EGE turizminin gözde merkezi Göcek’te dört marina var; ikisi özel, diğer ikisi de günlük tekneler için Göcek Belediyesi’nin... Savarona yatı Göcek koyunun önlerinde demir atmış, içinde bir hareketlilik görülmüyor.
Belki de uyuyorlar; çünkü bir ‘Arap şeyhi’ tarafından kiralanmış Atatürk’ün yatı... Özal döneminde kiralanmaya başlanmasıyla kimlerin elinden geçti Savarona... Kanarya Adaları’nı bile gördü... Kaderin cilvesine bakın, şimdi kimlere hizmet ediyor.
Göcek koylarında Savarona gibi onlarca yat olsa keşke. Çünkü parayı en çok bu tekneler bırakıyor.
Henüz bu konuda bir yatırım gözükmüyor. Göcek’te TİGEM’in elinden alınarak Orman Bakanlığı tarafından geçenlerde ihaleyle kiraya verilen bu güzelim koy, bir gün yat limanı olabilir mi? Ortaya çıkan söylentileri dikkatlice izlemek gerekiyor.
Göcek’in koylarının ‘rengi’ biraz değişmiş gibi... Çünkü Göcek’te henüz bırakın kimyasal bir arıtma tesisini, fizikseli bile yok. Göcek’in kanalizasyonu hálá koya akıyor, kokular saçarak. Yüzlerce motor, tekne ve yat, sintinelerini göz göre göre denize salıyorlar.
Daha ‘çevresever’ yatlar ise, mazot parasına kıyıp açıkta yapıyorlar bu işi... Bunlar üzerine kafa yorulmuyor, bu vahim durum sorgulanmıyor.
Ege ve Akdeniz’in bütün koyları da öyle, oteller bile denize şarj ediyor atıklarını. Akıntı etkisinden uzak iç koylarda, denizin rengi gittikçe ‘berraklıktan’ uzaklaşıyor.
Yarın Göcek’ten ‘mavi bayrak’ alınır, AB’den bu konuda uyarı gelirse kimse şaşırmasın.
Yani durum vahimdir; geliyorum diyen tehlike ortadadır.
Muğla’nın kıyılarındaki yerleşim alanları ‘çirkinlik’te birbirleriyle yarışıyorlar.
Göcek’ten Fethiye’ye, Marmaris’ten Datça ve Bozburun’a giderken ‘vatan toprakları’nın imar hareketleriyle bu kadar tahrip edilmesi, dünyanın hiçbir yerinde görülemez.
Türkiye’de arazi ve arsalar, miras hukuku nedeniyle zaten küçük parçalara bölünmüş, bir de onun üzerine ‘ucube’ bir şeyler yapılmış. Yıllardır bunlar nasıl yapılmış, kimler izin vermiş; rant kimlerin cebine girmiş; ne yazık ki bütün bunlar Türkiye’de hiç sorgulanmadı.
Devletin de, yerel yönetimlerin de ‘kolektif suçu’ bunlar. Rant hepsinin belini bükmüş.
Marmaris ‘gelişe gelişe’ Kuşadası olmaya aday yakında.
Bozburun ve Hisarönü (Selimiye, Orhaniye) koylarında da aynı çirkinlikler göze çarpıyor. Her adımda başka bir yapı ile karşılaşılıyor. Koylardaki tekne yapım atölyeleri niye bir araya toplanmaz, onlara bir yer gösterilmez. Plan, proje üretilmesi bu kadar zor mudur?
MICHIGAN’DAN BİR TÜRK
Michigan’da (ABD) 47 yıl psikiyatr olarak çalıştıktan sonra Selimiye’ye ‘Palmetto’ adlı butik bir hotel kazandıran Prof. Dr. Erol Uçer de aynı sorunlardan şikáyetçi. ‘Deniz her yıl kirleniyor, kaçak inşaatlar sürüyor. Denetimler maalesef yeterli yapılamıyor, ülkemiz her gün çirkinleşiyor’ diyor.
