenin tam ortasında Türkiye var.
TÜRKİYE’NİN AMACI
Bakanlar Kurulu’nun 20 Aralık 2004 tarih ve 2004/8278 sayılı kararı ile Deniz Feneri “kamu yararına çalışan dernekler arasında” sayılıyor.
O kadar iyi ki;
Bakanlar Kurulu’nun 12 Temmuz 2005 tarih ve 2005/9171 sayılı kararı ile Deniz Feneri Derneğine, “izin almadan yardım toplama” yetkisi veriliyor.
Bu sayma hikayesinden önce, başka bir hikaye var.
Bakanlar Kurulu Deniz Fenerini kamu yararına çalışan dernek olarak sayacağını Danıştay’a bildiriyor, öneriyor. Bu yönde karar vermeden önce.
Danıştay 28 Şubat 2003’te “Deniz Feneri kamu yararına çalışan dernek olamaz, çünkü derneğin etkinlikleri ülke çapında yararlı sonuçlar verecek nitelikte ve ölçüde değildir” gerekçesiyle, Başbakanlığın önerisini ret ediyor.
ATİLLA KART İZLİYOR
Danıştay’ın reddine rağmen, Deniz Feneri nasıl kamu yararına dernekler arasında sayılıyor?
Türk Başbakanı bu yönünü gösterdikçe, Merkel için, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine direnmesi daha kolaylaşıyor.”
Almanya’nın en yüksek tirajlı Das Bild gazetesinde dün yayınlanan bu yazı “Erdoğan gerçekten ne istiyor?” başlığını taşıyor. Yazı Erdoğan’ı tartışıyor.
“O ülkesini AB üyeliğine, modern ve demokratik bir ülkeye, İslam ile Avrupa arasında bir köprüye mi taşıyor, yoksa İran türü İslam Cumhuriyeti’ne mi dönüştürmek istiyor?”
Ve başka örnekler. İsrail politikasından bizim basında onu eleştirenlere karşı tavrına kadar, Alman Basını Erdoğan’ı hallaç pamuğu gibi atıyor.
PALAVRA HABERLER
Olay, Erdoğan’ın, “Almanya’da Türk lisesi açılsın” sözüne Merkel’in karşı çıkması ve buna Erdoğan’ın sert yanıtıyla alevleniyor.
Alman Basını Erdoğan’a ateş püskürürken, Türkiye’deki yandaş medya da, Almanlar’dan geri kalmıyor. Palavra haberler ve yakışıksız manşetlerle.
Merkel
Turizm eski bakanlarından Bahattin Yücel Savarona ile ilgili her türlü bilgiye sahip. Bakanlığı sırasında Savarona dosyasını bütünüyle görmüş. Teknenin öyküsünü iyi biliyor.
Savarona yazım üzerine Bahattin Yücel dün beni arıyor, resmi bilgiyi aktarıyor. Söylediği önemli nokta şu:
“Savarona satılamaz, çünkü 1 Haziran 1938’de Hazine adına tescil edilmiş. Belgeyi İstanbul Liman Başkanlığı vermiş, tekne devletin malı”.
Şu anda Savarona’yı işletmekte olan Kahraman Sadıkoğlu da dün arıyor, o da aynı şeyi söylüyor: