Paylaş
“Tarih affetmiyor, fırsatlar bir kez daha ısrarla önümüze seriliyor. İstanbul 2010 Kültür Başkenti için iyi bir hediye olur. (İstanbul 2010’culara iyi ve haklı olduğumuz bir projeyi alın değerlendirin dedik ama (belki bilgileri olmadığından) üzerinde bile durmadılar. Y.B.)
Dünyanın sıfır noktası İstanbul... Ve zamanın başlangıç şehri İstanbul... Arap kardeşlerimiz seve seve IMT’yi (İstanbul Mean Time) kabul edeceklerdir. Mekke’de kuledeki saat İstanbul’a bağlanmalıdır. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan bu uğurda fevkalade inisiyatif kullanmalıdırlar.
İşte gerçek bir açılım ve atılım...
Tarih ve coğrafya fakültelerimiz, profesörlerimiz, hocalarımız bu kadar kayıtsız olmamalıdırlar. Gençliğimiz çalınmış, talan edilmiş tahrip edilmiş tarih safsatalarıyla iğdiş edilmemeli. Tarih yalan yazmaktadır, coğrafyamız ve topraklarımız çalınmıştır. Açılım safsatalarıyla Girit’i, Rodos’u, Limni’yi, Batı Trakya’yı, Balkanlar’ı, Musul Vilayeti’ni, Batum’u, Nahçıvan’ı önce posta gelirlerine, sonra gümrük vergilerine, sonra limanlara, sonra iki başlılık, çifte hukuk yöntemleriyle aldatıldık, kandırıldık ve buralarla vedalaşmak mecburiyetinde bırakıldık. Dövüşüp de kaybetmedik... Ütüldük...
Çalınan bir kültür hazinelerimizde İstanbul’un gerdanlığıydı. 1868’e kadar Ayasofya’nın kubbesinin hilalinden geçen ‘sıfır meridyenimiz’ ve ona bağlı dünya saatleri IMT’yi (İstanbul Mean Time) 1925’teki sahte coğrafya kongresiyle çaldılar, Greenwich’e taşıdılar.
Şimdi Suudi Kralı, Mekke’ye bir saat kulesi yapıyor ve gazete haberlerine göre IMT’ya (İslamic Mean Time) dönecekler.
Gerçek bir açılım aranıyorsa işte bunu IMT (İstanbul Mean Time) olarak zamanın başlangıcını ait olduğu yere İstanbul’a getirtebilmektir. İşe sıfırdan başlayalım derken muradımız buydu. İşte şimdi fırsat kendi kendini ortaya koydu. (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/15023731.asp)“
Başbakan “Araplarla kardeşimiz... Bir elin parmakları gibiyiz, et ve tırnak gibiyiz... Mazimiz ve istikbalimiz de bir...” diye çıkışmadan önce bu öneriyi Suudilere önerseydi, iyi olmaz mıydı?
Mehmet Akif, Arap şiirlerini niçin yazdı
EUROACTİV’de, sitenin Genel Yayın Yönetmeni Kerem Çalışkan, Başbakan Erdoğan’ın Mehmet Akif’ten okuduğu Arapça şiirleri üzerine ilginç bir analiz yapıyor. Çalışkan özetle şöyle diyor:
“Erdoğan’ın politikası için Neo-Osmanlı deniyor. Ama daha çok Neo-İttihatçı bir hava taşıyor. Erdoğan’ın sık sık şiirlerini okuduğu Mehmet Akif İttihatçıydı. Hem de İttihatçıların derin örgütü Teşkilatı Mahsusa’dandı. Arap şiirlerini bu örgütte çalışırken İttihad-ı İslam hareketi için yazmıştı. Teşkilatı Mahsusa onu Berlin’e yolladı. Akif, Almanya’nın İngilizlere karşı ilan ettiği ‘Kutsal Cihad’ içinde görev aldı. Arap çöllerinde İngiliz Casus Lawrence’a karşı Teşkilatı Mahsusa ile çalıştı.”
Akif’in Teşkilatı Mahsusa üyesi olduğu bilinir de, açık-seçik söylenmez.
