İKİ ayrı sahne. Kısa ve uzun dönemde birbiriyle bütünleşen iki sahne.
İlk sahne Çankaya Köşkü. Hafta başında Cumhurbaşkanı Gül siyasal parti liderlerini kabul ediyor. Gül ile görüşmesinde DTP lideri Ahmet Türk yakınıyor:
"Herkes bize saldırıyor, herkes bizi hedef gösteriyor, çok sıkıntıdayız. Çeşitli yerlerde fiili saldırılar var."
Gül bu yakınmayı anlayışla karşılıyor:
"Siz parti tabanını teskin edin, biz de herhangi bir kargaşa çıkmasını önlemek için, elimizden geleni yaparız. Bunu engellemek görevimiz".
Mantıklı bir diyalog.
Devlet, tüm kurumlarıyla Gül’ün dediğini yerine getiriyor. TBMM Başkanı’ndan Barolara, YÖK’ten Anayasa Mahkemesi’ne, ticaret odalarından diğer sivil toplum kuruluşlarına kadar herkes, elbirliği ile Türk-Kürt kardeşliğini vurgulayan açıklamalar yapıyor. Belli ki, bu açıklamalar, o kurumların iradesini yansıtıyor olsa bile, kendilerine iletilen hassasiyetin sonucu.
Birinci sahnede rol alanlar, görevlerini eksiksiz yerine getiriyor.
DEVRİM MUHAFIZLARI
İkinci sahne Shakespeare dramaları gibi. Bir DTP milletvekili yakınıyor:
"Milletvekili olduğuma pişmanım. Güneydoğuda on beş yaşında çocuklar bize emir vermeye kalkıyor".
DTP’linin çevresine aktardığı bu cümle, bana bir zamanlar İran’daki devrim muhafızlarını anımsatıyor. On beş, on altı yaşında tüysüz veletler kendilerini iktidar görüyor. İran’dakiler, o devirde gücünü Humeyni’ye dayandırıyor. Bizdekiler PKK’ya.
PKK çoluk çocuk aracılığıyla, DTP milletvekillerine baskı yapıyor. Onlar da, bunca terör olayına rağmen, susmak zorunda kalıyor.
Birinci ve ikinci sahne burada buluşuyor.
Halk, bu ayrıntıda olmasa bile, genel hatlarıyla, DTP gerçeğini bildiği için, DTP’ye öfkeli. Öfke, Ahmet Türk’ü ürkütüyor. Devlet de, bunun önüne geçmeye çalışıyor. Doğru olanı yapıyor.
KÖTÜ OYUN
İkinci sahnenin aktörleri, DTP ve DTP milletvekilleri rollerini kötü oynuyor. Bunun kendisi açısından somut sonucu var. DTP tabanından kopuyor, tabanını kaybediyor. Türkiye açısından ise, yakaladığı fırsatı, şansı aptalca kaçırıyor.
Güneydoğu’da on bir ilde 22 Temmuz seçim sonuçlarına bakıyorum. On bir ilde DTP 723 bin 273 oy alırken, AKP bir milyon 621 bin 318 oy alıyor. AKP, DTP’yi katlıyor, katlamanın ötesine geçiyor.
Artan terörden sonra, DTP tabanı iyice zayıflıyor.
Birinci sahnede perde inerken, roller, ışık, efekt her şey tamam. İkinci sahnede, yeni bir senaryoya ihtiyaç var. DTP bunu henüz fark etmiş değil.
Feldkamp fena çuvalladı
GEÇEN Pazar, Hakkari’de 12 askerimiz şehit ediliyor. Aynı gün Galatasaray-Ankaraspor maçı var.
Maçtan sonra TV’de Oğuz Tongsir Galatasaray Teknik Direktör Karl Heinz Feldkamp’a soruyor:
"Terör olayı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?"
Feldkamp’ın yanıtı çok tatsız:
"Bu ne biçim soru, bunun yeri değil şimdi".
Oysa, aynı gün başka yabancı teknik direktörler Türkiye’nin yasını paylaşmasını biliyor, bunu da açıkça dile getiriyor.
Feldkamp, teknik direktörlüğünü bilemem, ama genellikle "yeri olmayan tutum" içinde. Örneğin, iki yıl önce Zaman gazetesine, dikkatinizi çekiyorum Zaman gazetesine, bir yazı yazıyor. "Türk milli takımı teknik direktörünü değiştirmeli" diyor. Üstüne vazife imiş gibi.
Milli takıma karışmak "yeri", bulunduğu ülkenin acılarını paylaşmak "yeri değil".
PKK’ya ABD desteği 1993’ten beri
1984’te başlayan ve bugünlere gelen PKK terörü gibi. ABD’nin PKK’ya desteği de, yeni değil.
Bir Güneydoğu gezisinde, orgeneral rütbesindeki komutanlardan biri anlatıyor:
"Amerika’nın helikopterlerle attığı özel malzeme, yanlışlıkla bizim karakollardan birinin yanına düştü. Biz önce, bizim sandık, ama öyle bir şey beklemiyorduk, programda yoktu. ABD telaşlandı ve yanlışlık olduğunu söyledi. Sonradan öğrendik, o malzeme PKK’ya gitti".
Tarih 1993. Yani, Amerika’nın PKK’ya verdiği destek bugünün olayı değil. 1984’te başlayan PKK terörünü, Amerika sekiz, dokuz yıl sonra desteklemeye başlıyor. Son iki yıl içinde, bu destek çok daha fazla artıyor.