Paylaş
İthal et konusunda bir sahipsizlik ve denetimsizlik olduğu ortada...
Keşke düzgün iş yapılsa, her yazılana karşı ortaya çıkılıp doğru cevaplar verilse... Ne yazık ki henüz böyle bir anlayışımız oluşamadı.
Biz önce ‘kaçak et’ konusunda MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun kaçak hayvan girişinin arttığını gündeme getiren soru önergesine bakalım.
Son olarak Mucur’da Gürcistan’dan getirilen 1100 küçükbaş hayvandan 300’ünün koyun vebasından öldüğünün, İzmir’de bir firmanın yemeklerine at eti kullandığının ortaya çıkması gibi olaylar karşısında bakanlığın yanlış ve hatalı politikaları sonucu duyarsız kaldığını, eleştirilere karşın ortaya yeni bir proje çıkaramadığını belirterek, ithal et konusunda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’e bu konuda çeşitli sorular yöneltti.
Tanrıkulu, bakanlıktan ne yanıt geleceğini bekleyedursun, Trakya bölgesindeki hayvan ithalini izleyen Veteriner İç Hastalıklar ve Psikoloji Uzmanı Prof. Dr. Tamer Dodurka’dan bir mesaj aldık.
AVUSTRALYA’DAN TELEFON
Dodurka’yı Avustralya SBS Radyosu’ndan aramışlar ve kendisiyle bir söyleşi yapmışlar. Ülkemiz mezbahalarında çekilen bazı görüntüler nedeniyle Avustralya halkında rahatsızlıkların oluştuğu, hatta Türkiye’ye hayvan ihracatının durdurulmasının -haziran ayında Endonezya’ya yapıldığı gibi- gündeme gelebileceğini söylemişler ve Prof. Dodurka’ya “ülkemizde hayvanlara işkence edilip edilmediği” sorusunu yöneltmişler. Gerisini Prof. Dodurka anlatıyor:
“Ben de bizim kültürümüzde hayvanlara eziyet ve işkence diye bir şeyin söz konusu olamayacağını, ancak bazı konularda çağın gerisinde kaldığımızı da söylemeden edemeyeceğimi belirttim. Yetersiz de olsa Hayvanları Koruma Yasamız olduğunu ancak çiftlik hayvanlarının bu kanun kapsamı içersinde olmadığını, yeni çıkacak bazı yönetmeliklerle kesim konusunda birtakım düzenlemeler yapılacağını söyledim. Diyanet tarafından ‘Bayıltarak, (öldürmeden) yapılan kesimin dinimiz açısından mahzuru olmadığının açıklanmasına rağmen kesimlerin hâlâ acı veren yöntemlerle yapıldığını’ söyledim. Hayvanların acı çekme süreleri ve bunların bilimsel olarak ispatlanması hakkında bilgi verdim.
‘İhracatın yasaklanması’ konusunda düşüncelerimi istediler. Ben de gerek kesim yöntemlerinin, gerekse de bazı yerlerdeki ahır koşulları ve hayvan nakil yöntemlerinin, genelleme yapmasak da, sayıca az da olsa, ‘hayvan refahı’ ilkelerine uygun olmadığını, ihracatın yasaklanmasının ilgililerin hayvan refahı konusuna daha fazla odaklanmaları bakımından olumlu olabileceğini ifade ettim.”
Tamer Hoca başka ne söylesin ki...
İDO bizi kazıklıyor
ZAFER Salman adlı okurumuz, bir ‘özelleştirme kazığının’ nasıl olduğunu bizzat yaşamış. Herkesi mahcup eder tarzda anlatıyor:
“Özelleştirme, özelleştirme derken oldubitti ile özelleşen İDO meyvelerini biz kullanıcılarına sunmaya başladı! Özde ‘Erken al ucuza al, geç al pahalıya al’ mantığı ile çalışan bir yapıyla hizmet vermeye başladığını duyuran İDO ile Bandırma’dan (23.8.2011) 38 TL’ye İstanbul’a gittim, geriye (24.8.2011) 42 TL’ye döndüm.
Kamu hizmeti verenler için bir hizmet, bütçesi kısıtlı olanlar için makul ve standart olmalıdır. İstanbul Büyükşehir’e bağlıyken İDO bunun aksini yapmaya başladı.
Bayram için önümdeki bayan s45 TL’ye biletini bir hafta önce aldı, bir de bayram sabahı alsa 60’a, belki de 80 TL’ye alacak ya da İDO ile seyahati düşünmeyecekti.
Ben bundan sonra direkt otobüsü tercih edeceğim, çünkü böyle bir parayı veremem.
Kadir Topbaş, İDO’yu satarken (özelleştirirken), Bandırma’da iki emekli öğretmenin gişe memuru ile yaptıkları diyaloğu bir duyabilseydi. Ben duydum, aktarayım:
- Kızım geçen sefer 35 idi, niye 38 diyorsunuz?
- Bundan sonra böyle!.. Bir dahakine ne olur bilemeyiz, alacaksanız acele edin.
- Kızım biz emekli maaşıyla geçinen insanlarız. Bütçemiz kısıtlı, size 3-5 lira az olabilir ama bizim için önemli. Kusura bakma evladım, vaktini aldım.
Düşündüm ve durumu size yazma gereği duydum.
Malum, bu gemileri sadece İzmir, Bodrum, Marmaris’e tatile giden zümre kullanmıyor.
İDO’nun yerli ve yabancı yeni ortakları, yakın zamanda ‘hataları’nı telafi ederler. Etmezlerse, bu fiyatlarla müşteri bulamazlar!”
İDO’nun, 4 milyar dolara satılacağı söyleniyordu.
Ama giden fiyat 830 milyon dolarlarda kaldı. Neden böyle oldu, baştan nasıl bir ‘şişkin’ değerlendirme yapıldı, bilemiyoruz tabi...
İDO-MEY
Konuyu bir başka noktaya getirmek istiyoruz. TEKEL’in satışından sonra kurulan MEY içki şirketi iki kez el değiştirdi. Sarıp sarmalanarak ‘kundak bebek’ yapılan milli içkimiz dünyadaki ‘viskiciler’in eline geçti. Ramazan değil ama Kurban Bayramı’ndan sonra rakıyı, bu milletin kaça içeceğini göreceğiz. Viski eşittir rakı fiyatı olur mu?
Niyet mutlaka budur! Artık Türkler ‘viskici’ olursa şaşmamak gerekiyor.
Toplumumuz, o zaman destek için Yunan ‘Uzo’ ve ‘Barbayani’ rakılarını içmeye başlar herhalde. Onlar ucuz kalacağından, Yunanlılar şimdiden uyanmalı!
Zafer SALMAN
Biliyor musunuz
- BULGARİSTAN’da hâlâ bir ‘efsane’ olarak kabul edilen 3 olimpiyat (Barcelona, Atlanta ve Los Angeles) ve 7 dünya şampiyonu (Bulgaristan’da 2 altın 1 gümüş madalyalı) milli halterci Naim Süleymanoğlu’nun, Bulgaristan’da en çok satan ‘Turd’ gazetesinde yer alan ‘Süleymanoğlu arıcı oldu’ haberinde, Süleymanoğlu’nun Ankara’nın Çalseki Köyü’nde 250 arı kovanı olduğunu ve “Arıcılığı dedemden biliyorum. Her sabah arılarımı ziyaret ederim. Bu işle enerji topluyorum, kendimi iyi hissediyorum. En iyi doping baldır, bal yiyen ilaç kullanmaz” dediğini...
Paylaş