Paylaş
CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in yanı sıra Çevre ve Şehircilik (Erdoğan Bayraktar), Orman ve Su İşleri (Veysel Ereoğlu), Gümrük ve Ticaret (Hayati Yazıcı) bakanlarına, moloz/hafriyat döküm alanlarının nasıl belirlendiğini, günde 4 bin kamyonla taşınan molozların yarattığı 480 bin TL’lik meblağın nasıl takip edildiğini, moloz taşımacılık ihalelerinde ‘çıkar amaçlı suç örgütü’nün yakalanıp yakalanmadığının açıklanmasını istedi. konuyla ilgili 4 ayrı soru önergesi yöneltti.
İSTANBUL'UN HAFRİYAT ALANLARI NERESİ?
Umut Oran, İçişleri Bakanı Güler’den, İstanbul’da bugün itibariyle belirlenmiş olan hafriyat/moloz dökme alanlarının nerelerde olduğunun açıklanmasını isterken, şu soruları da yöneltti: “Söz konusu belirlenmiş alanlara kimler, hangi koşulları yerine getirerek moloz/hafriyat dökebilmektedir?
- Bu iş için ihaleye çıkılıyor ise her yıl aynı insanların ihaleyi kazandığı iddiası doğru mudur? 1 Ocak 2003 tarihinden bu yana yetkilendirilen, izin verilen şirket ve kişilerin listesi yıllar itibariyle nedir? İhaleleri alanların kabul edilen teklifleri kaçar TL’dir, yıllar itibariyle bu meblağlar kaç TL’dir?
- Moloz/hafriyat döken kamyonlardan her seferinde alınan ücret, bugün itibariyle kaç TL’dir?
Her kamyondan 120 TL alınıyor, toplam 480 bin TL
- Bugün İstanbul’da hafriyat boşaltan her kamyondan 120 TL alındığı ve toplamda bir günde 4 bin adet kamyonun moloz boşalttığı bilgisi doğru mudur? Bu durumda günlük 480 bin TL civarında büyük bir meblağın vergilendirilmesi nasıl sağlanmaktadır?
- İstanbul’da denize moloz/hafriyat dökülüyor mu? Denize moloz dökümü yasak değil mi? Bu nedenle kaç kişi/kurum hakkında son 5 yıl içerisinde işlem yapıldı, sonucu ne oldu?
Trafik iznini kim veriyor?
- Hafriyat/moloz kamyonlarının trafikte dolaşabilmeleri için kimler izin vermektedir? Yakalanan örgüt var mı?
- İstanbul’daki hafriyat/moloz taşıma ihaleleriyle sınırlı olarak son 5 yılda ‘ihaleye fesat karıştırma’, ‘suç örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak’ iddiasıyla yürüttüğünüz tahkikat var mıdır? Bu suç kapsamında hakkında işlem yapılan kamu görevlisi var mıdır?”
NOT: Yıllardır yazdığımız ve Umut Oran’ın gündeme getirdiği ‘vurgun’ hangi AKP’li yandaş ve kurumların cebine giriyordu? Yarın bunu da yazacağız. Şu kadarını söyleyelim, ‘hafriyat inşaat sektörünün eroinidir’.
Gezi’nin faturası imamlara da çıktı
‘GEZİ’nin faturası din adamlarına da çıkarıldı. Dolmabahçe Camisi’nin müezzini, imamı ve Beyoğlu müftüsü görevlerinden alınarak başka yerlere verildi. Eylemler sırasında en çok tartışılan isim olan Dolmabahçe Bezmiâlem Valide Sultan Camisi Müezzini Fuat Yıldırım’ın, Başakşehir’e bağlı Kayabaşı köyüne sürüldüğü öğrenildi. Gezi olayları sırasında camide içki içildiği iddia edilmiş, cami müezzini Fuat Yıldırım ise tüm baskılara rağmen içki içilmediğini söylemişti. Fuat Yıldırım bu davranışının bedelini sürgünle ödedi. İstanbul müftüsünün, “Sen çok yıprandın, seni başka yere tayin edelim” söylemlerine karşı; “Ben hiçbir şekilde yıpranmadım” cevabını vermesinin ardından müfettiş görevlendirildiği ve ‘teftişin selameti’ için müezzin Fuat Yıldırım’ın 6 ay süreyle Kayabaşı köyünde müezzin olarak görevlendirildiği söyleniyor. Dolmabahçe Camisi imamı Halil Necipoğlu’nun tayini ise Zeytinburnu’na yapıldı. Beyoğlu müftüsü Recai Albayrak ise Karadeniz Ereğli’ye tayin edildi.
Yimpaş’tan Aytaç Et’in paralarını istiyoruz
YILDIZ Holding, Yimpaş Holding’in iştiraki Aytaç Et’i 150 milyon TL bedelle satın almış. Yimpaş bu parayı ne yapacak? Yurtdışında yaşayan vatandaşları kandırarak topladığı paraların bir kısmını dahi olsa hemen iade etmelidir. Ocak 2013’te Yimpaş Çorum, 9.4 milyona satılmıştı. Dursun Uyar 9 ay hapis yatarak aklandı mı?
En büyük vurgun Ankara Büklüm Sokak’ta bulunan City Hospital satışında yapılmıştı. Bu satış hiçbir zaman gündeme gelmedi. Hastanenin ederi 10 misli gösterilerek Proma GmbH’a satılmış, bu satış sonrasında Proma kapatılmıştı. Türkiye’de bu konunun üzerine giden birkaç köşe yazarından birisi olduğunuzdan, lütfen bu satışı ve hastane konusunu tekrar haber yapınız.
Mustafa ÇİFTÇİOĞLU-BERLİN
‘Durak doğruları söylemiyor’
AYTAÇ Durak’ın sözlerine atfen ‘Koltuklar ağlamasın” (18.9.2013) yazısına Adana Büyükşehir Belediyesi Meclis Başkan Vekili Mustafa Tuncel, “Üzülerek belirtmek durumundayım ki, beni mahkûm ettirdiği, kendisinin beraat ettiği satırlar doğru bilgileri içermemektedir” dedi. Tuncel’in açıklaması şöyle: “Belediye Meclisi’nde yapmış olduğum konuşmalarla tarafıma açtığı davalardan verilen kısa süreli cezalar ertelenmiştir. Hapis yatmamı ya da Meclis Başkan Vekili görevimi engelleyecek bir durum söz konusu değildir. Zira, Sayın Durak’ın ‘Hepsini kazandım’ dediği davalar kendisi ile benim aramdaki hakaret davaları ile ilgilidir ve Adana Büyükşehir Belediyesi ile alakalı konular değildir. Ve ayrıca şunu bilmenizi isterim ki, Sayın Durak halen 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘çete’ davasından yargılanmakta ve dava sürmektedir. Aytaç Durak’ın dediği gibi ‘Tüm davalardan beraat ettim’ ifadesi doğru değildir.
Almanya’da eski alışkanlıklar yürümüyor
ALMANYA’da pazar günü genel seçim var. CHP Parti Meclisi Üyesi Sayın Ercan Karakaş’ın önceki günkü basın bildirisini okudum. Almanya’daki Türkiye kökenli seçmenler oylarını SPD’ye versin diyor. 40 yıl önceki alışkanlıklıklar değil mi bunlar. Siz Almanya’yı iyi bilirsiniz. Almanya’da Türkiye kökenli seçmenlere akıl verme dönemi bitti. Ayrıca bu başka ülkedeki bir seçime müdahil olmak değil mi? Türkiye’nin anamuhalefet partisinde yönetici olan bir kişinin başka bir ülkenin vatandaşlarına nasıl böyle bir tavsiyede bulunuyor? Türkiye’deki seçimlerde de yabancı bir ülkedeki parti yöneticisi oyunuzu şuna veya buna verin dese ne olur ? Bu arada Karakaş’a şunu iletir misiniz?
