Paylaş
Günaydın, Cumhuriyet, Hürriyet gazeteleri ile Atlas ve Sipa Press’te çalışırken, Türkiye’deki önemli olaylara tanıklık etmiştir. Sosyal olaylar; deprem, sel, yangın, cinayet ve terör olayları gibi... Belki 100 bin kare; siyah-beyaz ve renkliden oluşan ciddi bir fotoğraf arşivi vardır. Bunlardan yaptığı seçkilerle; ‘Yaşayıp Unuttuğumuz İstanbul’, ‘Çarşı Pazar İstanbul’, ‘12 Eylül 1980 Akıl Tutulması’ kitaplarından sonra son olarak ‘Balık Ağ(a)lara takıldı’ kitabını çıkardı geçen hafta...
‘Büyükadalı’ olan Kadir Can’ın belgesel nitelikteki haber, röportaj ve fotoğrafları birçok ödül kazandı. Bize göre, bir ‘iş’e giderken en çok yürüyen gazetecidir. Fotoğrafı çekmenin sermayesi olarak ‘ışık’tan başka en önemli unsurun da ‘yürümek ve görmek’ olduğunu anlatır.
Son kitabındaki 190 fotoğrafı görüp denizlerimizin ‘vahşi av’la nasıl telef edildiğini anlatan yazıları, özellikle balıkçılık sektörü ve siyasetçiler için ‘rehber’ olmalı... Sorduk, o da anlattı:
“Denizlerimizde ilkel olarak avlanan balıkçılar 1971’den itibaren sağlanan kredi ve teşviklerle ‘çağ’ atladılar! Ancak, ilgililerin elinde bir veri olmadığı gibi bir plan ve program da ortaya konulamadı. Tekne boyları, motor gücü, ağ uzunluğu ve balık bulucu ‘sonar’ cihazlarına herhangi bir sınırlama getirilmedi; yani sınırsız avın yolu açıldı. Müthiş bir rekabet başladı.
İlk yıllarda o kadar ölçüsüz balık yakalandı ki, binlerce kasa denize dökülmek zorunda kalındı. Daha sonraki yıllarda önlem alınmak istendi ancak büyük kapasiteye ulaşan balıkçı sektörü hiçbir uyarıyı dinlemedi, vicdan göz ardı edildi. İktidarlar da kendilerine hep taviz verdi.
Son yıllarda aşırı ve bilinçsiz avlanma ile uskumru, kılıç, orkinos, mersin balığı ile sinarit, mercan, kırlangıç gibi dip balıklarının nesli kurutuldu.
Yani deniz çölleştirildi. Hamsi ve istavrit, Karadeniz kıyısında 20’ye yakın tesiste un ve yağ haline getiriliyor.
15 MİLYON PALAMUTUN YARISI YAVRUYDU
20 santime kadar olan sarıkanat ve çinekopun yakalanmasına ilişkin av yasağı dinlenmedi; içinde bulunduğumuz sezonda 45 gün içinde Karadeniz’in batısında avlanıp İstanbul’a gelebilen 15 milyon adedinden yarısı Vonoz denilen ‘yavru’lardı. Aslında İstanbul’un dışındakileri de hesaba katılırsa 50-60 milyon adedi bulur palamut sayısı... Güçlü motorların (Bazılarında 1800 HP gücünde ana, 700 ve 900 HP gücünde yardımcı makineleri ve aydınlatma ve buzhane için jeneratör grupları var) gürültüsü ile sonarların gönderdiği ses dalgalarından rahatsız olan geri kalan palamutlar göç yollarını değiştirerek, tekrar doğu ve kuzey yönüne yöneldiler. Boğazdan inemedikleri için Karadeniz’de kaldılar; soğuk suya dayanıklı olamadıklarından orada yaşam olanağı bulamadılar. Aslında bu balıkların Marmara’dan Ege’ye sıcak sulara açılması gerekiyordu. Ne yazık ki palamutta büyük bir ‘kıyım’ yaşandı. Ne yazık ki balıkhanelerde satışlar eskisi gibi sürdü. Maliye’den hiçbir ekip sabah 04.00-05.00’lerde Hal’e gidip kontrol etmeyi düşünmedi. Önümüzdeki sezon balıkçılar avlayacak palamut, lüfer bulamayacağı için, balık yiyemeyeceğiz.
Üstüne üstlük bir de hamsi ve istavritin nesli tükenme yolundayken...”
En büyük cani; sonar...
TÜRKİYE balıkçıları, dünyanın güçlü sonarlarını kullanıyorlar; 10 km’den balık sürülerini yakalıyorlar.
Kadir Can, bugünkü vahşetin geldiği noktayı ayrıntısıyla anlatıyor kitabında.
SONAR aygıtlarının gücü durup dururken, 2004’ten sonra balıkçıların ‘oyu’ için artırıldı.
Bunun uzun bir öyküsü var; tam bir skandal... 300 bin dolarlık,
24 KHZ gücündeki ‘sonar canavarını’, kendi ürettiği halde Japonya bu cihazları kendi balıkçısına kullandırtmıyor.
Bir eleştirisi daha var: Balık ağ(a)ları, “Çinekop lüferin yavrusu değildir, ayrı bir balık türüdür” deyip bu iddialarını iktidara kabul ettirdiklerine göre, balıkhanelerde çinekop ‘kasa lüferi’ adı altında nasıl satılabiliyor? Çinekopa getirilen yasak, palamut yavruları için neden getirilmiyor.
Palamut üvey evlat mı?
Devlet de banka gibi...
DÜNKÜ manşet yazısına küçük bir katkı sunmak isterim.
Nüfus müdürlüklerindeki bu uygulama uzun süredir yapılıyor. Benim de başıma geldi. Oğlumun kaybettiği nüfus kağıdı için aynı miktarı ödettirdiler. Devlet uzun süredir aynı bankalar gibi tüm işlemlerde ücret tahsil ediyor. Müthiş bir para toplanıyor. Hatta 155, 112 ve 110 gibi acil hatlar dışında hemen hemen tüm üç numaralı hatları aradığınızda en yüksekten ücretlendiriliyor. Örneğin hastane randevu numarası olan 182’yi aradığınızda süre uzun tutularak 10 TL gibi bir ücret faturanıza geliyor. İnternetten randevu almak kısıtlandığı için mecburen bu numarayı arıyorsunuz. İnsanın aklına gelmeyecek durumlarda bile cebinizden belli bir miktar parayı çekiveriyorlar. Sanki bu milleti nereden, nasıl yolarız diye kafa patlatan bir kurum var. Milletimiz sağ olsun bireysel tepkinin dışında bir şey yapamıyor. Zamlar konu olunca 3. dünya ülkeleri halklarının bile meydanlarda taştığını okudukça insan utanıyor. Kimisi isteyerek kimisi baskı ile susturulmuş STK’lar da pişmiş durumda...
Adnan ATEŞOĞLU
Prof. Demirbaş: Fatih Hilmioğlu yaşayabilmeli
ERGENEKON davasının tutuklu sanıklarından eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumu, eski öğrencilerini de tedirgin ediyor. Antalya’da, Prof. Dr. Alper Demirbaş, hiçbir siyasi hareketle ve kurumla bağlantılı olmadan, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumuyla ilgili olarak eski bir öğrencisi olması sebebiyle açıklama yapmak istediğini belirtti. Prof. Dr. Hilmioğlu’nun kardeşi ve avukatı Hayati Hilmioğlu’nun gazetelerdeki açıklamalarını okuduğunu anlatan Prof. Dr. Demirbaş, Prof. Dr. Hilmioğlu’nun Hepatit C’ye bağlı karaciğer sirozu hastası olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Demirbaş, “Bunun yanı sıra, karaciğerinde tümör olması kuvvetle muhtemel belirtiler var. Aynı zamanda kendisi böbrek hastası” dedi.
Hakkındaki hükmü duyabilecek kadar yaşamalı.
Prof. Dr. Hilmioğlu’nun neyle suçlandığını bilmediğini vurgulayan Prof. Dr. Demirbaş şöyle devam etti:
“Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu İnönü Üniversitesi’nde karaciğer merkezini kuran kişidir. Kardeşinin açıklamalarına göre, ağır hasta olan Prof. Dr. Hilmioğlu ivedilikle tahliye edilmeli. Ancak tahliye talepleri defalarca reddedildi. Kendisi de ölümü kabullendi. Bu hastalarla ilgilenen bir cerrah olarak vicdanım sızladı. Şu an Türkiye’de en çok karaciğer nakli yapılan merkez olan, Prof. Dr. Hilmioğlu’nun kurduğu merkezden, hocamızın tedavisi için talep gelmeli. İdam cezasından önce dahi insanlar sağlık kontrolünden geçirilir. Bu hastalığın sonuçlarının nasıl olduğunu bilen bir cerrah olarak feryadımın duyulmasını istiyorum. Prof. Dr. Hilmioğlu’nun sağlık durumuna ilişkin yeni bir tespit yapılmalı. En temel insan hakkı, yaşam hakkıdır. Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, hakkındaki hükmü duyacak kadar yaşayabilmelidir.”
Türk Tabipler Birliği isyanlarda
TÜRK Tabipler Birliği kamuoyuna bir çağrı yaptı:
“Türk Dermatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz’ın Akdeniz Üniversitesi Rektörü tarafından kürsüsünden alınıp medikoda görevlendirildiği konusunda kamuoyunu bilgilendirmiştik. Anabilim Dalı Başkanı olan meslektaşımızın akademik haklarına yöneltilen bu müdahalenin geri alınması için yapılacak girişimlere katılımızı talep etmiştik.
Sayın Yılmaz’ın adı, 15 Şubat 2013 sabah 08.00 itibariyle Tıp Fakültesi Hastanesinin hasta kayıt işletim sistemi olan MEDİHASTA programından çıkarılmıştır. Önceden planlanmış öğrenci sınavlarını, derslerini, hasta konsültasyonlarını kısaca bütün akademik görevlerini derhal bırakıp medikoya gitmesi konusunda ısrarla yazılar yazılmaktadır.
Konu Türk Tabipleri Birliği Başkanı tarafından YÖK Başkanına sözlü ve yazılı olarak iletilmiştir. Akdeniz Üniversitesi Rektörü ve Dekanı ile telefonla iletişim kurulma girişimleri yanıtsız bırakılmıştır. Bunun üzerine 19 Şubat 2013 günü saat 10.00’da yüzyüze görüşmek için yazılı olarak randevu talep edilmiştir. Rektörlük ile görüşme sonrası Akdeniz Üniversitesi Öğretim üyeleri ve üniversite bileşenleri ile akademik özgürlüğe yönelik bu ve benzeri müdahalelerin sonlandırılması amacıyla bir değerlendirilmesi toplantısı düzenlenecektir. Toplantı bitiminde saat 12.30’da üniversite içinde bütün bileşenlerin katılımı ile ekte taslak metni yer alan bir basın açıklaması yapılacaktır.
Hekimlik mesleğine, tıp ve uzmanlık eğitimine, akademik özerkliğe yönelik TTB tarafından yürütülen etkinliklere şimdiye kadar vermiş olduğunuz destekten güç alarak; saygın bir akademisyen, Uzmanlık Derneği Başkanı, Anabilim Dalı Başkanı olan Sayın Yılmaz ile ilgili 19 Şubat 2013 günü Antalya’da saat 10.00-12.30 arasında planlanan etkinliğe katılımınızı bekliyoruz. Türk Tabipleri Birliği Başkanı’nın da katılacağı bu programda, derneğinizin katılımının Başkanlık düzeyinde olması dayanışmamıza güç katacaktır.
Basın açıklamasını yapan kuruluşlar içinde derneğinizin açık isminin yer almasını önemsiyoruz. Olumlu olmasını dilediğimiz bu konudaki kararınızı 18 Şubat 2013 Pazartesi 12.00’ye kadar gpe@ttb.org.tr adresine e- posta ile ya da 312-231 31 79 No’lu telefonunu arayarak bildirmenizi dileriz.”
Prof. Dr. Özdemir AKTAN- Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Başkanı
Prof. Dr. İskender SAYEK- TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu Başkanı
ATO: AKP’den önceki 8 hükümet içinde en başarılısı Akbulut Hükümeti
DEMİREL’in Cumhurbaşkanlığı dönemindeki danışmanlarından Mehmet Necati Güngör, bir dost grubuyla eski Başbakanlardan Yıldırım Akbulut’u ziyaret etmiş...
Akbulut Umreden dönmüş... Ziyarette kendisine Ankara Sivil Toplum Kuruluşları Platformu; 6 Mart’ta Türkiye’ye üstün hizmetlerde bulunan Devlet adamı, bürokrat, yerel yönetici ve ilim adamlarına düzenlenecek bir yemekle ‘şükran şilti’ verileceği iletilmiş. Ziyarette eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz da bulunmuş...
Güngör, ziyaretle ilgili izlenimlerini şöyle aktarıyor:
“Yıldırım Akbulut, -bazı çevrelerce yerleştirilmeye çalışılan kanaatin aksine- son yılların en başarılı başbakanlarından birisidir. Bunu biz değil, hem Ankara Ticaret Odasının çalışması, hem de o döneme tanıklık eden ekonomik göstergeler kanıtlıyor.
Bakıyoruz; Türkiye en yüksek kalkınma hızını Yıldırım Akbulut’un başbakan olduğu dönemde yakalamış. Yüzde 9.4. Böyle bir kalkınma hızına başka hiçbir dönemde ulaşılamamış olduğunu yine rakamlar bize söylüyor.
