Paylaş
Bir gece, ansızın 45 saniyede her şey bitti. Ceylankent'te evim yıkıldı, annem öldü. Sekiz saat önce apartmanımızın altında fotoğraflar çektirmiş, eğlenmiştik.
İnanmak bugün bile çok zor.
Fazla canınızı sıkmak istemiyorum. Ama biz bir hukuk savaşı başlattık. Sitemizle ilgili bilirkişi raporu, İTÜ'nün raporu, ODTÜ raporları sitede yapım hatası olduğunu ve inşaat gereklerinin yerine getirilmediğini ispatlıyor.
Önümüzde çok zor ve mevcut kanunlarla kazanılması bir o kadar imkánsız dava var. Ama sonu ne olursa olsun bu davayı götüreceğiz. AİHM için bile dosyalarımız tamamlandı.
Yılacağımız düşünülse de toprağa girene dek her platformda depremzedelerin hakkını savunacağım.
Davamızda şu aralar Ceylankent'i kimin yaptığı bulunmaya çalışılıyor. Bize verilen tapularda Ceylan ailesinin isimleri tek tek geçiyor. Alınan inşaat izinlerinde de durum aynı. Ya siteyi yapanlar bulunmak istenmiyor, ya da buldurulmuyor.
Basına teşekkür ediyoruz. Her davamıza gelip destekliyorlar. Ama gazetelerdeki deprem haberleri yok denecek kadar azaldı.
Yoksa depremi unutuyor muyuz? Yaşandı ve bitti mi sayıyoruz?
Bir gün bir daha kapımızı çalmayacağından emin miyiz? 20 bin vatandaşımızın ölümüne neden olanların yaptıkları, yanlarına kár mı kalacak?
Bir vatandaş olarak kıyak emeklilikten, aftan, 312'den vs. kanunlardan önce depremle ilgili yasaların çıkmasını istiyorum.
Allah aşkına annesini kaybeden bir insan olarak çok şey mi istiyorum?
Allah herkesi korusun.
ÊZ.Melike-BURSA
Üretici de, fabrikacı da ağlıyor
EDİRNE'nin KEŞAN İlçesi'nde gazeteci Feyzullah Aktan'ın, 1966'dan beri yayınladığı 'Önder' gazetesini okuyoruz...
Gazetedeki bir yazıda, Enez'deki Dardanel Salça ve Konserve Fabrikası'na domates veren üreticiler ile fabrika yetkililerinin para kavgası anlatılıyor.
Dardanel ekonomik krizde, üretici ise 'açız' diye bağırıyor.
Yani her iki kesim de ağlıyor.
Sonuç... İşveren batıyor, üretici sefalete sürükleniyor.
Herkesin kara kara düşünmesi gereken bir tablo...
Haberi özetliyoruz:
DARDANEL Grup Başkanı Halit Uysal, gözlerinin içine pür dikkat bakan üreticilere sesleniyor:
‘‘1999'daki taahhütlerimizi yerine getirememenin ezikliği içindeyiz. Deprem, iç pazar tıkanıklığı, siparişlerin iptalleri, maliyetin altında dahi satış yapamamış olmamız, dış piyasada talep duraklaması bizleri güç durumda bıraktı. Ödemelerimiz 2000 yılına sarktı. Buna aksiliklere rağmen tarlada domates bırakmadık.
Bir üretici: Keşke tarlada çürüseydi.
FAİZ KÖYLÜYE YÜKLENDİ
Müdür: Kaynak aradık, çeşitli bankalarla konuştuk. Vakıfbank'la ortak çalışma durumuna geldik. Yapabildiğimiz ödeme planına göre, bayram öncesi % 50 ön ödeme yapmak, kalanı da iki taksitte nisan ve mayısta vererek soruna çözüm sağlayabildik. 2000 Aralık ayında tüm ödemeleri bitirmeyi amaçladık.
(Bazı üreticiler, '2000'i bırak, 1999'u konuşalım. Lafı dolaştırma. Derhal ödeme istiyoruz' diye bağırıyor.)
Karaincirlik Muhtarı Talat Akgül: Hemen ödemede % 15 kesecekmişsiniz. Bu ne demek?
Müdür: Bankalardan sağlayabileceğimiz kredinin maliyeti bu. Bizim ödeme planımızı kabul ederseniz, sorun yok.
