Paylaş
Cumhurbaşkanı Gül, İsveç’e giderken, ‘bilgilendirme teşekkürü’ aldık bazı dostlardan. Bakalım İsveç ziyaretinde bu konu üzerinde gazetecilere bilgi verilecek mi? Yoksa gazeteciler ‘Kâbe’ye gidip hacı olmadan mı dönüyorlar.”
Ama şu gerçek var. Yazıyı okuyanlara göre, ne yazık ki, ülkemizde krom ve krom türevleri konusunda bir farkındalığın olmadığı anlaşılıyor. Oysa gelişmiş ülkeler açısından bu sorun vazgeçilmez bir mahiyet arz ediyor, biraz derinliğine inince...
Bizi arayan bir maden mühendisi bu konuları çok iyi biliyor. Bize dedi ki:
“Sadece 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndaki Madencilik Özel İhtisas Komisyonu Raporunda geçen ‘ABD Hükümeti, kromun temin edilme kaynaklarının pek güvenilir olmadığı gerekçesinden hareketle; krom cevheri ve ferrokromun stratejik madde oldukları kararını yinelemiştir’ ifadesi bile bu mahiyeti anlatmaya yeter.
Umuyoruz ki Cumhurbaşkanı Gül’ün pazar günü başlayan gezisinde İsveç’le imzalanacağı söylenen ‘stratejik ortaklık’ belgesine bu husus ilave edilmiş olsun.”
MİLLİ EKONOMİ İÇİN
Çünkü AB kurucu üyeleri, meseleye temelde krom destekli, yani ‘nitelikli çelik’ menfaatleri açısından bakmaktadırlar. Ki zaten onlar, 12 Eylül 1963 tarihli Ankara Antlaşması’nın 26. maddesinde açıkça ‘Anlaşmanın hükümleri, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun yetki alanına giren maddelere uygulanmaz’ diyerek ‘çelik’ menfaatlerini garanti altına almışlardır. Etibank Genel Müdürü Burhan Ulutan’ın, ‘Etibank’ isimli eserinde (sayfa: 228) şu bölüm dikkat çekicidir:
‘Elazığ Ferrokrom Tesisi teşebbüsü ele alındığı vakit, alışılageldiği üzere, evvela Krupp’tan bir teklif istenir. Fakat kısa bir müddet sonra Batı Almanya’nın Ankara Büyükelçisi, (Ulutan’dan sonraki genel müdür) Münir Tanyeloğlu’nun ziyaretine gelerek, “Siz Elazığ’da bir Ferrokrom Fabrikası kurmak üzere Krupp’tan teklif istemişsiniz. Bu teşebbüsünüz doğru değildir. Siz Ferrokrom üretmeye başlarsanız bize Krom cevheri ihraç etmez olursunuz. Hem de rekabete başlarsınız. Bunlar ise dostluğumuza gölge düşürür” der.
Burada muhatabımıza bir soru daha sormak gerekiyor:
ÇELİK SANAYİSİ GEREK
? Kromu Türkiye niye kendi değerlendirmez?
“Önce bir iktidar iradesi gerekiyor... Gene de tüm bunları göz önüne alarak, krom tedarikçiliği yapmak yerine, öncelikle Elazığ bölgesindeki krom yataklarına yakın mıntıkalarda nitelikli çelik üretimine yönelik 2. ve 3. Ferrokrom tesisleri açmalıyız. Bu konuda son olarak, güncel olması açısından şunu da konuşmalıyız:
Nitelikli (yani krom destekli) çelik üretmeyen bir memleket hiç ‘yerli otomobil’ üretebilir mi? Nitelikli çeliğe dayalı rulmanı, sekmanı, pistonu, krank mili vs. komple motor aksamı dışa bağımlı üretilen bir otomobile kim yerli diyebilir? Veya böyle dışa bağımlı bir otomobilin üretim sürekliliğini ve rekabet şansını kim savunabilir?”
Özetle... Osmanlı, coğrafyasında çıkan petrolün farkına varamadı... Dolayısıyla da sahip çıkamadı. Bugün de bizler kendi coğrafyamızdaki kroma sahip çıkamıyoruz.
Osmanlı kendi coğrafyasındaki petrolün farkına varamadığı için petrol meselesi Gülbekyan gibilerin elinde iğdiş edildi.
Çelik sanayisinden kimya sanayisine kadar geniş bir alanda krom ve krom türevlerini milli ekonomimize kazandırmanın yollarını aramalıyız.
Kılıçdaroğlu ve Baykal, Kayseri’ye aynı araçta birlikte gidip geldiler
Kayseri’nin ‘simge’siydi
CHP, 1973’de MSP ile hükümete kurduğunda ‘Akgünler’ programı vardı Ecevit’in. Şimdiki gibi ‘yağma’ ve ‘talan’ anlayışı ve yap-satcılık yoktu; Toplu Konut projeleri öne çıkarılıyor, Türkiye’nin gecekondudan kurtarılması öngörülüyordu. Konut sorunu ilk kez bilimsel olarak ele alınıyordu.
Kayseri’nin ‘simge’ belediye başkanlarından Niyazi Bahçecioğlu (79) üç gün önce geçirdiği kalp krizinden vefat etti ve cenazesi dün kalabalık bir cemaat tarafından kaldırıldı. Cenazeye Kılıçdaroğlu ve Baykal da katıldı. (Eski ve yeni genel başkanlar, Kılıçdaroğlu’nun makam arabasıyla Kayseri’ye gidip geldiler. 4.5 saatlik gidiş-geliş süresince ne konuştukları merak edilirken bu manzara partilileri bir hayli memnun etti...) Bu CHP’nin, Kayseri Belediyesi’ndeki yolsuzluk iddialarına ilişkin ikinci çıkartmasıydı.
CHP’nin ‘ortanın solu’ kadroları içindeydi Niyazi Bahçecioğlu...
1973’de belediye başkanı seçildi, 1977’de yeniden... 12 Eylül’de askeri yönetim tarafından görevden alındı; ama Kayserililer onu 1989’da SHP’den 3. kez seçtiler.
Fakir fukara babası olarak bilindi hep.
Meslektaşımız Recep Bulut, “Bahçecioğlu, Türkiye’de yerel yönetim ilkleri, öncüsü idi. Tramvay projesini hazırladı. Romanya ile ortaklaşa merkezi ısıtma sistemini kurdu. Yıl 1978’de, ilk ekmek fabrikasını kuran Kayseri Belediyesi idi. İlk toplu konut projesi yine Kayseri’de gerçekleştirildi.
Yine belediyelerin ilk tanzim satış mağazası Kayseri’de açıldı. Bir ara 3. lige kadar düşen ve kulüp anahtarı valiye teslim edilen Kayserispor’u yeniden 1. lige çıkardı” diyordu. Kayseri’yi Kayseri yapan daha önceki isimler de var: 1944’lerde Almanya’da okuyan Emin Molu’nun getirdiği Alman şehir plancısı aracılığıyla Kayseri’nin ilk imar planı çizdiriliyordu; buna bağlı olarak ilk Nazım Planı uygulayan da önce Osman Kavuncu sonra da Bahçecioğlu oldu.
Ve CHP’nin projeleri nasıl gündeme geldi. Türk Konut’un öyküsünü İlhan Tekeli veRuşen Keleş’in yazılarında ve kitaplarında bulabilirsiniz.
Bahçecioğlu, ‘dürüstlüğün ve namusun insan bedeninde vücut bulduğu, halk adamı, ulu çınar’ olarak konuşuluyor Kayseri’de. CHP Milletvekili Şevki Kulkuloğlu, “Görevlerini devrederken bunca imar haritalarına imza atmış olmasına rağmen, kendisi bir karış mezar toprağı almadan onurluca üstlendiği görevini yine onurluca devretmiş, bir namus ve dürüstlük abidesidir. Bahçecioğlu, İnönü ve Ecevit ekolünü miras olarak taşıyan ve aktaran bizlerin hamisi ve hocasıdır” diyor.
Kulkuloğlu’nun şu sözleri de anlamlıdır:
“Bahçecioğlu olmadan Kayseri ıssız ve anlamsız kalacaktır. Yürüyüş yaptığı Sivas Caddesi’nde onu görmeyi çok özleyeceğiz. Allah, toplum görevleri yapan her insana Sayın Bahçecioğlu gibi, görevden ayrıldıktan sonra hizmetinde olduğu halkının arasında dolaşma şerefi ve şanı versin!”