Koya bakan antik kaleyi ve koydaki küçük bir adayı (belki 50 metrekare) göstererek, ‘Türkiye’nin batı bölgesinin en ilgi çekici kalıntıları bunlar; ne yazık ki tahrip ediliyor, bozuluyor. Turist, buranın temiz doğası ve güneşi kadar antik kentleri ziyaret için de geliyor; ama biz hiçbir şey yapamıyoruz. Buranın çevre düzenini, temizliğini yapayım, elektrik getireyim, aydınlatayım, bunun geliriyle de yoksul çocukları okutalım diyorum. Hizmet üretmeye ve güzellik yaratmaya kimse yanaşmıyor nedense. Yazı yazıyorsunuz, cevap verilmiyor. Ne yazık ki, 1959’da ayrıldığım ülkemi ve vatandaşlarımı bulamıyorum’ diye ekliyor.
Koyun tepelerinde bir tek ağaç yok. Zeytin ve badem ağacı dikmek o kadar zor mu?
Uçer, yazları burada yerli ve yabancı turistlere hizmet vermeye çalışıyor, kışları ABD’de geçiriyor. Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün çağrısı üzerine Türkiye’nin siyasi ortamından rahatsızlık duyduğu için Halkın Yükselişi Partisi’nde görev almış. HYP’nin 51 ilde örgütlenmesinin tamamlandığını, alacakları bir otobüsle ramazan ayından itibaren yurdu taramaya başlayacaklarını anlatıyor.
Bu arada Amerika’daki Türk arkadaşlarından, ‘Hawaii gömlekli’ Nejat Mutlu’yu ‘Aloha’ sesiyle bir anda karşısında görüyor. Belki 40 yıllık dostlar. O da Detroit’teki Chrysler merkezinde çalışıp emekli olarak yurda dönmüş ve Bodrum’u kendisine mesken edinmiş. Çok renkli, üretken ve Amerika’daki Türkler gibi aktif bir kişi. O da Türkiye’deki duyarsızlığa karşı tepkili.
ÇYDD, Bodrum Sağlık Vakfı, Engelli Çocuklar Rehabilitasyon ve Eğitim Merkezi’nde görev yapıyor. Yerel bir radyoda da Latin ve caz müziği programları yapıyormuş. Antik tiyatrodaki Bodrum Açıkhava Konserleri’nin düzenlenmesinde emeği geçen bir kişi olarak, Türkiye’de sivil toplum örgütlerinde görev yapmak isteyenlerin çoğunun gönülden çok ‘gösteriş’ için görev yapmasına kızıyor.
Türk turizmi üzerine yazacak daha çok şey var.
İki ders
Prof.Erol Uçer, Amerika’daki iki uygulamayı bizlere ders için anlatıyor:
Amerika’da sahillerin 15 mil içinde herhangi bir tekne bir poşet atarsa, uydudan takip edildiği için sahil muhafaza tarafından derhal o tekneye el konulur. Sahibine de başta hapis cezası olmak üzere ağır para cezası verilir.
Muayenehaneme bir gün vergi memuru geldi. Yaşı 30 bile yoktu. İlk sözü ‘Bana sakın kahve, çay ikram etmeyin. Ayrıca uygunsuz bir teklifte de bulunmayın’ dedi. Yanında sandviçini de getirmişti. Nitekim büromda bir hafta kalarak normal mali denetimini yaptı. İstediği her dokümanı önüne koydum. Soracaklarını da yeminli mali müşavirime sordu. Sabah gelirken ‘good morning’, akşam çıkarken ‘bye bye’ dedi. İşini bitirdiğinde teşekkür ederek mutlu bir şekilde gitti.
Afet ve vergi
ABD Başkanı Bush, afet sonrası New Orleans’ı yeniden inşa etmek için vergi arttırımının söz konusu olmayacağını, masrafların karşılanması için devlet harcamalarının azaltılacağını söylüyor.
ÇORUM-AKBANK şubesine bir yakınımın kredi kartı borcunu yatırmaya gittim. Gişe görevlisi, kendi adıma olmayan kredi kartı için komisyon alacağını söyledi. Kart sahibinin hastanede yattığını söyledim. Bu seferlik komisyon almayacağını, bir daha olursa alacağını söyledi. Halbuki kartın hesabı bu banka şubesine ait. Bankalar böyle davranarak ticari ahlakın istismarını yapmış olmuyorlar mı?