Paylaş
Diyor ki:
“1983’lerde Turgut Özal döneminden beri İTÜ, yıllarca uzman olduğu uzay ve barajlar konusunda hükümetlerce dışlanarak bu görevler Ankara ODTÜ’ye verilmiş, tüm uzman kadrolar ODTÜ mensuplarınca doldurulmuştur. Bu haksızlıktır.
İTÜ, 1773 tarihinde kurulmuş olup, büyük bir bilgi birikimine sahiptir ve Türkiye’ye çok değerli uzmanlar kazandırmıştır.
İTÜ son yıllardaki üniversite furyasında kurulmamıştır.
1- UZAY-İTÜ: Uzay Fakültesi en az 100 yıllık bir geçmişe sahip olup, Türkiye’nin 2. Uzay ve Uçak Fakültesi, ODTÜ’de 1967 yılında kurulmuştur. 1983 yılından sonra Özal’ın TÜRKSAT A/B/C/D uydularıyla uzay konusu güncelleşmiştir.
İTÜ Makine ve Uzay Fakültelerinde 200 yıldan beri uydular konusunda rasyonel mekanik dersi verilmektedir. Bu dersin dünyada sadece 3 teknik üniversitede verildiğini (İTÜ, Hannover Teknik Üniversitesi ve Paris Ecole Politecnique) 1967’de Paris’teki NASA ile iş mülakatında öğrendim... Ders teorik mekanik olup, uyduların hangi hızla atılırsa, eliptik, parabolik yörüngeye gireceğini vektörel ve yüksek matematikle çözmektir. Bu derse ek olarak hidrodinamik ve aerodinamik dersleri de ayrı ayrı okutulmaktaydı. Aya bu hesaplarla gidilir, başımızın üzerinden geçen uydular bu hesaplarla uçarlar. İTÜ’deki bazı öngörüşsüz hocalar bile, bu dersle güya alay ederek, Prof. Ratip Berker’le dalga geçerlerdi, neye yarayacak diye! Ama 1959 yılında Sovyetler ilk uyduyu fırlatıp, 1961 yılında da Yuri Gagarin’i uzaya gönderince, Batı ‘Sovyetler bizi geçti’ diye panik olmuş, NATO Konseyi devlet başkanları seviyesinde toplanmıştı. Sovyetler Birliği uzay yarışında bir futbol maçı gibi hep önde gideceklerdi. Ve ABD Başkanı Kennedy, 1969 yılında aya gitme kararını almış, bunun için kurulan NASA örgütünün başına da 2. Dünya Savaşı’nda Amerikalılara esir düşmüş, ünlü V1/V2 roketlerinin şefi, Alman Von Braun’u atamıştı.
Von Braun, Amerikan üniversitelerinin matematik, mekanik konularında çok zayıf olduklarını görmüş, hür dünyadan elemanlarla kadro kurulmasını istemişti. Ben de böyle bir ilanla görüşmeye gitmiştim Paris’e. Bulabilirlerse binlerce eleman alacaklarını söylemişti. Görüşmede, NASA yardımcısı Kerry Adams, “Sen tam istediğimiz adamsın, seni işe alıyorum, senin üniversiteyi tanıyoruz, açık çek veriyorum. Ne kadar arkadaşın varsa, hepsini işe alıyorum” demişti. Tabii hiçbir Türk gelmemişti. 11 Temmuz 1969’da aya gidildikten sonra 21 kadar İTÜ’lü NASA Cape Kennedy-Orlando’da çalışacaktır.
İTÜ’nün havacılık ve uzay kariyeri budur. Ve mezunları her yerde aranmaktadır. Hal böyle iken İTÜ ‘uzay’ ve ‘barajlar’ konusunda dışlanmıştır. Beyinler kolay yetişmiyor.
BARAJLAR VE TÜRBİNLER
2- BARAJLAR VE TÜRBİNLER: Türkiye’de 1950 yılında başlayan barajlar hamlesinde İTÜ’lü inşaat mühendisleri başarıyla görev alırken, su türbinleri konusunda da 1950’li yıllarda Su Türbinleri Profesörü Melih Koçer, Başbakan Adnan Menderes’in danışmanı idi ve Dünya Bankası nezdinde Türkiye temsilcisi idi ve Amerika’ya gitmişti. Kendisini 500’er sayfalık 3 ciltlik ‘Su Türbinleri’ kitaplarından tanıyoruz, İTÜ hocaları, hidrolik ve su türbinlerini çok iyi bilir.
Bunu hayatta marka üniversitelerden (BÜ, ODTÜ) mezun mühendislerden işitmişimdir. Su makineleri bilgileri, mübalağa etmiyorum, ancak bir ilkokul hayat bilgisi seviyesinde idi. Sorduğumda “Ne gereği olacak ki, katalogdan bakarsın” derlerdi!
