Paylaş
Aslında geç bile kalındı.
AKP'li Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık, Başbakan'ın isteği üzerine 'milletvekilliği'ne soyundurulurken, başkanın Çorum'dan hemşerisi, devletin kaymakamı İrfan Balkanlıoğlu'nun bütün bu gelişmelerden haberi olmaması vahim bir gelişme değil midir? Özellikle 'uygulamalı din eğitimi'nin başlamasından habersiz olması da...
Okullarda laik eğitim ve 'Tevhidi Tedrisat' (Öğretim Birliği) karşıtı uygulamaların iyice yaygınlaşması endişe kaynağı oluyor.
'BADEM BIYIKLILAR'
DYP'den aday adayı olan Ömer Balıbey'den sonra İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'ne atanan Ata Özer'in getirilmesiyle kadrolar genellikle 'badem bıyıklılar'la dolduruldu.
Geçmiş dönemde farklı siyasi görüşteki öğretmenlerin çoğu 'Eğitim Bir Sendikası'nın çatısı altında kümelendi; daha doğrusu zorlandı. Bunların genellikle 'imam hatipçi, ilahiyatçı veya herhangi bir cemaate yakın' öğretmenler olması dikkat çekti.
"İleriye dönük sistem değişikliğinin" bir parçası olarak nitelendirilebilecek bir atama furyası, bir oyun çerçevesinde gerçekleştirildi.
Bakanlık, iktidara yakın 'yandaşlarını' özellikle Atatürk ilkelerini savunan ve laik eğitime önem veren okul müdürlüklerine yerleştirmek için önce bir atama yönetmeliği çıkardı; buna Eğitim-Bir'in dışındaki Eğitim İş Kolu, Türkiye Eğitim-Sen, Eğitim-Sen ve Memur-Sen gibi sendikalar karşı çıkarak yargıya gittiler ve yönetmeliği iptal ettirdiler. Ancak, iptal kararından önce 800'den fazla yöneticinin okul müdürlüklerine ataması yapıldığından, atananlar yerlerinde kaldı.
EĞİTİM BİR-SEN'DE KÜMELENME
İstanbul'da yaklaşık 2.500 dolayında ilköğretim ve lise bulunduğuna göre, bu son atamalarla bu yöneticilerin neredeyse tamamına yakını 'iktidara adım uydurmuş' oldu. Daha açıkçası 'Eğitim Bir-Sen'in şemsiyesi altına girmeyen öğretmen kalmadı. Çünkü atama korkusuyla çoğu 'araziye' uymak zorunda bırakıldı.
Yargı kararına rağmen bu öğretmenler, koltuklarında görev yapmaya başladılar. En önemlisi atama sırası uygun olan öğretmenler ise mağdur edildiler. 'Dinci' anlayışa karşı haklarını elde edemediler.
Tüm bu atamalar ve yer değiştirmeler bakanlığın talimatı ile yapılırken, İstanbul İl Müdürü Ata Özer, ne yazık ki mağdur öğretmenler lehine 'takdir' hakkını kullanamadı.
ATA BEY SPOR MÜDÜRÜ MÜ?
Bu arada, bütün bu olanlardan habersiz gözüken İstanbul Milli Eğitim Müdürü Ata Özer'in de sorgulanması gerekiyor.
'Eğitim birliği'nden uzak uygulamalara karşı duyarsızlığı dikkat çeken Özer okullardan çok, AKP'li idareci ve bürokratlarla etkinliklere katılıyor. İdareci öğretmenlere İDO'nun gemisinde 'ayranlı-kolalı ve turşu sulu' yemekler veriyor. Ata Özer'in gelmesinden sonra il ve ilçelerde beraber çalıştığı idarecilerin eşlerinin çoğunun artık 'türban' takmaya başladığı Milli Eğitim il binasında dillendiriliyor. Süper Lig'e çıkan Büyükşehir Belediyespor ve Kasımpaşa'nın futbol maçlarını kaçırmıyor Ata... Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın yanından ayrılmıyor. Şehremeni Lisesi Müdürü iken, lise futbol takımının başarılarından öte sosyal ve kültürel hiçbir etkinliği hatırlanmayan Ata'nın, Devlet Bakanı M. Ali Şahin'in kurdurttuğu okul sporları ile ilgili Amatör Futbol Federasyonu Başkanlığı ile belediyeye bağlı Büyükşehir Spor A.Ş. Yönetim Kurulu'nda da görev yapıyor. Ayrıca maçlarda gözlemcilik yapıyor. Sporla ilgilenmekten okullarda neler olduğundan haberi olmuyor; dolayısıyla da Ankara'nın tasarruflarına karşı çıkamıyor.
Spor etkinliklerinden fırsat bulup sorumlu olduğu eğitim kurumlarına eğilirse oralarda laik Cumhuriyet'e karşı neler döndürüldüğünü öğrenebilir.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de, Bağcılar Lisesi'ndeki 'mescit' olayıyla ilgili olarak CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın bu gibi laiklik karşıtı uygulamalar karşısında kaç okulda kaç öğretmen hakkında soruşturma yapıldığı sorularını yanıtlamaktan kaçmamalıdır.
Şükür be!..
BAŞBAKAN, Anayasa Mahkemesi'ni eleştirmekten öte suçluyor.
Bu suçlama karşısında insan "Yüce Mahkeme kararına sahip çıkamıyor mu, yoksa yanlış karar verdiler de onun için mi susuyor?" diye düşünürken, nihayet yanıt geldi; "Suç duyurusunda bulunacağız."
Şükür be!
Amerikan uçakları sınırımızı ihlal etmiş, onun önünde eğilebileceğin kadar eğilip de, kendi Yüce Mahkeme'nin karşısında diklenmenin alemi ne!
C.G.
Biliyor musunuz
- İSİMLERİ bizde saklı bir grup okurumuzun "Prof. Kemal Gürüz, Prof. Kemal Alemdaroğlu ve Uluç Gürkan'ın CHP'den adaylıklarının neden hiç gündeme gelmediğini" sorduğunu... CHP'den; Biga eski Belediye Başkanı Şükrü Kemerli'nin Çanakkale'den; avukat Erbaşar Özsoy, mali Müşavir Çetin Düzce ile eski İstanbul Köy Hizmetleri Bölge Müdürü Muzaffer Ersoy'un İstanbul 1. bölgeden... ANAP eski milletvekili Gürol Soylu'nun 3. bölgeden; DSP kontenjanından avukat Bülent Sarı'nın (28) İzmir 2. bölgeden; 'Bağımsız Adayları Destekleme Platformu'na şimdiye kadar 250 civarında bağımsız adaylık için destek başvurusunun geldiğini, bunlar arasından 75 kişinin 50 seçim çevresinde aday gösterileceğini... 2002'de AKP'den aday adaylığı kabul edilmeyen 'her dönemin adamı' Bahçelievler Milli Eğitim Müdürü Yakup Hayırlıoğlu'nun, AKP'den neden aday olmadığı sorusuna "MHP kökenli olduğum için kabul etmediler" dediğini... ATABE Yayın Yönetmeni Şule Perinçek'in İP Erzincan'dan...
PANO
- İŞTE size AKP ülkeyi sattı diyenlerin üzüntüsünü artıracak bir haber daha. El Maktum, İETT arazisinin parasını gününde yatırmayıp süre istemiş. AKP 'ülkeyi sattığı için' üzülenler, bir de bu satışın peşin değil de vadeli yapıldığını duyunca herhalde öfkeden çıldıracaktır.
Ersoy ÖNGÜN
- BAYRAMİÇ'teki Tahsildaroğlu Süt Ürünleri fabrikası çalışanlarının Türk-İş'e bağlı Tekgıda-İş Sendikası'na üye olmaları üzerine, aralarında bayan işçilerin de bulunduğu 16 çalışanın işine son verildi. İş akitleri feshedilen işçiler fabrika önünde eyleme başladılar.
- KÜRESEL Eylem Grubu'nun G8 etkinliği için yarın 12.00'de Kadıköy İskelesinde toplanılacak ve tekneyle Haydarpaşa Garı'na geçilecek. Bu arada standatlar açılacak. Saat 16.00'da da Barış Manco Kültür Merkezi'nde G8'e karşı konuşmalar yapılacak. www.kureseleylem.org
NOT...
Dünkü 'Geçmiş zaman olur ki..." yazısında HP-SODEP ve CHP-SHP birleşmelerinden sonra adlarını sıraladığımız eski siyasetçiler arasında, 1986'daki ilk birleşmede seçimli ilk genel sekreter Barış Can'ın adını unutmuşuz. Ayrıca DSP'nin 'Çile çiçekleri' grubunda adından söz ettiğimiz Erdal Kalkan değil Erdal Kesebir olacaktır. Düzeltir, özür dileriz.
CHP'den aday olan Sultanahmet Camisi imamından ilginç yorumlar
SULTANAHMET Camii'nde müftülüğün açtığı sınavı 150 aday arasından birincilikle kazanıp 7.5 yıl imam hatiplik yapan, 3,5 yıldır Çatalca'nın bir köyünden Küçükçekmece'ye, Kadıköy'e yapılan sürgün atamalara rağmen her defasında mahkeme kararıyla geri dönen imam Osman Nuri Bedir, olası CHP-DSP oluşumundan aday olmaya hazırlanıyor. Son olarak Danıştay kararıyla Nisan ayında bir kez daha Sultanahmet Camii'nde işbaşı yapmışken istifa edip siyasete soyunan Bedir, sağ iktidarların son 50 yıldır Diyanet'in sorunlarına çözüm getiremediğine, bu kurumdan gelen bir kişinin ilk ve son kez CHP iktidarında bakan olduğuna dikkat çekerek, "Diyanet, ıslah edildikten sonra TRT gibi değil YÖK gibi tüm siyasi müdahalelerden uzak, tamamen özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır" dedi. Bir grup din adamı arkadaşıyla birlikte CHP lideri Deniz Baykal ile birkaç ay önce görüşüp projelerini anlatan Bedir, dünyaca ünlü mabette kravatlı ve sakalsız bir imam istemeyenlerin hedefi haline geldiğini öne sürdü. Bedir, "Bir gün genç bir adam önce 'Neden Atatürk için hutbe okuyorsun?' diye sordu anlattım; ardından kravatımı tutup, 'Bu ne?' deyince hemen camiyi terketmesini istedim" diyor.
7 YAŞINDA MİNAREYE ÇIKMIŞ
Osman hoca alışılmışın dışında, sakalsız, kravatlı görüntü ve duruşu nedeniyle hedef seçildiğini, 4 yıl önce de 'sorunlu personel' olarak görülüp sürgün edilmeye başlandığını öne sürüyor. Babası 40 yıl imamlık yaptığı için 'Baba mesleği' diyor. 7 yaşında minareye çıkmış. "İdealimdeki meslek askerlikti. İmam olmasaydım asker olmak isterdim. Bu yüzden olsa gerek TSK'nın eleştirilmesi beni çok üzer, olmazsa olmaz kurumumuz bizim, hayat damarlarımızdan biridir, korumak kollamak gerekir" diyor. Sultanahmet Camii'ne geldiğinde avluda zurna çalındığını, mabet çevresinin panayırı andırdığını belirten Bedir, camilerde ilk özel güvenliği başlattıklarını, 45 dakikalık hutbeyi 5 dakikaya indirdiklerini, merkezi ezan ve vaaz sistemini anlatıyor, şöyle devam ediyor:
HUTBELERDE ATATÜRK VURGUSU
"Kürsünün, minberin, mihrabın ve minarenin disipline edildiği yıllardır 1998-2002 arası. Sözde değil özde biriyim. Sözü özü bir olmamak münafıklıktır. Ben sabah takım elbisemi giyer kravatımı bağlar öyle giderim camiye. Mevlitlerde Atatürk ve arkadaşlarına mutlaka yer verirdik. Merkezi ezan ve vaazdan bazıları çok rahatsız oldu, işine geldiği gibi konuşamaz oldu. Bunların kalemşörleri de tepkiler verdi basında. Her minareden ezan okunmuyor mu? Tek ezan okunsun, ses kirliliği olmasın, rahatsızlıklar olmasın. Bir gün genç bir adam camide bana 'Siz neden Atatürk'e dua ediyorsunuz?' dedi. Ben de 'Devletimizin cumhuriyetimizin kurucusu olarak dua ederim' dedim. Kravatımı tutup 'Bu ne?' deyince camiden kovdum. AKP iktidar olduktan sonra birdenbire ucube bir görevli olduk. Onların hocası Erbakan bizleri takdir eder. Beni Çatalca'nın bir köyüne atadılar. Bir sıkıntı varsa muadil bir camiye verilebilirdik. Neden bu linç? Burada bir husumetin olduğu aşikar. Mahalle cami imamı olsaydım başıma bunlar gelmezdi. Diyorum ki; Yaşasın adalet, zalimler için yaşasın cehennem"
BAYKAL'A NELER ANLATTI
Siyaseti çoktandır düşündüğünü söyleyen Bedir hoca, CHP lideri Deniz Baykal'la da birkaç ay önce görüşmüş. Bu ziyareti, neden siyasete soyunduğunu şöyle anlatıyor:
"Kurumla ilgili sıkıntıları paylaştık. Çok dikkate şayan bir olay var. Cumhuriyet tarihi boyunca bizim içimizden bir tek kişi bakan olmuş; Lütfü Doğan. Bu sıkıntıları çözmek için bedel ödemiş olmak gerekiyor. Kadro, kurumun işleyişle ilgili, özlük haklarla ilgili sorunlar var. Sayın genel başkanın birkaç yıldan beri yelpazeyi geniş tutma, toplumu kucaklama açılımları var. Sayın Baykal'ı ilk kez bu görüşmede tanıdım, çok sıcak ve samimi buldum. Dışarıdan belki bizler de farklı gördük, böyle olmadığını gördük. Sui zan 'önyargı' haramdır. Sayın Zeki Sezer'i de Diyanet'ten sorumlu devlet bakanlığı döneminden tanıyorum. Kendisi sayın Bülent Ecevit'in tedrisatından geçmiş alçak gönüllü bir insan. Bu dönemin, siyaset tercihimde etkisi vardır. Sağ partiler 50 yıldır iktidar ama kurumun geldiği durum ortada, çözüm üretmediler. Hangi partiden aday oluruzdan öte meslektaşlarımız projelerimizi hangi parti ya da yapıyla uygulayabiliriz derdindeyiz. Bizi aldatmayacak biriyle çalışmak istiyoruz. Dolgu malzemesi olmak istemiyoruz. Diyanet kesinlikle özerk hale getirilmeli. Belli bir ıslah çalışmasından sonra tabi. Ama bugün bir TRT gibi özerk kurum değil, bir YÖK gibi özerk kurum. Her türlü siyasi müdahalelerden uzak, dini inanışlara açık ve temsilcilerinin olduğu, herkesi mutlu edecek bir yapıya sahip olmak lazım. Böyle bir oluşumda varız. Bence son zamanlardaki mitinglerde atılacak en güzel slogan, 'Kur'an bizim din bizim, yaşasın laisizim'.."
Atatürkçülük adına...
ATATÜRK'ün emperyalizm ve kapitalizm konularındaki düşüncelerini Atatürk büstüne yazdıran kaymakam ve belediye başkanı haklarında kovuşturma açılmış... İçişleri Bakanı emir vermiş, Balıkesir Valisi de kovuşturma açmıştır.