Nitekim Akif, ‘Safahat’ın 1928’deki baskısından, Erdoğan’ın okuduğu Arap mısralarını çıkarmıştır. Çalışkan’ın yazısı euroactiv.com’da okunabilir.
Kırgızistan ağlarken...
KIRGIZİSTAN’da bir kardeş kavgası vardır. Türkler ister adına Kırgız ister Özbek densin dış güçlerin oyunu ile birbirine düşürülmüştür. Bu daha önce Özbekistan Türkleri ile Ahıska Türkleri arasında yaşanan Fergana olaylarına benzetilebilir. Fergana olaylarından sonra bu olayların arkasında kimlerin olduğu çok iyi bir şekilde ortaya çıktı. Burada da bir müddet sonra oyuncular ortaya çıkacaktır ama olan yine Türk’e olacaktır. Özcan PEHLİVANOĞLU
Anayasa’yı hafife almak
İDDİA edildiği üzere, ülkeyi istikrarsızlıklara (sıkıntılara) sürükleyen Anayasa Mahkemesi değil, devlet tecrübesi olmadığı için Anayasa’yı hafife almaya temayüllü iktidarlardır. Eğer iktidarlar, Anayasa’ya saygılı olurlarsa ve hadlerini bilirlerse, ülke istikrarsızlıklara sürüklenmez; bilmezlerse, Anayasa Mahkemesi’ne rağmen yine de sürükleyebilirler.
Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can: “Anayasa Mahkemesi bazı maddeleri iptal ederse, yok sayılsın” teklifi hukuk dışı (illegal) bir tekliftir. Edilemez bir teklif ile anayasal kuralı ihlal edenlere karşı, yasal olarak ne yapılmalı, isterseniz onu da Cumhuriyet savcılarına bırakalım!
Hakan HANLI
‘Gazetecilik mesleği özgür kalmalı’
GAZETECİ Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın iki yıla yaklaşan tutuklulukları, yargılanmaktan öte cezalandırılma şeklini almış bulunmaktadır. Söz konusu davaya verilen ara ile duruşmanın 10 Ağustos tarihine atılması, davanın sıradanlaşarak, gündemden düşmesi olasılığını da arttırmaktadır. Her fırsatta “gazetecilik mesleğinin yargılandığını” vurgulayan arkadaşlarımızın bu durumları insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti adına utanç vericidir.
Demokrasinin temel kurumlarından olan gazeteciliği meslek edinmiş gazetecilerin, meslektaşlarının yaşadığı bu anti demokratik ve hukuk dışı uygulamalar karşısında daha fazla sessiz kalmaya hakları yoktur. Söz konusu davanın hâkimini bile isyan ettirecek hale getiren bu davada yaşanılanların hukukla hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. Kaldı ki, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, sürekli olarak “hukuka olan bağlılıkları ile gerçeklerin açığa çıkması gerekliliğini” vurgulayarak “tutuksuz yargılanmak” isteklerini dile getirmişlerdir. Gazetecilik mesleğini, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti temelinde yapan tüm gazetecileri ve köşe yazarlarını mesleklerini özgür ve bağımsız bir şekilde yapabilmeleri adına mesleklerine sahip çıkmalıdırlar. Köşe yazarlarımız her köşe yazısının altına ‘Gazetecilik Mesleği Özgür Kalmalı’ çağrısını yazarak mesleklerine ve meslektaşlarına sahip çıkabilirler.Görmeliyiz ki, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın bugün yaşadıklarını yarın bir başka gazeteci arkadaşımız da yaşayabilir.
Dört avukatın gözaltına alınması karşısında, diğer avukatların cüppelerini çıkartarak tepki göstermeleri dört avukatın serbest bırakılmalarını sağlamıştır. Bu tepki, meslek dayanışmasının en güzel örneğidir. (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ödülleri dağıtılırken bunları yazmak gerektiğini düşündüm.) Tevfik KIZGINKAYA
- BAŞBAKAN bir konuşmasında sıkıştıkça ‘baron’lara yükleniyor. Partisi 8 yıldır iktidarda, kimmiş bu baronlar; biz de ‘tanımak’ istiyoruz.”
D.B.
Paylaş