CHP’nin yurt dışı örgütlenmesiyle ilgili araştırma yapmak üzere resmi internet sayfasına (www.chp.org.tr) girdim. Bir de baktım ki daha seçim programı 2011 duruyor. 2013 yılına geldik. Sayfa daha güncellenmemiş. İktidara gelmek isteyen köklü partinin internet, sosyal medya gibi konularda yetersiz olduğu apaçık görülüyor.
(Siz ismimi yazmayın lütfen, Ercan bey beni tanır... İyisi mi bir dost uyarısı olarak kabul etsin bunu...)
Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansı
BİR halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz’un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında… Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda. Bir adım ötesini göremeyen Kürt siyasetçilerdi halkta o coşkun hayalleri ateşleyenler.
Son aylardaki gelişmeler bir defa daha gösterdi ki, ne AKP, ne de Kürt siyaset öncüleri çözecek Kürt meselesini.
AKP böyleyken, Kürt hareketlerinin durumu nedir? PKK, BDP, HAKPAR ve KADEP ne yapıyorlar? Kürt meselesini çözecek bir plânları var mıdır? Biz böyle bir plân ve projelerinin olmadığını biliyoruz. Meselenin çözümünü Ankara’ya, AKP’ye havale etmişler. Öyle ki, Abdullah Öcalan’la İmralı’da çektirdikleri fotoğrafları basına vermek için bile haftalardır AKP’den izin çıkmasını bekliyorlar.
SEÇMENE GÖRE SİYASET
Çözümü sağlayacak çok güçlü bir sivil kitle ve birikim varken, işte sözü edilen bu Kürt hareketleri bu dev potansiyeli yıllar boyu yanlış yöntemlerle çarçur ettiler. Dikkatli bir göz, Kürt hareketinin Parlamentoya girdiğinden bu yana meselenin çözümüne değil seçmene göre siyaset yaptığını kolaylıkla görebilir.
Göz önünde olan bir gerçeği artık açıklamakta fayda var:
Kürt siyaset öncüleri varsın, “Kimse bizi kandıramaz, oyalayamaz,” desinler. Göz göre göre kandırılıyorlar. Hem de bir değil onlarca defa kandırıldılar. Geçmişte Genelkurmay ve o dönemin hükümetleri kandırıyordu, şimdi de AKP kandırıyor. Kürt Siyasetinin Kurtlarla Bitmeyen Tarihi Dansı ne yazık ki sürüp gideceğe benziyor.
Mahmut ALINAK
alinakmahmut@hotmail.com
BBC Atatürk Evi’nin restorasyuna tepki gösterdi
SELANİK’teki Atatürk Evi’nin restorasyonunun ‘düş kırıklığı’ olduğunu BBC de gündeme getirdi. Konuyu ta mayısta köşenizden uyarı yapmıştım. Keşke haklı çıkmasaydım. Web sitemizde 21 Mayıs tarihinde yazdığım bir yazı ile özelde mübadillerin genelde ise Selanik’i ziyaret eden yurttaşlarımızın Atamızın evini ziyaret edemediği için “buruk”luk yaşadığını ancak restorasyonun bu şekilde devam etmesi durumunda “hayal kırıklığı”na dönüşeceğini belirtmiştim. Ve bu yazımı mübadil milletvekilleri başta olmak üzere pek çok siyasetçi ve yazara ilettim. Maalesef Hürriyet yazarı Yalçın Bayer dışında kimse gündemine almadı.
Açılış yapıldıktan sonra Atamızın evini ziyaret eden dostlarımdan aldığım geri bildirimler hiç de olumlu değildi, herkes evin ruhunun kaybolduğunu ve TOKİ örnek evine benzediği mihvalinde şeyler söylüyordu. Ancak ben bunları sizlerle bir türlü paylaşamadım. Çünkü bu olumsuz görüşler Selanik’e gidenlerin Atamızın evini ziyaret etmekten vazgeçirebilecek bir hava yaratacağından çekindim.