Ne yazık ki, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin önünde bir tören yapılmadığı gibi, cenaze namazının kılındığı Camikebir’de de bulunmadı. Vali ve ilçe belediye başkanları da yoktu. Gönderilen bir çiçek de yoktu. Kılıçdaroğlu bu davranışı “bir ahde vefasızlık’ örneği olduğunu ve kınadığını söyledi.
AKP’yi Meclis Grup Başkanvekili Sadık Yakut temsil etti. Cumhurbaşkanı Gül’ün çiçeği de yoktu.
OKUYUNUZ
Şükrü Elekdağ’dan Başbakan Erdoğan’a mektup
SN. BAŞBAKAN “Biz her türlü milliyetçiliği ayağımızın altına alan bir iktidarız” şeklindeki açıklamanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temelindeki Milli Mücadeleyi, millet olarak varolma şuurunu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini etkileyici bir nitelik taşıyor.
Bu önemi nedeniyledir ki, konuyla ilgili bazı hususları dikkatinize getirmeyi bir görev bildim.
Esasında açıklamanız, iki açıdan çok talihsiz yorumlara yol açan bir yaklaşımı yansıtıyor.
Birincisi, “Her türlü milliyetçilik” ifadesi, Kurtuluş Savaşı’nda şahlanarak Anadolu’yu düşmandan arındıran Türk milliyetçiliğini de kapsıyor.
Eminim anımsayacaksınız. Mustafa Kemal Atatürk Milli Mücadelede hedef olarak şu parolayı ortaya atmıştı:
“Hakimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek… Ve Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasını sağlamak.”
Bu nedenle ben Zat-ı Alinize soruyorum:
Milliyetçilik duygusu ile millet olarak var olma ve yaşama azmi Kurtuluş Savaşımızda bir şuur ve iman halinde yaşamasaydı, bugün hür, haysiyetli ve şerefli bir millet olarak ayakta kalabilir miydik?
Anadolu düşman kuvvetlerinden arındırılabilir ve Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi?
Bu nedenle Sayın Başbakan, açıklamanızdaki ‘her türlü milliyetçilik’ ifadesinin hatalı olduğunu ve murat etmediğiniz anlam ve yorumlara yol açtığını lütfen kabul buyurunuz.
İkincisi Sn. Başbakan, ‘Türk milleti’, asla ve kat’a bir kavmin, bir ırkın, veya bir etnik grubun adı değildir.
“Türk Milleti” nin en veciz tanımı Atatürk’ün şu ifadesinde yer almıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir”
Bir gönül bağı olan Atatürk milliyetçiliği, diğer milliyetçi akımların sizi rahatsız eden sakatlıklarından arındırılmıştır.
Şöyle ki: Atatürk milliyetçiliği, ırkçılık, Turancılık karşıtıdır, kafatasçılığı reddeder, özgürlükçü ve eşitlikçidir, demokrasiyi hedefler, dünya ile barışıktır, başka milletleri ne hakir ne de kendinden üstün görür.
En önemlisi de, Atatürk milliyetçiliği, Türk halkını, tüm toplum bireylerini dil, kültür ve tarih bilinci temelinde ‘Türk Milleti’ ve ‘Türklük’ şemsiyesi altında birleştiren bir toplumsal yapıdır.
Sayın Başbakan, siz bu milliyetçiliği ‘ayak altına almaya’ kalkarsanız, o zaman,Türkiye halkını milli kimlikten ve aidiyet duygusundan yoksun bırakır, bölünmüş, ufalanmış, dejenere bir kitleye dönüştürürsünüz.
Türkiye’yi, Türk milletinin var olmadığı bir noktaya getirirseniz, Türkiye Yugoslavya’ya döner parçalanır.
Affınıza mağruren belirteyim ki, görüşünüzde ısrar etmeniz ceremesini kıyamete kadar çekeceğiniz vahim bir hata olacaktır.
Bu nedenle, Zat-ı Alinize naçizane telkinim, hatanızdan dönme erdemini göstermeniz ve bu konuda artık bir polemiğe girmekten sarf-ı nazar etmek suretiyle malum talihsiz ifadenin zaman içinde unutulmasını sağlamanızdır. Saygılarımla.
Şükrü M. ELEKDAĞ- Eski Büyükelçi ve milletvekili
Neden hep Türk'lerin evleri yanıyor?
ALMANYA’nın Backnang kasabasindaki yangında ilk belirlemere göre 7’si çocuk 8 Türk vatandaşı yanarak can verdi. Ölenlere rahmet, yakınlarına bassagligi diliyoruz.
