YAZIYA nasıl başlyacağımı bilemiyorum.Büyük bir şaşkınlık ve yeis içindeyim. Buna sessiz feryat veya isyan da diyebiliriz.
Olay veya olaylar zinciri şöyle:
1980 yılı sonbaharında İller Bankası’ndan Karadeniz kıyısında bir kentin yaklaşık 30 km.lik içmesuyu isale hattı yapım işini aldım. 1981 de başladım ve 1983 yılı sonunda bitirerek geçici kabulünü yaptırdım.
1982 yılı baharında hendek kazısı sırasında bir toprak kayması sonunda bir işçimizin ayağında zedelennme olduğu söylendi ve gerekli tedaviler yapıldı. Bizde 126 gün çalışmış
olan işçi bir müddet daha çalıştı ve işten ayrıldı. Bu işçinin şantaj yapması sebebiyle kendisine istediği meblağı verdik ve elinden 29.3.1983’de ibraname vs aldık, yani kısacası mahkemelerde uğraşmak istemedik. Böylece uzlaşma ile mesele halledildi.
Ancak SSK 1.11.1984 de mahkemeye müracaat ederek 930.000 YTL peşin sermaye gelir bağladığını ve 102.600 YTL masraf yaptığını iddia ederek tazminat talebinde bulundu. Bu şahsın sonradan tarlasında çalışıken düştüğü ve sağ bacağını kırdığını öğrendik. Halbuki bizim işimizde sol bacağı incinmişti. İller Bankası ve bilirkişi benim lehime karar verdi ve davayı kazandım. SSK, Yargıtay’a gitti ve karar bozuldu. 2. Bilirkişi %50 bizi kusurlu buldu. Tekrar Yargıtay’a gidildi, bu karar da bozuldu. 3.Bilirkişi bizi %100 kusurlu buldu.Maksat hasıl olmuştu.Bizim hastane raporları bile getirtilmedi ve gözardı edildi.
Ne gariptir ki, SSK avukatı, tatile gittiği yöreden bile nöbetçi mahkemeye dilekçe vererek davayı takip ediyordu. 20.5.1992 de Yargıtay kararı onaylıyor. Herşey bitmiş olan olmuştur. Zaten şantiyemizi 1983 yılında kapamştık, bu kentle iribatımız kalmamıştı.
Bundan sonraki durum daha dikkat çekici. 1992’de,1995de, 1998’de, 2002’de aleyhime davalar açılıyor, ben bulunamıyorum ve yıllarca gıyabımda duruşmalar devam ediyor. Halbuki daha işe başlamadan SSK’ya Maliye’ye ikametgah adresini veriyoruz. Verdiğim bu adreste 1969-1998
sonuna kadar oturdum. Ayrıca İller Bankası’na devamlı iş yapıyorum, oradan veya telefon rehberinden bile bulunabilirim. En nihayet büyük kaçağın ev adresi bulumuyor ve ödeme emri tebliğ ediliyor. 3 milyarı geçen bir ödemeyi çaresiz yapıyorum. Bu arada işyerimin adresini de bidiriyorum. 2002’de açılmış olan dava da 2004’de bitiyor ve 10 milyar lirayı da büyük şaşkınlık, bıkkınlık ve ruhi bunalım geçirerek ödüyorum.
KURTULUŞ YOK
Kurtuluş yok, başvurulacak merci yok.
Bunun yanısıra mahkeme harcı olan 253.000.000 YTL’nin ödenmesi için işyerime Turan Güneş Bulvarı 56/7 yerine 56/70 adresine gönderiliyor. Dağıtıcı bu işyerinde 70 numara yok diyor ve ödeme emrini geri yolluyor. Ancak bu ödeme emri 4 yıl bekletiliyor ve 18.2.2008’de evime getiriliyor.
Yüreğim çarpıyor, ellerim titriyor. Rakkamı görünce yıkılacak gibi oluyorum. Neyse ona da şükür 253,YTL. Vergi dairesi gecikme zammı da dahil 646 YTL alıyor. İtiraz yok. İtiraz edersen mal beyanında bulunacaksın. Ben 2000 yılı başında mücadele gücümü zaten kaybetmişim. Bir de bununla mı uğraşacağım.
ÜLKEYİ TERK Mİ ETSEM
Ben şimdi şunları sormak istiyorum:
1982’deki bir olay 2008’e kadar uzar mı?
O işçi yatalak mı oldu da o kadar tazminat öde!
Bu kadar üzüntüyü bana çektirenlerin bana da tazminat ödemeleri gerekmez mi?
Gıyabımda bu kadar yıl dava devam eder mi?
Benim gıyabımda istedikleri kararı vermişler. Niye gecikme cezasını bana yüklüyorlar?
Maliye alacaklarına ayda binde iki faiz uygulamyı düşünürken benim bukadar yüksek faiz ödemem hakkaniyete uygun mu? Vs..Vs...
Bu ülkeyi terk mi etsem? Ama yaşım müsait değil. Geç kaldım.
Sacit RENDA- İnş.Yük.Müh.
’Ne olur bizi bu rejimden kurtarın’
PKK ana kampına kesin darbe vurulmak üzeydi. Bu darbe vurulsaydı o depolarda Irak’ta kaybolduğu bilinen silahlar ve ABD’nin PKK’yı organize ettiği anlaşılacaktı. Baş aktörün maskesi düşecek dünya kamuoyu önünde prestij kaybedecekti. Başka bir aktör de, PKK’nın bitirilmesi bir çok ülkenin işine gelmiyordu, rant kaybı olacaktı. Bu rantiyecilerin içinde Türkiye’den ortakların olduğu da muhakkak. ABD Türk silahlı kuvvetlerinin bu ortamda PKK ile başedebileceğini tahmin etmiyordu.
Ne acıdır ki TSK eline geçen bu son fırsatı da siyasetcilerin korkaklığı yüzünden kaybetmiştir. Daha nice vatan evladı şehit olacak, zenginlerin çocukları gemicikleriyle oynayıp, mısır patlatarak paralı askerlikle vatani görevlerine devam edeceklerdir.
Başlarını türbanla örterek saçlarının görünmesini önleyen kız ve kadınlarımızın aslında beyinlerini ve kişiliklerini nasıl da küçültüp yok ettiklerini anlayamamaları çok çok üzücü...
2004 yılında dağcılık sporu için İran’a gitmiştim. Tahran’dan Tebriz’e kadar 8 günlük Davamet ve Savalan dağ tırmanışlarımız süresinde görüştüğümüz İranlı bayanlar bizim Türk olduğumuzu anlayınca bilhassa Azeri kökenliler "Ne olur bizi bu rejimden kurtarın" diye adeta yalvarıyorlardı. Tebriz’de otobüsümüzün arızalanması üzerine sokak aralarında girdiğim bir kahvede halkın arasında sohbet ettiğimde bir İranlının, "Mustafa Kemal’in ülkesinden hoş gelmişin" diyerek "Türk parası var mı" dedi. Cebimden çıkarttığım 10 YTL üzerindeki Atatürk resmini öperek koklayıp kalbinin üstünde cebine saklaması ibret alınacak bir vaka idi.
Uyan ey Türk halkı uyan geç olmadan uyan!..
Cafer SUNGUR-
Emekli mimar, 125. dönem İstihkam asteğmen
GÜNÜN SÖZÜ
"Milletvekilliği oylama robotudur, onun için ben sistemden (siyasetten) çıktım."
(İstanbuleski Büyükşehir Belediye Başkanı ve DYP milletvekili)