Yargı mı dediniz?

FARKINDA MISINIZ, adı ne olursa olsun veya konusu, ülkemizin temel kurumlarına yönelmiş bir ’yargılama süreci’ adı altında linç görüntüsü hakim son günlerde...

Klasik olacak ama, dört tarafı ateş ve düşmanla çevrili bu coğrafyada ayakta kalmasını en çok istediğimiz iki üç temel yapıdan biri olan TSK ve onun mensuplarına yönelik, taa Şemdinli davasından bu yana ’sistematik’ olarak yürütülen bir ’psikolojik savaş’ var. Kanımca bunun tek başına iç kaynaklı, siyasi bir operasyon olduğunu da açıklamak mümkün değil. Çünkü eğer öyle olsaydı derdimiz azdı, ama son birkaç yıldır öylesine işler olmaya başladı ki açıklaması mümkün değil.

Hadi Önder Sav’ın durumu ’yes veya no’ ile açıklanıyordu ama Genelkurmay Muhabere Elektronik Daire Başkanı bir generalin onca gizlilik prosedüründe dinlenebiliyor olması, bunu yapmaya muktedir yabancı güçleri size hatırlatmıyor mu? Biz bilmiyoruz ama herhalde ülkenin en üst istihbarat kurumu MİT bu konuda devletin üst kademelerine bilgi veriyordur... Ya da yorum yapıyordur...

Söyler misiniz, en üst seviyedeki askerler hakkında bu milletin gururu ve gözbebeği ’ordu’sunun prestijini kırmadan, kendi usul ve esasları çerçevesinde soruşturma ve yargılama yürütülemez miydi?

Yani eğer olduysa görevde oldukları dönemde malum basınca yapıldığı varsayılan yasaya aykırı eylemlerin kovuşturulmasını, Silahlı Kuvvetler’in başı, askeri yargı usul ve esaslarında yapılmasını hükümet ve devletin başındaki kişiler ’başkomutan’dan isteyemez miydi?

USUL ESASTAN ÖNCE GELİR

Maliyecilerin çok kullandığı bir laf vardır, ki hukuk da bunu ilke yapmıştır taaa ’Mecelle’den bu yana: ’Usul esastan önce gelir’. Yönlendirilmiş ’malum medya’ lincine fırsat vermeden, haklarında iddia olan bu zevat hakkında ’suçüstü hükümleri’ veya ’delillerin karartılması’ ihtimali mi vardı da böylesine ’avantür’ polisiye operasyonlarla gözaltına alındılar?

Bunda ne gibi kamu yararı vardır?

Yok eğer karartılacak bir delil var idiyse bir yılı aşkın bir süredir süren bu soruşturma esnasında bu yapılmamış mıdır? Bugün bir zafer kazandıklarını sananlar veya "Gördün mü generalleri bile içeri aldık" diye sevinenler varsa, kazandıkları ’pirus zaferi’nin kendilerine de faydası olmayacaktır.

SİSTEM KRİZİ

İngiliz gazete ve TV’leri bu konuya ilişkin "Türkiye süratle sistem krizine ve çöküşüne gidiyor" yorumu yapıyorlardı; buna hayır demek mümkün mü?

Korkarım ki bu süreç toplumun en çok güvendiği kurumların başında olan ’ordu’ onun mensupları üzerinde onulmaz yaralar açacaktır. Maalesef gelinen bu noktanın beraberliği olmayacaktır!

Bu sürecin sonunda mutlaka bir galip bir de mağlup olacaktır ki en kötüsü de budur.

Zira bir tarafta siyaset kurumu diğer tarafta ise ordu olacaktır!

Yargı mı dediniz? Allahaşkına son iki yıldır yargı kurumları ve yargıçları bu kadar yerle bir eden, onların prestijini hiçe sayan bir dönem yaşadı mı ülkemiz?

Onu da Olli Rehn düşünsün. Zira yargı reform taslağını ilk ona vermedik mi?

İhale Kanunu 6 yılda 16 kez değiştirildi

4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 22.1.2002 tarihinde Ecevit hükümeti döneminde (bakanlık MHP’li) çıkarıldı. Bir kez, 22.6.2002’de tarihinde değiştirildi. AKP iktidara geldi, ilk olarak 15.8.2003’te olmak üzere 26.5.5.2008 tarihine kadar tam 15 kez değiştirildi.

Bir okurumuz yapılan yasa değişikliklerini ve yayınlandığı Resmi Gazete’deki tarihlerini göndermiş; "Altı yıl içinde yapılan 16 değişiklik yetmemiş ki, bir yenisi daha yapılmak üzere... Bir iktidar İhale Kanunu ile neden bu kadar oynar? Sanırım cevabını hepimiz biliyoruz..."

CHP Sosyalist Enternasyonal’le ilişkilerini askıya almalıdır

AKP’nin soldan devşirdiği politikacılar ve yöneticileri CHP’yi muhtelif vesileler ile Sosyalist Enternasyonal’e (SE) jurnallediler. CHP’nin demokrasiyi savunmadığını, darbe yanlısı (ordu-yargı) olduğunu, dolayısı ile Sosyalist Enternasyonal’in (SE) değerlerini savunmayan bu partinin Enternasyonal’den ihraç edilmesi gerektiğini, hem kendileri iddia ettiler, hem de dışarıdan ilişki kurdukları AB politikacılarının bu yönde iddiada ve ithamda bulunmalarını sağladılar.

Aleyhteki kulislere rağmen SE, toplantıda CHP aleyhine bir karar alamadı. SE Etik Kurulu, Türkiye’ye bir heyet göndererek sözde siyasi durum ile ilgili incelemelerde bulunma kararı aldı; esas amaç tabii ki, CHP’yi gözlem altına alma!

SE Etik Kurulu, Baykal yerine, Başkan Yardımcısı olarak seçilen Talabani’nin, Devlet Başkanı olduğu Irak’a bir heyet gönderirse ’Sosyalist Enternasyonal etiğin’ nasıl uygulandığını, milyonlarca çocuk ve kadının nasıl katledildiği, nasıl ırzlarına geçildiği, petrolün nasıl emperyalistlerce yağmalandığı hususlarında kapsamlı bir rapor hazırlar ve o zaman görevini yapmış olur!

CHP, mazlum uluslararasında işgalci emperyalistlere karşı dünyada ilk anti-emperyalist Kurtuluş Savaşı’nı yapan bir siyasi geleneğin temsilcisidir. Anti-emperyalist bir mücadeleden doğmuş olan CHP’nin Genel Başkanı yerine, emperyalist işgalcilerle işbirliği yapmış bir aşiret politikacısını başkan yardımcısı olarak seçen bu kuruluş ile ilişkisini, CHP sırf bu nedenle askıya almalıdır. Mevcut durumda, bir tarafta CHP, diğer tarafta... Emperyalist işgalciler ile işbirliği yapan Talabani’yi başkan yardımcısı seçen ve CHP’yi etik kurul üzerinden kınamaya çalışan Sosyalist Enternasyonal, CHP’yi SE’ye şikayet eden AKP milletvekili devşirme eski solcu, liberal-dinci yazar, çizer koalisyonu...

SE, bu tutumu ile, anti-emperyalist ruhunu kaybettiğini açıkça ortaya koymuştur.

CHP’nin tarihsel konumu, SE’ye karşı tutumunu gözden geçirmeyi ve ilişkileri askıya almayı gerektirmektedir.

Yazarın Tüm Yazıları