Diş macunu tüpten çıktı:
Ancak önceki gün BBC Türkçe’de yayınlanan haber gündeme bomba gibi düştü. Ziyaretçilerin memnuniyetsizliği gündeme geldi ve birilerinin kulağına kar suyu kaçtı. Ben hala açılıştan sonra evi ziyaret edemedim, Ekim ayından öncede ziyaret etmem pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle kişisel gözlemlerimi sizlerle paylaşmam mümkün değil ama acil olarak yapılması gerekenin şu olduğuna inanıyorum: Hemen bu işe vakıf ve Atamıza ilişkin ön yargılar taşımayan uzmanlardan bir komite oluşturularak Atatürk’ün özel eşyaları ile zenginleştirilecek yeni bir sergi hazırlanarak ev eski ruhuna kavuşturulmalı.
Ya panolar:
Panolar ve diğer görsel malzemeler ile ilgili aldığım bilgiler ise çok olumlu ancak evin maddi şartları ve zaman kısıtlı nedeniyle ziyaretçiler tarafından tam olarak okunup, izlenemiyor. Atatürk’ün doğduğu ev genelde hafta sonları ve gruplar halinde ziyaret edildiğinden bu süre 1 saate kadar çıkabiliyor ve ev için harcanan zaman 15 dakika olurken, bahçede geçirilen zaman 45 dakikayı bulabiliyor. Bu nedenle bu değerli malzemelerin efektif olarak değerlendirilebileceği bir sergi mekanı daha bulunuyor.
Biz O’na çok şey borçluyuz, hiç değilse evine sahip çıkalım!
Esat Halil ERGELEN-Lozan Mübadilleri Dernek Başkanı
Gökçeada ve Semadirek yeni açılan sınır kapıları ile birlikte yepyeni bir turizm merkezi olacaklar
GÖKÇEADA ve Semadirek ile ilgili yazılarını dikkatle okuduk.
Evet dediğiniz gibi ilk defa Rumlar ve Türkler, Gökçeada’da birlikte uluslararası bir etkinlik yaptılar.
Festival aslında 12 Eylül’de Semadirek’te (Samotraki) başladı. Atina, Selanik, Dedeağaç, İskeçe’den gelenlerle harika bir panel yapıldı. Orada’da canlı müzik (limanda) vardı.
Dans vardı (folklör gösterisi). Enstelasyon da vardı. Barışa sofrayı bizzat Defne’ler kurmadı ama Ada’nın bir çok tavernasında barış sofraları kuruluverdi. Semadirek’in yerel lezzetleri tadıldı. Gökçeada’da (İmroz) ise barışa sofra kuruldu. Ortak lezzet türlü pişirildi, sunuldu.
Gökçeada’da olduğu gibi (Rum köyleri gezildi), Semadirek’de de kısa da olsa bir ada turu yapıldı. Antik kente girdik, müzeyi gezdik.
Gökçeada’da kurabiye ikram ettik. Semadirek’te ise Ada’nın bulunduğu bölgenin otlarıyla üretilen soğuk çay/bitki çayı ve Vergina birası ikram edildi limanda bekleşirken... Bu ikramı Vergina firması festivale hediye etti. Makbule de geçti doğrusu.
Katamaran zulmü yıkıcı değil aksine birleştirici oldu... Özellikle türlü meşakketler çekmiş olan Rumlar ilk defa Türklerle bu çapta bir etkinlik yapmaktan dolayı çok mutlular. Hazırlık safhasında elbette (geçmiş travmalar nedeniyle) çekimser, ürkek davrandılar. Semadirek’te yaşayan Katina Karanikola, İmrozlular Derneği Başkanı Dimitri bey ve eşi, Stelios Berberis çok yardımcı oldular. Bir de tercüman Nerina Köseoğlu’nu anmak lazım. Başarılı çevirileriyle etkinliğe prestij kattı. Zaten şu sırada Deniz Kavukçuoğlu’nun ‘Hüzün Adasında Bir Köy’ (Can) kitabını tercüme etmekte.