Ankara Ticaret Odası (ATO), 1983 Aralık ayı ile 9 Kasım 2002 tarihleri arasında geçen yaklaşık 18 yıllık süre içerisinde iktidara gelen 8 hükümeti, 11 konuda performans değerlendirmesine tabi tutarak karne vermiş. ATO’nun, DİE ve Merkez Bankası kaynaklarından yararlanarak hazırladığı Hükümetlerin Performansı konulu kitapta, hükümetlerin icraatları birden 9’a kadar verilen rakamlarla notlandırılmış, değerlendirmede en iyi performansı Yıldırım Akbulut yakalamış.
Buna göre, toplam 591 gün iktidarda kalan Yıldırım Akbulut yönetimindeki 47. hükümet, 4 konuda en iyi performansı gösteren en başarılı hükümet olmuş.
Akbulut döneminde Türkiye’nin dış, iç, kamu borç yükü ile faiz yükündeki artış oranı en düşük seviyede gerçekleşmiş. Son 18 yıl içerisinde Türkiye’yi yöneten 8 hükümet arasında dış borç yükü %15 azalma ile en fazla 47. Akbulut hükümeti döneminde gerçekleşmiş.
Yine Akbulut hükümeti döneminde kamunun dış borç yükünde en iyi performansı 47. Akbulut hükümeti gerçekleştirmiş. Akbulut döneminde kamu borç stokunun milli gelire oranı ortalama olarak yılda %18 azalma gösterirken, iç borç yükü de %19 azalarak en iyi performans sıralamasında ilk sırada yer almış. Akbulut hükümeti döneminde %8.7 düşüş ile faiz yükünde en iyi performans sergilenmiş. Bu konuda ikinci en iyi performansı faiz yükünde %3.5 azalma sağlayan 49. Süleyman Demirel hükümeti olmuş.
ASLEN ERZURUMLU
Yıldırım Akbulut’u başarılı kılan en büyük etkenlerden birisi, emaneti ehline vermek olmuş. İşi teslim ettiği insanlara inisiyatif tanımak, fazlaca müdahil olmamak. Akbulut ekonomist değildi ama, ekonomideki bu başarısı anlattığımız duruşuyla ilgilidir diye düşünüyoruz.
Aile kökeninin Erzurum’a dayandığını öğreniyoruz. Aile Erzincan’a yerleşmiş, ilkokulu, ortaokulu, liseyi Erzincan’da okumuş. Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra önce polis, sonra kaymakam olmayı aklından geçirmiş, ancak olamamış. Ve iyi ki de olamamış. Zira, Türk siyaseti böylesine güzel, örnek bir şahsiyeti kazanmış. Kader, onun önüne önce il başkanlığını, sonra milletvekilliğini, sonra İçişleri Bakanlığını, sonra Meclis Başkanlığını, en sonunda da Başbakanlığı çıkarmış.
‘Akbulut formülü’, siyasette yedekleme anlamında kullanılmış ama, o merhum Özal’ın sadık, vefalı bir siyaset arkadaşı olarak kalmayı yeğlemiş. Asla mutlak bir itaat içinde olmamış. Özal gibi dominant bir şahsiyet karşısında kendi şahsiyetini korumasını da bilmiş. Bazen dinlememiş, bazen karşı çıkmış, kendince doğru olanı yapmış.”
Rekor; İİBF mezunu 350 bin kişi var
İKTİSADİ ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) mezunlarından bir grup, (aralarında Bürosen Başkanı Fahrettin Yokuş, CHP İstanbul Milletvekili Faik Tunay, MHP Kütahya Milletvekili Alim Işık da var), mezunların sorunları ile ilgili yaptıkları açıklamada özetle şöyle deniliyor:
“Bizler sayısal olarak NATO’nun en büyük 3. askeri gücü olacak kadar çoğalmış İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) mezunlarıyız. Sayısı 350 bini bulmuş İİBF mezunları, hem kamu hem de özel sektörde ciddi istihdam problemleri ile karşı karşıyadır. Bu sıkıntılar sadece sözde bütçe yetersizliği, verilmeyen kadro sayılarıyla alakalı değil, hükümetin bazı konuları yönetememesi ile de alakalı bir durumdur.
Örneğin ‘B’ kadrosuna atanan kişilerin tekrar bir başka ‘B’ kadrosuna atamasının yapılması, kurum kurum gezenlerin hem kurumları hem de atama bekleyenleri zor duruma sokmaktadır. Bizimle İstanbul veya Ankara il teşkilatımızda yer alan arkadaşlarımızla program yapmanızı, iletişime geçmenizi sorunlarımızı ve sistem sıkıntılarını çok iyi bilen SGK uzmanı Özgür Kaya’yı da programınıza konuk almanızı veya bu kişilerle iletişime geçmenizi istiyoruz.”
iibfvar@gmail.com
Paylaş