Vakıf Köyü Muhtarı Kaya Turan: Üreticiler sözleşmelere tam uydukları halde Dardanel uymamıştır ve uyamamıştır. Öne sürdüğünüz mazeretler sizleri mazur gösteriyorsa da üreticilerin içinde bulundukları ruh halleri onları güç durumda bırakmıştır. Ödeme için verilen her tarih boş çıkmıştır. Üreticiler esnaf karşısında ezilip büzülmüşlerdir. Bu arada Dardanel idarecilerince 'İsterseniz mahkemeye verin. Mahkeme süresince sizlere ödeme yapmayız. Bir iki ay içinde yapacağımız ödemelerden faydalanamazsınız' diye tehdit edilmesi de üreticiyi yaralamıştır. Çapa parası da, ancak domates toplanırken ödenebilmişti. Bu zamanda deprem yoktu. Demek ki, bir bozukluk, idaresizlik var ortada. İnanılacak gibi değil ama fısıltı gazetesi 'Dardanel gerçekte üreticinin parasını borsada kullanıyor' diyor. Geçmiş sözler yerine getirilmediğine göre şimdi verilen sözlere nasıl güvenelim? Gecikme faizini verecek misiniz? Senet diyorsunuz, her senedin en az 5 milyon masrafı olduğunu söylüyorlar. Senet değil, çek veriniz.
BİZİ ALDATTINIZ
Genel Müdür: Muhtar eleştirilerde haklı. Yalnız Borsa'da para kullanma iddiası yakıştırmadır.
Talat Akgül: Ciddi sözleşme yapmalıyız. Fabrika kapanmamalı.
Muhtar Turan: Üretici ödeme planınıza karşı, en geç nisanda ödeme sağlayınız. Böylece üretici ile barışık olarak 2000'de çalışmalarınıza başlayabilirsiniz.
Müdür: Bu öneriyi yönetime getireceğim.
Üretici feryatları sürüyor:
‘‘Açık senetlerimiz var, ne olacak? Bizleri aldattınız... Yaktığımız mazota yazık... Gelecek yıl domates yok; yok, ekmeyeceğiz... Para almaya geldik, para. Ne yüzle köyümüze döneceğiz?.. Bizim paramızı bize faizle mi vereceksiniz?.. Bizlerin suçu üretmek, çalışmak mı?.. Sadece Dardanel'de mi kriz var?.. Motorumu sattım amelenin yevmiyesini vermek için. Peşin almadan çalışanı bulamıyoruz. Fabrikayı kapatacaksanız, söyleyin... Futbolculara transfer parası verirken milyarları buluyorsunuz... Cenazem vardı, 100 milyon yardım edin dedim, 10 milyon verilmedi... Rolleri değiştirelim... Şirketin dediği karar, çiftçiyi kim takar?... Yerim yok, kiraladığım yerlere domates ekiyorum. Ben nasıl yer alıp kiralayacağım? Hiç olmazsa çek verin de bu sorunumuzu çözelim.’’
Hiddetli ama saygılılar; kimse ağzını bozmuyor.
Bir üretici, ‘‘Kırklareli'nden geldim, para yerine hava, nasihat aldım. Bayramda ne yapacağım? Beni kim koruyacak?’’
Evet hükümet mi, IMF mi?
Ye kürküm ye
BİR dostumuz, Öğretim Elemanları Sendikası Başkanı Prof. İzzettin Önder'in Milliyet'teki demecini göndermiş. Prof Önder yaklaşan rektör seçimleri nedeniyle şöyle diyor:
‘‘Türkiye'deki 24 üniversitenin rektörü, koltuğunu bırakmayan siyasilere benziyor, çoğu elindeki gücü kaybetmemek için yeniden seçilmek istiyor. Mevcut sistemde rektörlerin gücü adeta padişahları anımsatıyor. YÖK sistemi rektörlere, bütçeden atamalara, döner sermayeden en basit bir bürokratik işleme kadar geniş yetki veriyor. Her şey rektörün iki dudağının arasında, onun için kimse bu gücü bırakıp gitmek istemiyor. Oysa rektörlük tek dönem ve demokratik bir sistemle iş başına gelinen bir görev olmalıdır. Güce meraklı, aşiret mantığıyla hareket eden bir toplum olmanın sonucunda müessese değil de kişilere bağlı bir sistem gelişti. Bu nedenle üniversiteler kurumsallaşırsa kişilere bağımlı olmaktan da kurtulabiliriz.’’
Koltuklar ne ballı börekmiş, oturan gitmek istemiyor.
DEMOKRASİ havarisi FP'de, kişi için yasa değişmez, diyorlardı. Büyük lokma ye büyük söz söyleme. Konu Erbakan
olunca, maskeleri düştü.
Nurettin KAPTAN-ANKARA
Paylaş