Paylaş
‘Seçkiler’ her zamanki gibi tartışma konusu oldu. Ama Gezi eyleminin ve ‘çözüm’ süreçlerinin etkileri, bazı filmlere yansımıştı. Sonuçlar özetlenirse, yeni ‘bir Türkiye’, yeni ‘bir sinema’ ortaya çıkıyor. Egemenler de gençler olacak artık. Tabii sinemacılar da biraz ‘titrek’ hale gelmişler; gene de ‘bunlar AKP’nin sineması değil’ denilebilir.
Festivalde; ‘kare asını’ şu filmler ve sanatçılar oluşturdu:
En iyi senaryo: Mavi Dalga (Zeynep Dadak, Merve Kayan)
En iyi film: Cennetten Kovulmak ve Kusursuzlar paylaştı.
En iyi erkek: Hakan Yufkaçıgil (Uzunyol)
En iyi kadın: Zeynep Çamcı (Meryem)
Cennetten Kovulmak filminin yönetmeni Ferit Karahan, Vali Sabahattin Öztürk’ten ödülünü alırken mikrofonlara da ödülü Rojava ve Taksim direnişine armağan ediyorum” diye konuştu. Filmin küçük oyuncusu ‘özel ödül’ünü almak için sahneye çıkarken gözyaşını tutamadı.
Kürt sanatçılar aldıkları ödüllerden sonra verdikleri mesajlarda, geçmiş yıllara göre ‘keskin’likten uzak, daha ‘yumuşak’tılar.
Altın Portakal’da ilk 10’a kalan filmler bazı eleştirmenlerce ‘zayıf’ olarak nitelendirildi. Üç kürt yönetmenin filmi de yarışmada yer aldı.
4-11 Ekim arasında düzenlenen Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde 147 film gösterildi. Yarışmaya başvuran 68 film içinden ön jürinin seçtiği 10 film ulusal yarışmada yer aldı. Bu filmlerin beşi, yönetmenlerinin ilk filmi olma özelliğini taşıdı. Dördü de ikinci filmleri.. Ulusal Jüri Başkanı Türkan Şoray, Uluslararası Jüri Başkanı Yeşim Ustaoğlu idi... Şoray ödül verirken çok heyecanlandı.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin oluşturulmasında katkıları olan Behlül Dal Sinema Müzesi nihayet açılabildi; bu çok olumlu karşılandı. Muhsin Ertuğrul filmleri fotoğraf sergisi de AKSAV’ın bir başarısıydı.
İktidar, Antalya’yı sevmiyor; Ertuğrul Günay’dan sonra Antalya ‘çolak’ bırakıldı. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın davet için aramasına karşın geri dönmemiş. Çelik’in yardımcısı Abdurrahman Arıcı’yı bırakın, CHP’li beş milletvekilinden sadece Gürkut Acar ödül törenini izledi. Yani Akaydın’a darbe çift taraflı.
Festival 50. yaşını kutlarken karşısına çıkan sorunlar çoktu.
Antalya, uluslararası bir festivale sahip olmayı hak ediyor. Turizm potansiyeli, altyapısı ve seyircisi ile... Ama, son birkaç yılda uluslararası boyut çok zayıf. Menderes Türel döneminde ciddi rakamlar ödenerek, Amerikalı starlar getirilmişti. Vecdi Sayar’ın festivalin Genel Sanat Yönetmenliği’ni üstlendiği ve üç ay gibi kısa bir sürede programı oluşturduğu 2009 yılında ise, Cannes’da Altın Palmiye kazanmış Theo Angelopoulos, çifte Altın Palmiyeli İsveçli yönetmen Bille August, Polonya sinemasının usta yönetmen Krzystof Zanussi, ünlü Macar yönetmen Karoly Makk, “Postacı Kapıyı İki Defa Çalar”gibi filmleri ile tanıdığımız Amerikalı yönetmen Bob Rafelson gibi dünya çapından isimler konuk olmuştu. Hem de, bu isimlere para ödenmeden... Bu yılsa, İranlı yönetmen Asghar Farhadi ve oyuncusu dışında tanınmış isim yoktu.
Antalya, dünya festivalleri içinde önemli bir yer edinme şansını elden kaçırmaması gerekiyor. Bu yolda filmi izleyenlerden eleştiriler duyduk. Keşke, 2009 yılında, beş yıllık bir program hazırlamıştı. 60’lı yılların sinemasına ayrılan 2009’un ardından, her yıl 70’lerin, 80’lerin, 90’ların sinemaları ele alınacak, 50. yılın kutlanacağı 2013 yılında ise, 2000’lerin Türk Sineması değerlendirilecekti. Gerçi Akaydın bu projesini sürdürdü ama ‘güçlü’ oldu mu sorusu ortaya çıktı.
Bu yılki basın toplantısında 2000’lerin Türk sinemasını onurlandıracakları açıklandı ama bir kitap dışında yapılan bir şey yoktu. Program daha geniş tutulabilirdi;daha belgesel unsurlar görsel olarak sunulabilirdi.
Bu yıl konuk sayısı 900 idi. Daha nitelikli konuk gerekliydi. Bu sayı içinde yabancı konuk çok az kaldı. Velhasıl Portakal’ın 50 yılında yönetim ‘hissettirmemeye’
çalışsa da parasızlıktan yapılamayan birçok şey vardı.
Önümüzdeki yıl yüzüncü yaşını kutlayacak Türk sineması... Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın “Türk sinemasının yarım asrına tanıklık eden Altın Portakal bu değerli birikiminin bilinciyle hareket eden ve aynı zamanda sinemazdaki her türlü değişime, gelişime ve yeniliğe ayna tutan, daima genç ve yenilikçi bir festival olmuştur. Altın Portakal’ın gücü buradan gelmektedir” diyor.
Şoray’ın adaleti ve vicdanı
ÜNLÜ sinemacı ve jüri üyesi Reis Çelik, jüri olarak çok titizlik gösterdiklerini, 13 saat boyunca tartıştıklarını belirterek “Böyle bir toplantı şimdiye kadar olmamıştır. Zamanımızın çoğu Türkan Şoray’ın gözlerine bakmakla geçti. Orada adaleti ve vicdanı gördük. Onun gözlerinin fotografını büyütüp Meclis’e assak, oradan adalet ve demokrasi dağılır.”
Biliyor musunuz ?
CHP İstanbul Milletvekili ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Av. Mahmut Tanal’ın Kamuda Çalışan Personelin Kılık Kıyafet Yönetmeliği’nde yapılan değişikliğinin iptali için Danıştay’da dava açtığını...
GRUP Yorum’un bugün Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda yapılacak konserine İBB’den engelleme geldiğini, gerekçe olarak da “bölücü, yıkıcı, siyasi içerikli faaliyetlerde bulunulacağı”nı gösterdiğini...
BURDUR Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın Başbakan’a, terör gazisi olup yaşamını tekerlekli sandalye ile sürdürmek zorunda kalan yurttaşlarımıza kullanmak zorunda oldukları tekerlekli sandalyeleri ücret karşılığında verilirken, yine yaşamını tekerlekli sandalye ile sürdürmek zorunda kalan Suriyeli engelli mültecilere ücretsiz olarak dağıtılmasını ve tedavilerinin özel hastanelerde devlet tarafından vatandaşların vergileriyle ödenmesinin kamuoyuna niye açık şekilde ifade edilmediğini sorduğunu...
BEŞİKTAŞ Belediyesi’ne bağlı Beltaş’ın taşeron işçilerinin, sendikal talepleri için 10 gün önce belediye önünde kurdukları çadırın kaldırılmak istenmesi, Genel-İş’e bağlı sendika temsilcisi Hikmet Aygün’ün direniş gösteren işçileri tehdit etmesine tepki gösterdiklerini, bu arada Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın da iki yıl önce verdiği sendika sözünü yerine getirmemesi üzerine tepki gösterdiklerini...
Kimden yana oluyorsunuz
EYLÜL ayında abebooks internet sitesinin sattığı en pahalı kitap, imzalı bir “Lord of the Flies” (Türkçesi: Sineklerin Tanrısı). İlk baskısıymış (1954), 20 bin sterlin! Kitabın satışta olduğunu bilseydim, düşünmeden daha yüksek bir meblağ teklif ederek kitabı alır ve Yargıtay’a, William Golding’in imzasının altına şu soruyu yazarak, hediye ederdim: ‘Kimden yana olurdunuz? Ralph’ten mi, Jack’ten mi? Yoksa en büyük gücü temsil eden hukuka erişebilmek için İngiliz bahriye subayının gelmesini mi beklerdiniz bir köşeye saklanarak?”
A. M. Celâl ŞENGÖR
Romanlar ‘biz Türküz’ diyor: Ana dilimizi konuşmak istemiyoruz
SAYIN Başbakan Demokratikleşme Paketini sunarken bir yerde aynen şunları söyledi:
“Roman Dil ve Kültür Enstitüsü kuruyoruz. Roman vatandaşlarımızın dil ve kültürleri ile, karşılaştıkları sorunlara ilişkin araştırmalar yapmak, çözüm önerileri üretmek amacıyla, bir ilimiz üniversitesi bünyesinde, Roman Enstitüsü kuracağız.”
Peki bu düzenleme hangi ihtiyaçtan kaynaklanıyor? Böyle bir düzenlemeyi kim istiyor? Senin sırf Romanya’dan geldiği için ROMAN dediğin bu insanlar kendileri için Romanya’da bile “Biz Türküz” diyorlar. Bu iddialarını yaşatmak ve hayata geçirmek için Romanya’da bile dernekler kurup, mücadele ediyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin istihbarat örgütü yok mudur? Bu kadar açık ve basit bir gerçeği (sıradan bir vatandaşın bildiği bu gerçeği) Türkiye Cumhuriyeti Devleti bilmez mi? Bilmemesi mümkün mü? Pekala bunu bile bile “Ayrı dil ve kültür enstitüleri kurarak” onları dışlama, başkalaştırma ve onlara zoraki ayrı kimlik kazandırma çabasının sebebi nedir?
Bakınız 05 Ekim 2013 tarihli gazetelere yansıyan beyanatında Roman Dernekleri Federasyonu Başkanı Erdoğan Şener ne diyor:
“Biz ana dilimiz ile konuşmak istemiyoruz. Türklüğü yaşamak ve Türkçe konuşmaya devam etmek istiyoruz, devam edeceğiz. Madde bağımlılığı ve satıcılığı Romanlar içerisinde geniş bir kitleye yayıldı. Biz bazı mahallelere çocuklarımızın girmesini yasakladık. Bu sorundan eğitim ile kurtulabiliriz. İlkokuldan sonra çocuklarımızı okula göndermiyoruz. Çünkü bir göz odanın içerisinde 2–3 aile birden yaşıyordu. Çocuklarımızın okullarda istenen verimi alması mümkün olmuyor. Bu ortamda büyüyen çocuk okuldan zamanla uzaklaşıyor. Ben 30 yıl çadırda yaşadım. Konut konusunda yardımcı olunursa bizler de konutlarda yaşayabiliriz. Bizim başlıca sorunlarımız bunlar. Toplum tarafından dışlanmak istemiyoruz. Yerel yönetimler bile parke taş döşerken bizim mahalleleri baştan savma yapıyor. Eşit hizmet istiyoruz.”
Şimdi buyurun buradan yakın! Romanlar, Türkçe’den ayrı bir dil ile konuşmak veya eğitilmek istemiyor. Bunu kendileri söylüyor. Yaşadıkları sıkıntılar ise herkesin yaşadıklarıyla aynı ve sadece bu sıkıntılarının çözümünü istiyorlar. O halde Sayın Başbakan, sırf Romanya’dan geldiği için Türkiye’de sizin ROMAN dediğiniz ama Romanya’da bile kendisine TÜRK diyen bir halkı, Türkiye’ye gelip burada kaynaşma gayretlerine rağmen ısrarla “ayrı bir dil ve kültür enstitüsüne” itmenin altında yatan sebep nedir?
Bunu kim emrediyor? Allah aşkına bu millete ve bu ülkeye ne yapmak istiyorsunuz?
Feyzullah BUDAK
Paylaş