1983 yılından sonra tüm DSİ pozisyonlarına ODTÜ’lü elemanlar getirilmiştir. Kaldı ki 1974 yılında İTÜ ekolünün kurduğu Ankara’daki TEMSAN 5000 kw gücüne kadar su türbin ve jeneratörleri yapmaktadır. Dışarıdan ithal merakından, bugünkü hükümet tüm su türbinlerini ithal etmektedir. Her nutukta “HES’ler yapıyoruz” diye öğünen hükümet, bir tane de su türbinleri yapacak bir fabrika kursa ya!
Uzay ve barajlar konusunda 1983 yılına kadar tek uzman kuruluş olan İTÜ’ye yeniden ciddi görevler verilmelidir.”
(Not: Bu yazı dün gazetelerde yer alan ‘Dünyanın en iyi üniversitelerinin sıralandığı Times Higter Education’ın yaptığı ‘World Reputation Rankings 2013’ listesinde ODTÜ ilk 60 üniversite arasına girdi’ haberinden önce yazılmıştır. Y.B.)
Kadınlar Günü’nde hep acılar hatırlanıyor
Boşanmalarda yine mağdur kadın
BOŞANMA davalarında yetersiz kanuni düzenlemeler sebebiyle özellikle kadınlar ve çocuklar mağdur oluyor. Örneğin boşanma davası açmadan önce mal varlığını elinde tutan eş, malını güvendiği bir kişi üzerine devretmekte veya başkasına satmaktadır. Bu duruma engel olabilmek için alınabilecek tek önlem Aile Mahkemesi’nin verebileceği ihtiyati tedbir kararıdır. Sözgelimi bir daire, başka bir kişi üzerine devredildiyse bu satışı iptal ettirmek mümkün ise de bu yol zahmetli ve uzundur. Bu sebeple bugün önleyici ve caydırıcı yasal düzenlemelere ciddi ihtiyaç vardır. Maalesef boşanma davasında mal kaçırma ile ilgili yasal düzenlemelerimiz hiç de caydırıcı değildir. Oysa ki boşanma davasından kaçırılan bir gayrimenkulü üzerine devreden ve devralan kişiler hapis cezasına çarptırılmalılar. Nitekim pek çok ülkede kaçırılmış bir mal varlığını devreden ve devralan kişiye hapis cezası verilmektedir. Ayrıca böyle bir mal varlığını devralan kişinin de malları üzerine ‘ihtiyati tedbir’ konulabilmektedir. Bu sebeple boşanma davasında mal kaçırılmasını önlemek adına çok daha caydırıcı cezalara ve önleyici tedbirlere ihtiyaç vardır.
Bu yasal düzenlemelere öncülük etme noktasında öncelikle Adalet ve Aile bakanlıklarına çok önemli görevler düşmektedir.
Av. Ozan KAYAHAN
Kınalıada'da top direkten döndü..
“TÜRKİYE’de spora bakış açısındaki çarpık durumu anlatan örnek bu kez ‘da yaşanıyor. Kınalıada Spor Kulübü tarafından Milli Emlak arsası üzerine yapılan 3 katlı Kınalıada Spor Kulübü Kınalıada karakol kullanımına tahsis edildi. Kınalıada’daki deprem hasarlı karakolun yıkılması ve yeniden yapılması gündeme gelince başka yer yokmuş gibi Milli Emlak “Orası bizim arazimiz, gidin el koyun” diyerek Emniyet Genel Müdürlüğü’ne tahsis yazısı gönderdi.
Ancak bundan sonrası Türkiye’deki durumu göstermesi bakımından çok vahim. Kınalıada Spor Kulübü yürütmeyi durdurmak için idari mahkemeye başvurdu. Buna rağmen Adalar Kaymakamı baskı ile kulüp başkanı Osman Özden’e tahliye yazısı zorla imza ettirdi. Defalarca Kınalıada karakoluna çağırılan Başkan Osman Özden, baskılara dayanamayarak imzayı atmak zorunda kaldı.
Kulübümüzün binası merhum Recep Koç’un Adalar Belediye Başkanı olduğu sıralarda, yaklaşık 20 yıl önce, kulüp ile Belediye arasında yapılan işbirliği ile Kınalıada gençlerine kazandırılmıştı. Dönemin kulüp başkanı Onur Belge idi. Onun zamanında Recep Koç’un destekleriyle ve tümüyle kulübün masraflarını yaptığı üç katlı bina olmasına karşın bu hiç göz önüne alınmadı. Bir amatör kulübün dişiyle tırnaklarıyla, binbir güçlükle yaptırdığı kulüp binasına bu şekilde el konması ada gençliğini çok üzdü ve gençler “Yeniden kahveye mi gidelim isteniyor. Bu zorbalıktır” dediler.
Kulüp binası olmadan önce Kınalıada Rum Kilisesi’nin yanında çöp arabalarının garajı gibi kullanılar bir çardak olan yer Koç-Belge işbirliği ile temizlenmişti. “İbadethanenin yanında çöplük olmaz” diyerek kolları sıvayan adalılar kendilerine yakışır bir kulüp binası yapmışlardı. Ancak Milli Emlak karakol yapmak için bir dolu yer varken “Kınalıada Spor Kulübüne el konulması” yazısı verince herkes şaştı kaldı.
Böyle durumlara inanıyoruz ki, Türkiye’nin her yerinde rastlanıyor ve sonra da gençlik spor yapmıyor deniyor. Böyle bir zihniyet ile nasıl spor yapılabilir. Oysa karakolların spor kulübü yapılması beklenirken spor kulüpleri karakol yapılırsa toplumsal sorunlar nasıl çözülür. Durumu saygı ile değerlendirmenize bırakıyoruz.”
Bu bilgileri tabii ki Kınalıada Spor Kulübü yöneticileri verdi. Sorunlarını kime anlatırlar?
Ortaköy’deki Yüzme İhtisas Kulübü de benzer bir ‘numara’ ile ellerinden alınmış; kendilerine söz verilmesine karşın bir yer gösterilmemişti.
Bu yazıyı yazdığımızda Kınalı’dan bir telefon geldi. “Valimiz devreye girdi ve yerin tahsis edilmesi kararından vazgeçildi. Başka bir yer gösterilecek. Valimize bu girişiminden ötürü teşekkür ederiz” dediler.
Kınalı’ya geçmiş olsun...
Belediyelerin ‘kaldırım payını almaması için bir çözüm önerisi
CHP İzmir Milletvekilleri Mustafa Moroğlu ve Alaattin Yüksel “Tarh edilmemiş, tarh edildiği halde tahakkuk edilmemiş veya tahakkuk etmiş ise de tahsil edilmemiş katılma paylarının belediye meclis kararı ile alınamayabileceği” şeklinde değiştirilmesi için bir kanun teklifi hazırladılar.
Moroğlu ve Yüksel; “Tarh edilmemiş, tarh edildiği halde tahakkuk edilmemiş veya tahakkuk etmiş ise de tahsil edilmemiş katılma paylarının belediye meclis kararı ile alınamayabileceği” şeklinde değiştirilmesini öneriyor.
Teklif kanunlaşırsa, Bütünşehir Yasası yürürlüğe girmeden önce İçişleri Bakanlığı tarafından belediyelere gönderilen “katkı paylarını bir an önce tahsil edin” talimatıyla ortaya çıkan ikilem, eşitsizlik ve uygulamada yaşanan sorunlar tarih olacak.
CHP’li Moroğlu ve Yüksel, ’Bütünşehir Yasası’ olarak da nitelendirilen 6360 Sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve KHK’lerde değişiklik yapılmasına dair kanun tekliflerini, TBMM Başkanlığı’na sundu.
Moroğlu ve Yüksel, teklif gerekçelerinde hem belediyeleri hem de vatandaşları zor durumda bırakan mevcut durumla ilgili “eşitsizliğe” dikkat çektiler. Anayasa’nın ‘Kanun önünde eşitlik’ üst başlığıyla düzenlenen 10. maddesi’ne atıfta bulunan Moroğlu ve Yüksel yazılı kanun teklifi gerekçesinde şu ifadelere yer verdiler:
“2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 86’ncı maddesine göre Yol harcamalarına katılma payının alınması zorunluluğu; 06.12.2012 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe giren 6360 sayılı kanunun 28. maddesiyle zorunluluktan çıkarıldı. Yol harcamalarına katılma payının vatandaşlardan tahsil edilip edilmeyeceğine belediye meclislerince karar verilmesi düzenlendi. Belediyeler bir yandan daha önceden tahakkuk ettirilen kaldırım katkı paylarının ödenmesi isterken bir yandan da belediye meclisleri kaldırım katkı paylarının vatandaştan tahsil edilmemesine dair kararlar aldı. (Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır) şeklindeki Anayasanın 10.maddesinin son fıkrasından açıkça anlaşılacağı gibi; herkes herhangi bir ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Bu ilke devlet organları ve idari makamlar için de elbette geçerlidir. Değişikliği teklif edilen madde mevcut hali ile Anayasa’nın 10.maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Anayasa’ya aykırılığın ortadan kaldırılması, uygulamalarla ortaya çıkan eşitsizliğin giderilmesi ve belediyelerin içinde bulunduğu bu sıkıntının çözülmesi için 6360 sayılı yasa ile getirilen düzenlemenin, tarh edilmemiş, tarh edildiği halde tahakkuk edilmemiş veya tahakkuk etmiş ise de tahsil edilmemiş katılma paylarının belediye meclis kararı ile alınamayabileceği şeklinde değiştirilmesi gerekmektedir.”
Paylaş