Defne’nin yaptığı bu 12. festival ama en önemli festival... Çünkü bir ‘olamaz’ kuralı daha yıkıldı. Kahırlı da olsa Gökçeada gümrük kapısı açıldı. Bu mühim bir adım. İki ada, yepyeni bir turizm merkezi olabilir, olmalıdır.
Katamaranda bizlerle seyahat eden ameliyatlı bel sorunu olduğundan çok ağrı çeken bir ‘İmrozlu’ ihtiyar olan Kosta bey ızdıraplar içinde evine gitmiş yolculuk sonrası. Ertesi sabah Katina hatırını sormaya uğramış ve özür dilemiş. “Ahh demiş Barba Kosta bilsem senin adını listeye yazmazdım. Kusura bakma, bu katamaran seyahati pek zor oldu”. Yaşlı Barba Kosta buna cevaben “Ahhh, demiş, More Katina, kızım ben şu karşıdaki dağlara, adaya 65 senedir bakarım.
Orada ne var diye hep merak ederim. Festival var, tekne var dediniz. Kalktık gittik. Çok zulümlü oldu, çok zor oldu. Yarın bana desen ki gene tekne var ama gene çile de var. Olsun... Kalkar gene gelirim.” Bu gerçek anekdot zaten herşeyi anlatıyor.
Çanakkale’de bir ilk daha gerçekleşti ve en büyük yerel gazete olan Olay gazetesi festivalin ilk günü Türkçe-Yunanca kapak sayfasıyla basıldı. Aynur Ganiler de festival organziasyonunda yer aldı.
İlk defa
İmroz’da ve ilk defa Samotraki’de iki dilde yazılmış metinler var. “İki ada-İki asma” adlı projeler kalıcı eserler. İki ülkeden iki mimar birlikte tasarladılar.
Hem Semadirek, hem de Gökçeada’da kısa sürede pek çok etkinlik yapıldı. Bir çok yeni proje, yeni fikirler doğdu yeni tanışıklıklardan. Son gece dernekte barışa halaylar çekildi. Bu ‘İmroz evi’ kapılarını ilk defa Türk ve Rum ortak bir etkinlik için açtı. En önemlisi, terasta düzenlenen panel konusu ve konuşmacıları ile büyük beğeni topladı. “Bu kadarını ummuyorduk” dediler. Çevre konuları masaya yatırıldı. İstanbul doğumlu tercüman Nerina Köseoğlu simultane çeviri konusunda ustalığını sergiledi, büyük beğeni topladı.
İKİ KÖTÜ İKİ İYİ
Senelerdir sesini duyuramayan Gökçeada’da bu sene iki kötü, iki iyi şey gerçekleşti. Önce kötüleri söyleyelim. Yaz başı bir aşk cinayeti yaşandı. Yaz sonu ise deprem oldu.
İyiler ise; 50 sene sonra Rum ilkokulu açıldı. Defne festivaliyle iki adanın gümrük kapıları açıldı.
Gökçedalılar çevre konusunda duyarlı. Zaten slow city/yavaş şehir olan ada bunu geliştirmek istiyor. Bu şekilde marka olmak istiyor.
Ama son yapılan ucube Masis Otel halen yerinde duruyor. Üstelik full sezon çalışmış. Adalılardan oluşan bir kurulun çarpık yapılaşmayı denetlemesi gerekiyor. Mimar Çelik Avcıtuncer, İstanbul’dan gelmiş ve ada’ya yerleşmiş. Kurul oluşturmak zor değil diyor.