Kovuşturma konusu sözler, Atatürk'ün, emperyalizm ve kapitalizme karşı çıkan düşünceleridir. Yani şu sözler:
- İstiklalimizi emin bulundurabilmek için, heyet-i umumiyemizce heyet-i milliyemizce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyet-i milliyece mücadeleyi caiz gören bir mesleği takip eden insanlarız...
Balıkesir'in Balya ilçesi Kaymakamı Kemal Baykal ve Belediye Başkanı Ali Şuuri İnal, Atatürk'ün bu sözleri dolayısıyla sorguya çekilmiştir. Evet Damat Ferit örfi idaresinde değil, Türkiye Cumhuriyeti'nde, Kurtuluş Savaşımızın amaçları suç sayılmaktadır. Hem de bu savaştan yarım yüzyıl sonra.
Kurtuluş Savaşımızın 'anti-emperyalist' niteliği çok partili düzenimizde suç konusu olmuştur artık. Atatürk'ün 'Bursa Nutku' yargılandı, yetmedi. Sahte elyazılarıyla Atatürk'ün adına demeçler düzenlendi, bu da yetmedi... Şimdi de, Kurtuluş Savaşı'nın amacı suç sayılacaktır...
Son yıllarda, Atatürk adı, Atatürk düşmanlarının ellerine geçti. Uluslararası kapitalizmin sürüngenleri, tesbihli-takunyalı gericiler, tabancalı-bıçaklı saldırganlar, hep Atatürk'ün adını kullana kullana devleti işgal ettiler.
- Atatürkçü görüşle...
Bir zamanlar bu sözle başlamayan demeç ve konuşma duyamaz olmuştuk, ne yapılırsa, Atatürk ve Atatürkçülük adınaydı. Muhtıra ile hükümet devirirler, Atatürkçülük adına; hazırol emri ile hükümet kurarlar, Atatürkçülük adına; reform isterler, Atatürkçülük adına; Cumhurbaşkanlığına aday olurlar, Atatürkçülük adına; cunta kurarlar, Atatürkçülük adına...
İşte geldikleri nokta budur: Cumhuriyetimizin genç bir kaymakamı ve bir belediye başkanı Atatürk'ün sözlerini, Cumhuriyet alanındaki büste yazdırdıkları için suçlanıyorlar; dosyalar düzenleniyor, emirler veriliyor, kovuşturmalar açılıyor.
Bu da mı Atatürkçülük adına?..
Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinde "tam bağımsızlık" bilinci yatar. Kurtuluş Savaşı, tam bağımsız Türkiye'yi kurmayı amaçlamıştır. Onun içindir ki Mustafa Kemal:
- Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşıyoruz... demiştir.
Bu suçsa, suç olmayan nedir acaba? İşkence yapmak mı? Gencecik çocukları birbirleri ardından vurup öldürmek mi? Devlet kasasını soymak mı? Nedir suç olmayan?..
Kaymakam ve belediye başkanı, bu sözler yerine, "komünizm her görüldüğü yerde ezilmeli" diye, uydurma sözleri büste kazısalardı, biri hemen vali yardımcısı, öteki de milletvekili adayı olmazlar mıydı?..
Atatürk'ün antiemperyalist ve devrimci yanı, egemen sınıfların bilinçli politikalarıyla, gizlenmek ve örtülmek isteniyor. Atatürkçülüğü, gericiliğin ve tutuculuğun bayrağı yapmak isteyenler, acıyla ifade edelim ki, bu amaçlarında adım adım başarı da sağlıyorlar.
Çağımız kurtuluş savaşları çağıdır. Türk Kurtuluş Savaşı, bütün "mazlum milletler" için örnek olmuştur. Bu savaşım, antiemperyalist niteliği ile Kurtuluş Savaşımızın, devrimci ve ilerici özü, uluslararası kapitalizmin ve çağdışı gericiliğin elinde bozuk para gibi harcanıyor.
Kurtuluş Savaşı'ndan yarım yüzyıl sonra, bu savaşın kutsal amacı suç sayılırsa, söyleyin, 23 Nisanları, 30 Ağustosları, 29 Ekimleri, ne adına ve kim için kutluyoruz?
Hortlayan Damat Ferit midir? Vahdettin midir? Anzavur mudur? Kimdir acaba?..
Dalkan DELİCAN
İstanbul'un olası susuzluğuna sahip çıkmalıyız
MİLYONLARCA vatandaşımızın yaşadığı biricik şehrimiz İstanbul, çok ciddi bir şekilde susuzluk sorunu ile karşı karşıyayken, bizim Büyükşehir Belediyemiz halen yollar, köprüler, toplu konutlar yaptırmanın ve birinci lige takım çıkarmanın derdine düşmüş... Yoksa AKP'nin siyasi ve ekonomi
politikalarının ABD ve AB tarafından yönetilmesi gibi koca şehrimiz İstanbul'un da belediye yönetimi ABD ve AB'nin mi elinde?
Sayın belediye başkanımız lütfen İstanbul'un susuzluk sorunu artık İstanbulluların birinci sorunu haline gelmiştir, vatandaşlarımızı olası bir susuzluk krizine karşı koruyunuz ve ne tür tedbirler gerekiryorsa şimdiden alınız.
Her nedense bizim Büyükşehir Belediyesinin olası susuzluk sorununa karşı yaklaşımı bana hep, Irak'ın işgali sırasında sokaklara bombalar düşerken, bazı Iraklı komutanların halkın arasına karışıp merak etmeyin ABD bize bir şey yapamaz, yıkılmadık ayaktayız söylemlerini hatırlatıyor.
Evet daha fazla geç olmadan cumhuriyetimize sahip çıktığımız gibi İstanbulumuzun olası susuzluk sorununa da sahip çıkmalıyız.
Hükümetimizin, belediyemizin ve vatandaşlarımızın olası susuzluk sorununa karşı alması gerekli her türlü tedbirlerin konun uzmanlarınca TV'lerde tartışılmasına bir an önce başlamalıyız ve bu konuda da ısrarcı olmalıyız.
Göksel KAYA
Asıl haksızlık hangisi?
BUNCA haksızlığın yaşandığı bir ülkede, Başbakan Erdoğan ve partisi AKP, her ortamda, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda' kendilerine haksızlık yapıldığını söylüyorlar. Kime söylüyorlar? Halka söylüyorlar. Sanki bu halk, bizzat iktidar tarafından hiç haksızlığa uğratılmamış gibi, sanki haksızlığın çerçevesini yalnızca iktidar sahipleri çizebilirmiş gibi! Asıl haksızlık hangisi? Meclis'te çoğunlukları varken, hiçbir uzlaşmaya yanaşmayıp, bırakın uzlaşmayı, Cumhurbaşkanı adayını bile son dakikaya kadar yalnızca sayın Başbakanın bildiği bir Cumhurbaşkanlığı dayatmasını yapanlar, sorumlu olmuyorlar, haksızlık yapmıyorlar. Ama bu dayatmayı kabul etmeyen ve çelik çomak oynatılmak istenen bir muhalefet suçlu oluyor, şikayet ediliyor halka! Haksızlık yaptığı iddia edilen onlar mıdır yani? Ankara’nın göbeğinde patlayan son bombayla birlikte, terör belasıyla, işsizlik, yoksulluk ve hırsızlıkla dolu bir karmaşanın içinde yaşam savaşı veren bir halka, haksızlık diye bu ortamda bunları söylemek biraz ayıp olmuyor mu? Asıl haksızlıkları görmek ve göz ardı etmemek gerekiyor aslında...
Nedir onlar bakalım: Asıl haksızlık, bu ülkenin insanlarının teröre yüzlerce binlerce evladını şehit vermesidir. Yaşama hakkının çiğnenmesidir. Asıl haksızlık anaların babaların evlatlarını yitirmesidir. Asıl haksızlık, işsiz yoksul bırakılmış kitlelerin insanca yaşama hakkının olmayışıdır. Asıl haksızlık, hırsızlığın, kapkaçın ve gaspın artmasıyla, insanların can ve mal güvenliğinin giderek zayıflamasıdır. Asıl haksızlık, büyük kitlelerin eğitim ve sağlık haklarından yoksun olmasıdır. Bunlardır asıl haksızlıklar...
Bütün bu haksızlıkları ortadan kaldırmakla, yükümlü ve bu iddiayla iktidar sahibi olanlarınsa, ellerindeki iktidar gücüyle şikayet hakları yoktur. Çünkü orası şikayet etme yeri değil, sorunları çözme yeridir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye bu gün; 'Yaşam Kalitesi' açısından II. Dünya Savaşını yaşamış olan Yunanistan’ın 65, tepesinde atom bombaları patlamış olan Japonya’nın ise 85 basamak altında kalmıştır. Bu ülke için asıl büyük haksızlık budur. Kavga, gerilim ve huzursuzlukla yaratılan ortamlar, Sevr’i gündeme taşımaya cüret eden ve çirkin haritalarıyla bunu ortaya koyan emperyalist güçlerin değirmenine su taşır ancak... Ülkemizin bulunduğu coğrafyada 'Büyük Ortadoğu Projesi' adı altında sınırları yeniden çizmeye çalışan ve ortalığı kana bulayan emperyalizmin, bütün dünyada yarattığı bunca ciddi sorunlar da ortadayken, sanki başka derdimiz yokmuş gibi, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi' konusunu hala gündeme getirmek, bunu yeni seçilecek parlamentoya bırakmamak, hala haksızlıktan söz etmek 'ironi' değil midir? Bunca haksızlığa uğramış ve de uğratılmış bir ulusa, asıl haksızlığın ne olduğunu bilenlere, artık 'haksızlıktan söz etmeyin!' derim ben...
S. Aysel BEREKE
Oy vermeyeceğim
BAŞBAKAN geçen seçimlerde "bu gümrüklerde oy kullanacağınız son seçim olacak" demişti. Kaç kez Almanya'ya geldi gitti, ağzı yırtılırcasına bize "vatandaşlarım" diyordu, ama işte seçim geldi, biz aklına gelmedik. Deniz Baykal, Solingen'de bizlere "kardeşlerim, dertlerinizi sizin temsilcilerinizle birlikte çözeceğiz" diyordu, şimdi sağdan oy kapmak için koşturuyor, onun da aklına gelmedik. Mehmet Ağar, Köln'de "Avrupa'daki vatandaşlarımızın sorunlarını içinizden sizi iyi tanıyanları TBMM'ne taşıyarak birlikte çözeceğiz" diyordu, şimdi sesi çıkmıyor. Zaten her seçimde böyle yapıyorlar. Hepsi kendilerine yağ çekenleri etraflarına topluyorlar. Gazetelerde Avrupadan aday yapılacakları söylenenlerin hangisi bizi tanıyor yani? Para babalarının dışında sorunlarımızı gerçekten bilen, onları anlatabilecek yetenekte olan hangisi? İsim vermek istemiyorum ama hepsi el oğuştururcu. Gerçi burada oy kullanamıyoruz ama değerli isimler olsaydı Türkiyedeki akrabalarımıza, tanıdıklarımıza telefon diplomasisi başlatır, onların aday oldukları partileri seçmelerini sağlardık. 3 milyon adamız burada. Türkiyede toplam 15 milyon sevenimiz var. Örneğin hangi parti olursa olsun Mevlüde Ana'yı aday gösterseydi, Rıdvan Çakır'ı, Kemal Koşan'ı, Hasan Kayıhan'ı, Feridun Zaim'i, Gülşen Sivri'yi aday gösterseydi Eurovision şarkı yarışmasında Avrupa'dan telefonla Türkiye'ye tam puan verdirten Türkler ayağa kalkar,onların aday oldukları illerdeki tanıdıklarımızı telefon bombardımanına tutar, oy yağdırırdık. Madem bizi tanımamazlıktan geliyorlar, izine gideceğim ama hiçbir partiye oy vermeyeceğim.
Tunç ATASEVEN
Paylaş