Polisin yaptığı araştırmada olayın bir kundaklama olmadığı ve yangının evin içinden çıkmış olma ihtimalinin göz önüne alındığı belirtildi.Türkler'in aleyhine olacak en küçük olayı hemen manşetlerine taşıyan Alman medyası ilk etapta, ağız birliği etmişcesine, vefat edenlerin Türk olduğunu yazmadı.
Almanya‘daki Türk camiası bu konularda Alman resmi makamlarina ve Alman medyasina hic güvenmemektedir. Resmi makamlarin yaptigi aciklamalarla tatmin olmamaktadir. Gecmis tarihlerde olan bu tür olaylarda resmi Alman makamlari toplumu yanlis bilgilendirilmistir. Daha önce naziler tarafindan öldürülen Türklerle ilgili olarakta Alman medyasi Almanya'daki Türklere yaniltici bilgiler vermislerdi. Daha sonra bu cinayetlerden resmi devletin kurumlarinin da bilgisi oldugu ortaya cikmisti. Hala bu cinayetler tamamen aydinlatilmis degildir.
Dünya'nin en kuralci, en sert kanunlarina sahipve her seyin kontrol edildigi en gelismis ülkelerinden birisi olan Almanya gibi bir ülkede nedense hep Türkler'e ait evler, isyerleri yanmaktadir. Backnang kasabasinda meydana gelen bu elim hadise sabotaj olmasa bile iyi bir sekilde incelenmelidir.
Ekonomik konumlari gün gectikce daha da kötüye giden Almanya'daki Türk göcmenleri, sagliksiz ve güvenligi olmayan mekanlarda ikamet etmek durumunda kalmaktadirlar. En kücük bir süphede Türk göcmenlerinin cocuklarini ellerinden alarak Alman ailelerine veren Alman makamlari, bu insanlarin saglikli ve güvenli ortamlarda yasayip yamadiklarina hic önem vermemektedirler. Bu yanginin sorumlusu olabilecek belediye ve itfaiye kurumlari incelenme altina alinmalidir.
Bu elim olayın tüm ayrıntıları ile kısa bir süre içinde açıklığa kavuşturulmasını Alman makamlardan talep ediyoruz.
Ahmet GÜLER-Avrupalı Türk İşadamları Birliği (TEU) Başkanı-HANNOVER
Acil yardım bekliyorum
ANTALYA Side’den bir Lösev gönüllüsü olarak Akdeniz Tıp Fakültesinde yatmakta olan lösemili çocuklarımız için sizlerden acil yardım bekliyorum.Tıp Fakültesinde yoğun bakımdayken Edanur’umuza Trombosit ve kan bulunmuş , fakat Akdeniz Tıp’ta yoğun bakımda yer kalmadığı için başka hastaneye sevk edilmesine karar verilmiş, sevk etme esnasında Edanur kalbi durarak vefat etmiştir, hastanenin ihmalinin olduğu düşünülerek ve başka Edanurlarımızın ölmemesi için bu konuda yardımınızı bir vatandaş olarak rica ediyorum.
Diğer bir konu şu an durumu kritik olan lösemi hastası A. K .’nin yattığı odada ve genel olarak temizliğin iyi yapılmadığı aileleri tarafından aktarılmıştır , fakat aileler çocukları yoğun bakımda yattığı için ve kritik durumda olduğu için şikayetlerini dile getirmekte çekinmişlerdir ve bu konuda lösemili çocukların ailelerinin zarar görmemesi için gereken hassasiyetin gösterilmesini rica ediyorum .
Tıp Fakültesi çalışanları lösemili çocukların ailesini zor durumda bırakabilirler.
Diğer konu ; Onkoloji doktorları hitrokortizon ilaçlarını eczaneden reçetesiz aldırmaları sizce doğru mudur? Yurt dışından gelen bu ilacın Türkiye’de muadili yok mudur?
Akdeniz Tıp Fakültesi gerekli bölüm temizlik konusunda aranmış ailelerin şikayetini dile getirmesini istemişlerdir, fakat dediğim gibi lösemili çocuklarımızın aileleri bu konuda korkuyorlar. Bu konuda aileler için daha hassas araştırılmasını ve gereğinin yapılmasını rica ediyorum .
Derya ALTMIŞ- Lösev Gönüllüsü –SİDE
derya6060@hotmail.com
Paylaş