DERSİM meselesi ortaya atıldı, isyancıları kutsama ve Cumhuriyetin ilk yıllarını ağır töhmetler altında hırpalama faaliyeti başladı.
Bir adım ötesi hedefe Mustafa Kemal’i koyacaklar. Şimdilik ‘manevi çocuğu’ndan başladılar. Hukukçu dostumuz S.Ö. böyle diyor: ”Başbakan partisinin il başkanları toplantısında, Dersim’in mağdurlarından, ailesinden koparılmış kız çocuklarından, aileleri dağılmış günahsızlardan özür diledi, âlicenaplık yaptı... Dönemin mağdurları için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Fakat bu özür Dersim isyanları gerçeğini gizleyemez. İsyan eden aşiretlere teşmil edilemez. 1847’den itibaren Dersim’de merkezi otoriteden bağımsız olarak aşiret düzenlerini devam ettirmek için devamlı kıyam etmiş (isyan etmiş), feodal ağalar, şeyhler, şıhlar ve aşiretler de bu tartışmanın bir başka yanı olduğu gerçeği de unutulmamalı. Başbakan isyan bastırılırken meydana gelen adaletsiz uygulamalar için TBMM çatısı altında grup toplantısında devlet adına özür diledi. (Devlet adına hangi tarihsel gerçekliğin zorunlu sonucu olarak ve hangi yetki ile, bir Meclis kararına mı yoksa Bakanlar Kurulu kararına mı dayandı? Bu şahsi bir özür müdür, orası anlaşılamadı.) Devlet teorik ve pozitif olarak yanlış yapabilme ihtimali yüksek olan bir yapıdır, 21. yy’nin en modern devletlerinin Ortadoğu’da, Uzakdoğu’da, her nerede ise -fazla geriye gitmeden- yaptıklarına ve yapmakta olduklarına bakılırsa durum daha net anlaşılabilir. YURTDIŞI TEZGÂHLARI Irak’ta kaç kişi hangi nedenle katledildi? Bir milyona yakın Müslüman hangi nedenle olursa olsun öldürüldü, bu Müslümanlığa karşı bir soykırım suçu mudur yoksa Müslümanlar üzerinden, ‘insanlığa karşı suçlar’ kapsamına mı girmesi gerekir? Irak işgali konusunda kim kimden özür dileyecektir, soruları çoğaltmak mümkündür. İktidar açılımı dağdan başlattı, Tunceli’den sürdürüyor. Ne Dersim’in isyancılarının geride kalanlarından, ne de Kandil’in isyan edenlerinden bir özür emaresi yok bugüne kadar... Türk milletine karşı her daim haklı ve devlete karşı hep alacaklı görünmek mi istiyorlar? Ne tuhaftır ki böyle bir önkabul algısı bazı çevrelere yerleşmiş durumda. Yurtdışı ‘tezgâhlara’ göre Türkiye Cumhuriyeti zaten ezelden ebede hüküm giymiş vaziyette, yüzleşmeyi, özür dilemeyi -isyan gerçeği üzerinden yaparken- dikkatli olmak lazım!
