BİR TV programında ulusal, tarihsel ve dinsel bilgilerden yoksun sıkma başlı iki bayan artık sıradanlaşan bir eda ve küstahlık içinde karanlığın gölgesinde kör cehaletin ıslığını çalıyorlar.
Çağdaş, özgür ve laik Cumhuriyet’i hazmedememiş ve hak edememiş haçlı yobazların yetiştirmeleri, Kemalizm’e ve Cumhuriyet’e karşı hesaplaşmanın siyasal simgesi olan türbanın altında gizlenen gerçek niyetin ve oyunun ne olduğunu boyalı-yamalı ekrandan gözümüze sokuyorlar. Emperyalizme karşı bu ülkenin bağımsızlığını, özgürlüğünü, dinini, yaşamını ve namusunu kurtarmış olan eşsiz önder M.Kemal Atatürk’ten nefret ediyorlar; tıpkı Damat Ferit’lergibi, fetvacıbaşı Mustafa Sabri’lergibi... Ama AB-D gölgesinde yeşeren kanlı şeriatın hamilerinden Humeyni’nin ayak suyunu içebilecek kadar Humeyni severler. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Şevki Aydın, tarihi özeleştirisinde diyor ki: "...Kadın gibi çok önemli bir eğiticiyi varlığından habersiz olacak kadar cehaletin karanlığına gömdük. Bugün toplumdaki sorunların temelinde yatan en önemli nedenlerden birisi bu..." 10 Kasım 1938’den itibaren toplum devrimci-halkçı liderinden ve aydınlanmanın ateşinden yoksun kalırken, bugün cehalet ve karanlık iktidar oldu. Aydınlığa karşı karanlığa sarılmış, ellerinde başkalarına fırlatmak üzere taşıdıkları sıcak bir kömüre benzeyen ateşten öfkelerine fütursuzca tutunmuşlar. Oysa yanan kendileri, farkında değiller. Aydınlık karanlığı ve cehaleti yenecektir.
(Mutlu Çelik’ten okuyalım.)
Ne ararsın Tanrı ile aramda / Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda / Başı açığa neden türban sorarsın?
Rakı, şarap içiyorsam sana ne?/ Yoksa sana bir zararı, içerim.
İkimiz de gelsek kıldan köprüye / Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.
Esir iken mümkün müdür ibadet / Yatıp kalkıp Atatürk’e dua et:
Senin gibi dürzülerin yüzünden / Dininden de soğuyacak bu millet.
İşgaldeki hali sakın unutma / Atatürk’e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çıkardın amma / Baban kimdi bilemezdin şerefsiz.
Uğur SETEN
Biliyor musunuz
GIDADAN tarıma, hayvancılıktan balıkçılığa, ormancılıktan çevre duyarlığına kadar geniş bir yelpazede çiftçilere seslenen Toprak TV’nin, TürkSat 2A Frekans No: 12,647 Polarizasyon Şekli: Vertikal Dikey Sembol No: 3600’den yayın yaptığını... 44. Tekirdağ Kiraz Festivali’nin başladığını... KIRIM Türkleri’nin, Hıdrellez sonrasında kutladıkları bahar bayramı olarak bilinen ’1. Trakya Tepreş’ etkinliğinin yarın Büyükyoncalı-Saray’da yapılacağını (0212-534 92 31)... TÜRKİYE Gazeteciler Cemiyeti’nin ’Babıáli Şenlikleri’nin16 Haziran Pazartesi günü Sultanahmet Parkı’nda başlayacağını (Çiler Turaman: 0212- 513 83 00)... BOĞAZİÇİ Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nin önerisi ve senato kararı uyarınca Fazıl Say’a 19.6.2008 Perşembe günü ’fahri doktora unvanı’ verileceğini...
Dinciliği ülkede DP palazlandırdı
DP’nin Genel Başkanı Sayın Süleyman Soylu’ya sormak lazım: Bütün söylediklerinin doğru olduğunu kabul etsek bile, iki partili dönemde DP ve CHP arasındaki rekabette çeşitli tarikatların ve cemaatlerin oylarının hep DP’ye gitmesinin izahı nasıl olacaktır? Aşırı (radikal) muhafazakárları ve her türlü dini akımları MSP kurulana kadar (bu görüştekilerin DP ve sonrasında AP’nin kendilerini kullandıklarını anlayıp örgütlenmeleri sonucu kurulmuştur) son derece bilinçli bir şekilde kullanmışlar, karşılığında da tabii ki her türlü tavizi vermişlerdir. Yaşı 50’nin üzerinde olan ve objektif görüş sahibi her TC vatandaşı bunu çok iyi bilir. Yılmaz Özdil’in deyimiyle AKP’ye ’rayları döşeyenler’DP ve AP’nin yönetici kadrolarıdır. Sayın Soylu bunları yaşamayanları ikna edebilir. Hem DP, hem de AP bu memlekete ne kadar hizmet etmişlerse etsinler, devrimlerden sonra son derece sınırlı kalmış olan radikal dinciliğin palazlanma ortamının oluşmasının birinci derecede sorumlusudurlar. Bu bir realite ve sonuçtur. Yorum değildir. Kontrol edebileceklerini zannetmişlerdir. Ancak edememişlerdir. Sayın Demirel son zamanlarda günah çıkaran demeçler vermiştir bilindiği gibi... Ama tarih acımasızdır ve çoğunlukla tekerrür de eder. Şimdi de AKP, DP’nin oylarını muhafazakár-liberal masalı ile kullanmaktadır.
Sayın Soylu’nun feveranı da bundan dolayıdır.
Mustafa UÇAN / mucan@baser.com.tr
Hasan Amca’nın keneye karşı bir uygulaması
BENemekli sağlık memuruyum, çoktandır aklıma takılan bir konuyu hem de güncel olduğu için okuyucularınızla paylaşmak istiyorum.
Ben çocukken tahsildar olan babamın görevi icabı gittiği köylerimizden birinde kene sokar. Babam çok hastalanır, o vaziyette atına binerek ilçeye evimize gelir. Başından geçeni kısaca anlatır ve kendisinin de arkadaşı olan, o zamanlar ilçemizde doktor olmadığı durumlarda ilçe doktoru gibi iş yapan ve askerliğini bir askeri hastanede yapmış olan sıhhiye Hasan Amca’yı çağırmalarını ister. Hasan Amca gelir, durumu anlar ve babamın bir kolundan 2-3 defa 5 cc’lik enjektörle kan alıp aldığı bu kanı hemen babamın kalçasından enjekte eder. Aynı işlemi diğer kolundan tekrarlar, adeta babamın kendi zehirli kanını kendisine panzehir gibi kullanır. Babam kısa sürede iyileşir. Bu olayı rahmetli babamdan birkaç defa dinlemiştim.
Olayın tıbbi boyutu var mıdır bilmiyorum. Konuyu araştırmaya değer buluyorum, inşallah olumlu bir sonuç elde edilirse çok mutlu olacağım. Zaten kene sokmalarına şu an tıbben fazla bir şey yapılamıyor. Bu konuda geliştirilmiş ’kene serumu’ veya bir panzehir mevcut değil ve insanlarımız da bir bir kaybediliyor. Pikniğe gitmekten korkar hale geldik.
(Bu uygulamayı yapmaya kalkışacaklar önce bir sağlık kurumu ile görüşmeliler...)