‘Yavaş şehir’ demek, herşey doğal organik, aslı gibi olacak demek. Ada’nın yerel lezzetleri, küçük manav, bakkal, balıkçı dükkanları. Maalesef aksine meydanda ucuzcu süpermarketler, toptancı ucuz mağazalar var. Bunlar hem çirkin hem de yavaş şehir konseptine aykırı şeyler.
Belediye merkezde bulunan binaları taş kaplayabilir. Bir de zengin Rumların yaşadığı, varlıklı bir mahalleyken çingene mahallesi haline getirilen merkez (eski adıyla Panagiya mahallesi)
içler acısı bir halde. Geri dönüp evlerine yerleşen Rumlar tehdit ediliyor, onlara rahat verilmiyor.
Belediye ehil olmayan insanlarla çalıştığı için sorunlar yaşanır. ‘İmrozlu’ Nikos Dulduris bu festivalde iki belediye arasında iletişimi sağladı. Bunu yaparken organize edenlerin uyarılarını kaale almadı ve çok ciddi sorunlara sebep oldu. Bu katamarana Gökçeada’dan neden 160 yolcu bindirildi. Nikos Dulduris sükse yapmak istediğinden ek listeler yapıp kendi dostlarını da çağırmış. ‘Bedava tekne var, gidelim’ olunca ortalık karıştı. Hem yolcuların sayımı, in-bin işlemi uzadı, hem de Semadirek’teki sıfır organizasyonla gelenler kıyameti kopardı. Sadece Defne konukları antik kent ve müze turu yapabildiler. Çünkü bu festival programına koyulmuştu. Ada’da buluan topu topu iki otobüs ve tek rehber bu tur için önceden ayarlanmıştı.
Çok başarılı bir etkinlik olduğu malum. Defne-Dafni dernekleri deneyimli. Operasyonu rahatça yaptılar. Ama uzun sürede, bir çok görüşmeyle hazırlanan bu festivali her iki ada’nın belediyesi iyi kotaramadı. Bir ‘seçim gezisi’, avanta ‘ada seyahati’ olarak pazarladılar ve işin altında kaldılar. Niko Dulduris’in işgüzarlığı ile Semadirek’ten ada’ya gelen Yunanlılar gece yarısı sokaklarda kalacakları oteli aradılar. Küfürler, bağrışlara karıştı. Bunu -güya- organize eden Nikos ise katamarandan iner-inmez davet ettiği Yunanlı konuları bırakıp evine kaçıvermişti. Defne Derneği genel sekreteri bu konukları kendi otobüsleriyle alıp merkeze indirdi, otellere dağıttı. Bir de hakaret işitti. Bu aslında uluslararası bir skandal. Otel var, otobüs var, organzaisyon oldu-bitti zihniyetiyle iş yapılmaz. Organize etmek için genç, dinç olmak lazım. Kulakların iyi işitmesi, bacaların iyi koşması lazım. tecrübe lazım. Kendi köyünün kendi bahçesinde iki-üç konser düzenleyenler kendilerini seyahat acentası sanarak ortaya çıktılar. Gökçeada Belediyesi de bunlara işi emanet etti.
Şu anlaşıldı ki, her iki ada’nın alt yapısı ve deneyimi bu tür projeler için yetersizdir.
Gökçeada belediyesi çevre konusunda da daha duyarlı olmalıdır. Ada’da bulunan ‘Gökçeada Çevre Derneği’ duyarlıdır . Fakat sesini duyuramıyor. Katina Karanikola’nın yazı işleri müdürü olduğu Çevre dergisi zar zor basılmaktadır. Destek beklemektedir. Bu konuda gazeteci Celal Başlangıç güzel destek projeleri geliştirmiştir. Rum malları halen yağmalanıyor. Merkeze TOKİ’nin gireceği söylenmişti. AVM yapılması ihtimali adalıları ürkütüyor.
Çevre dergisine ve derneğine el verelim.
Nilüfer TARİKAHYA
Paylaş