DP ve Bayar nerede
ALEVİ-Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Yönetim Kurulu, “Özür dilemek bile politik oyunlara malzeme ediliyor” diye bir açıklama yapmış; bazı çarpıcı alıntılar şöyle: Bilinçli olarak gündeme getirilen ‘Dersim katliamı’ tartışmaları acı bir gerçeği bir kere daha gün yüzüne çıkarmıştır. Ne yazık ki devleti temsil eden zihniyet ‘Özür dilemek’ gibi insani, vicdani bir olguyu bile “Gerekirse yaparız” anlayışı ile ifade ediyor. Dersim katliamı, 1937-1938’de başlayıp bitmemiştir. Dersim katliamı, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi boyunca devam eden etnik, inançsal ve kültürel bir yok etme planıdır. Farklı olanı kuşatmak, egemen zihniyetin politikaları ile “Kendine benzetmek”, bu da olmadıysa “yok etmek” her dönemde egemen asimilasyoncu ve tekçi zihniyetin temel politikasıdır. Bu gün Dersim katliamı için “gerekirse özür dileyen” zihniyet bırakınız 74 yıl öncesini, 33 yıl önce Maraş’ta ve Malatya’da, 31 yıl önce Çorum’da... 18 yıl önce Madımak’ta yaşanan katliamlar için ne yapmıştır? 2009’da sözü edilmeye başlanan ‘Alevi açılımı’ hangi hakları tanımış, hangi demokratik ortamı yaratmıştır? BAYAR VE EKİBİ Başbakan (...) CHP’den beklediği özürü her fırsatta mirasını sahiplendiği Demokrat Parti ve zihniyet olarak onun devamı niteliğindeki diğer partilerden de beklerdi. Çünkü, katliam belgelerinin altında İsmet İnönü’nün imzasının yanında Celal Bayar’ın da imzası vardır ki, Başbakan aktif rol alan Bayar ve ekibini bu özrün dışında bırakarak samimiyet derecesini ortaya koymuştur. (Maraş katliamının 33. yıldönümünde 25 Aralık’ta yitirdiğimiz canları anmak için Maraş’ta buluşalım.)
‘Potamyalı’ Ali Topuz
ALİ Topuz’la (80) üç yıl önceki bir karşılaşmamızda “Anılarımı yazıyorum” demişti. Artık aday olmayacaktı, olmadı da... CHP’nin yaşayan en büyük ‘abi’lerindendi. Kaç genel başkanla siyaset yaptı; İsmet İnönü’den başlarsak Bülent Ecevit, 12 Eylül sonrasında Cezmi Kartay, Erdal İnönü, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin, Aydın Güven Gürkan, Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu... Önceki gün bizim Serpil, geçenlerde kaybettiğimiz değerli gazeteci Hikmet Bilâ’nın söyleşi ile yaptığı Ali Topuz anılarını iki kitap halinde önümüze koydu. Yani bir ‘nehir söyleşi’ biçiminde ‘Ali Topuz-Düzeni Değiştirmek’ adlı iki kitap 1000 sayfayı aşıyor. Kendisini kitap yazmaya Taha Akyol teşvik etmiş. “Rize’nin neresindensin?” diye sormuş Bilâ... Topuz da güçlü bir sesle şöyle cevap vermiş: “Rizeli olmaktan da, Potamyalı olmaktan da Kanbozlu olmaktan mutluyum ve gururluyum!” Topuz’un anılarından, siyasilerin -özellikle CHP’lilerin- öğrenecekleri çok şey var.
Ben pinpon topu değilim
“7.5 senedir nasıl pinpon topu gibi benimle oynandığını bir ben biliyorum. Kabul etmeyen genel müdürler, suratını ekşitip ‘Nereden geldi bu adam’ diyenler. Bunları yaşadım, yaşıyorum. Ben İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, Türkiye’nin 3. büyük kentinin başkanıyım. Ben neyim? Ben vatan haini miyim? Hiçbir kurum ve kuruluş, Büyükşehir Belediyesi kadar lime lime, delik deşik edilmedi, aranmadı, sorgulanmadı. Bundan böyle yapılan haksızlıkları sineye çekmeyeceğim. Artık susmak yok! 7.5 sene sineye çektim, daha çekmeyeceğim. Sanıyorlar ki Aziz Kocaoğlu mücadele etmeyi bilmiyor. Biz 64 yıllık hayatımızda bütün zorluklardan geçtik. Mücadele etmesini de biliriz. Aç yatabilirsiniz, yarı tok yatabilirsiniz, işiniz bozuk olabilir, işsiz kalabilirsiniz, ama adaletsiz yaşayamazsınız.” (İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu)