Paylaş
Kant’ın ‘Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası’ dediği adalet, Platon’da ‘herkesin bulunduğu sınıfa uygun davranması’, Aristo’da ‘orta yolu bulma’, tektanrılı dinlerde ‘Tanrı’nın emirlerinin mutlak uygulanması’, modernitede ise toplumsal sözleşmeyle kurulan devletin yargı erki vasıtası ile pozitif hukuku tüm yurttaşlara eşit uygulaması biçiminde konumlanır. Esma-i Hüsna’nın temeli
Al-Adl’dır. Allah adildir ve adili sever, o yüzden de El-Hakk’dır. Hukuk, hakkın çoğuludur. Gazali ‘Adil olmayan bir iktidarı değil, dinsiz bir iktidarı yeğlerim’ der. Şair ve ozanlar adaletsizlikleri ‘Gün gelir divan kurulur’ meselindeki gibi eleştirirler. Tarih kadar Susurluk’tan KCK’ya, Balyoz’a ve Ergenekon’a kadarki Türkiye günceli de bu eleştirilerden nasibini epeyce alır.
Taraftarları ve karşıtlarıyla Ergenekon davası, 5 yıllık bir süreçte sonuçlandı. Çok şey konuşuldu ve yazıldı. Bundan sonra da çok şey konuşulacak, yazılacak. Bu davanın her bir sanık ve yurttaş için bireysel bir anlamı olabilir, olmayabilir. Sevinenler ve kızanlar bu bireyselliği iç dünyalarında yaşıyor olabilir. Benim ilgim, kişilerin acılarını göz ardı etmeden tamamen bireysellikten uzak genel bir hukuk ve demokrasi meselesini düşünmekle sınırlı.
Nasıl ki bir devlet, ülkesinin belli bir coğrafyasına haklı-haksız demeden sürekli ve topyekûn bir şiddet uyguladığında, haklılık düşünülmeden bu iş sorgulanırsa, o meselede ‘Bunlar terörist’ diyerek bir meşruiyet sağlayamazsa (ve sağlayamadıysa), hukuk rejimi de usul ve esasa istediği kadar riayet etsin veya etmesin, ‘adalet duyuşu’yla ilgili en ufak bir yakarış olduğunda meşruiyetini yok eder. Toplumun yarısı ya da azınlığı, hukuk normunun uygulanmasına ilişkin sürekli ve derin kaygılar taşıyorsa, burada ‘hakkaniyet’ ölçütü tahrif olmuş sayılır.
O noktadan sonra hukuk kararlarının haklılığı-haksızlılığı tartışılmaz olur.
Medyadaki ve toplumdaki birbirine tamamen karşıt yorumlar ‘Demokrasi kazandı, darbeciler ve mafya kaybetti’ ve ‘Demokrasimiz, ordumuz, aydınlarımız esir alındı’ karşıtlığı siyasi taraflıktan öte, toplumun hukuk normu ve adalet duygusu ile ilgili nasıl parçalandığına işaret eder.
Demokrasinin birinci koşulu ve olmazsa olmazı azınlıktakilerin yaşatılması (çoğulculuk) ve adaletin (hukuk devleti) teminidir. Özgür seçimler ve sivil hükümet bunlar varsa ancak anlamlıdır. Adalet duygusuyla ilgili şüphenin gelişmesi iktidarla beraber demokrasiyi de zayıflatır. Bu durum sivil siyaset açısından askeri veya bürokratik darbe kadar tehlikelidir. Bu nedenle Ergenekon kararının hukuki olup olmadığını tartışmanın artık bir önemi yok. Önemli olan tahrif olan ‘adalet duyuşu’nun toplumda tekrar nasıl inşa edileceğidir.
Demokrasiyi savunan herkes, demokrasinin koşullarının gerçekleşmesi için gereken ortak teorik ve pratik hassasiyeti geliştirmediği sürece demokrasiden hep uzak kalınacak. Her iktidara gelen, devletin gücünü diğerleri aleyhine kullanacak, biri dün şiir okuduğu için hapse girecek, diğeri bugün biraz maceraperest bile olsa gazetecilik yaptığı için mahkûm olacaktır.
Rövanş geleneği ile adalet duyuşu asla örtüşmez. Demokrasi de darbecileri yargılamakla gelmez. Dünyada ciddi teknolojik, ekonomik ve siyasi değişimler olurken, 21. yüzyılda Türkiye gündemi bu olmamalıydı.
S.T.
GÜNÜN SÖZÜ
“Hükümet, Ergenekon’dan sonra Gezikondu’ diye ikinci bir arayışta mıdır?”
(O. Faruk Loğoğlu)
27 Mayıs ve İstiklal Mahkemeleri’nden geri
KURTUL Altuğ (Sözcü): Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlar yok sayılarak özel yetkili mahkemelerin önceden aldığı karar, açık olmayan bir yargılamayla bir hukuk rezaleti şeklinde dünyaya ilan edildi. Çok özel mahkemeler gördük. 27 Mayıs Yüksek Adalet Divanı’nın kararları bile böyle alınmadı. Geçmişte alınan İstiklal Mahkemesi kararlarının böyle bir baskı altında alındığını, en azından tartışılacak kararlar olduğunu tarih yazar.
Zulmün temyizi yoktur
Ali Sirmen (Cumhuriyet): Zulmün temyizi yoktur.
Ergenekon davasının da temyizi falan yoktur. Tıpkı Balyoz davasının da olmadığı gibi.
Yeniçağ: “Maksat hasıl oldu! Washington’da başlayan süreç; Silivri’de bitti”.
Sol gazetesi: “Ergenekon davasında beklenen karar. HÜKÜMSÜZDÜR!”
Fatih Altaylı (Habertürk): Keşke bayram geçseydi. Sanıkların bazıları hatta pek çoğu için üzüldüm.
Birgün: (Ağırlaştırılmış intikam)-Kontrgerilla ile AKP muhaliflerinin bir arada yargılandığı Ergenekon davasında gazeteci ve akademisyenlere ağır cezalar verildi. Hukukçuların ‘tiyatro’ olarak nitelediği davada izleyiciler bile cezasız kalmadı.
Nuray Mert (Birgün): (‘Ergenekon efsanesinin sonu’ başlıklı yazısından) “Ergenekon davası, büyük ümitlerle başladı, nihayet balon patladı.”
Mehmet Tezkan (Milliyet): “Tutuklanmasını bile ağır bulduğumuz, tutuklanmasına bile anlam veremediğimiz insanlar müebbete mahkûm oldu. Ama kimin neden mahkûm olduğu, kimin ne suç işlediği yine anlaşılmadı.”
Mahmut Övür (Sabah): “70’ler, 80’ler ve 90’larda yapılan katliamlar, faili meçhul cinayetler, darbeler ve darbe girişimeleri de öyle. Hangisinin hesabı sorulabildi? Hiçbirinin. Ergenekon terör örgütü davası bu açıdan bir ilk. Böylece devlet kaynaklı bir terör örgütü tanımı da ilk kez siyasi literatürümüze girdi.”
Taraf: AKP’ye göre olumlu CHP’ye göre taraflı
Yurt: Ergenekon’a da balyoz
TSK’yı tasfiye kararı 2007’de alındı
ASLAN Bulut (Yeniçağ): ‘Ergenekon ile nereye varıldı?’ başlıklı yazısında “Ben Ergenekon kararını eleştirmiyorum. Çünkü karar 2007 yılında verilmişti! Türk ordusunda tasfiye yapılması kararı, Fehmi Koru’ya göre 2007 yılında Bush-Erdoğan görüşmesinde kararlaştırıldı. Daha sonra Amerika’dan bir savcı gönderildi ve cadı avının nasıl sürdürüleceği, özel yetkili savcılara anlatıldı. Operasyonlar bu hazırlıklardan sonra başlatıldı.”
İki genelkurmay başkanını Erdoğan atadı, biri mahkûm oldu, diğerinin ifadesi dahi alınmadı
ERGENEKON kararından önceki duruma bir bakalım:
Başbakan’ın imzasıyla Genelkurmay Bakanlığı’na atanan İlker Başbuğ, müebbet hapse mahkûm oldu.
Yine Başbakan’ın imzasıyla atanan eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay’ın internet sitesine muhtıra koydu; Türkiye’de büyük tartışma yarattı ancak ifadesi bile alınmadı.
Her iki Genelkurmay Başkanı görevde iken İç Hizmet Kanunu madde 35 yürürlükteydi.
35. madde yeni değiştirildi... Silahlı kuvvetlerin görev tanımı yeniden yapıldı.
Askerin siyaset yapması zaten yasaktı. (Askeri Ceza Kanunu)
Mevcut genelkurmay başkanı son şûra ile ilgili açıklama yaptı... Ve toplumun huzuru ve halkın değerlerine saygılı olduklarını bildirdi.
Toplumun huzuru ve halkın değerlerini gözetmek askeri hizmetle ilgili değildir.
Askerin hizmet tanımına girmez.
Bu konular siyasetin görev alanı içinde bulunurlar...
Genelkurmay bu bildiri ile siyasi bir açıklama yapmış olmuyor mu?
Hükümetin görüşlerine uygun olup olmaması bu gerçeği değiştirmez.
Buyrun itirazı olan konuşsun, birkaç satır bir şeyler söylesin, açıklama yapsın!..
Ulusal Kanal’ın 11 çalışanına ceza verildi
ERGENEKON davasında ceza verilen Ulusal Kanal yönetici ve çalışanları:
1. Ferit İlsever - Ulusal Kanal 1. Genel Yayın Yönetmeni - 15 yıl
2. Serhan Bolluk - Ulusal Kanal 2. Genel Yayın Yönetmeni - 7 yıl 6 ay
3. Turhan Özlü - Ulusal Kanal 3. Genel Yayın Yönetmeni - 9 yıl 3 ay
4. Adnan Türkkan - Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni - 10 yıl, 6 ay
5. Ufuk Akkaya - Ulusal Kanal Haber Müdürü - 8 yıl, 5 ay, 20 gün
6. Hikmet Çiçek - Ulusal Kanal Eski Ankara Temsilcisi - 21 yıl, 9 ay
7. Hayati Özcan - Ulusal Kanal Önceki İzmir Temsilcisi - 10 yıl 11 ay 20 gün
8. Adnan Akfırat - Ulusal Kanal Eski Genel Müdürü - 20 yıl
9. İlyas Gümrükçü - Ulusal Kanal Muhabiri - 6 yıl, 3 ay
10. Zafer Şen - Ulusal Kanal Eski Tekirdağ Temsilcisi - 8 yıl, 9 ay
11. Aydın Gergin - Ulusal Kanal Ankara Bürosu Çalışanı - 8 yıl
Silivri…
Bugün (05.08.2013) Silivri’deydim. Ergenekon davasının karar günü olması nedeniyle bu tarihî olaya şahit olmak, gözlemlerimi okuyucuyla paylaşmak, tarihe bir iz bırakmak istedim..
Sabah 10.00 civarında Silivri’ye vardık. Cezaevine yaklaşmamız bile mümkün olmadığı için cezaevinin kampusunun bulunduğu tarlalara doluştuk. İnsanlar ellerindeki Türk bayraklarıyla kampusu, adeta bir gelincik tarlasına çevirmişti.
Polis ve jandarma her yerde olağanüstü denilecek güvenlik önlemleri almıştı. İki helikopter gün boyu tarlaların üstünde turladı. Bu arada Silivri hava sahasının uçuşlara kapatıldığı haberini aldık! Gençlerden birisi, “Bizde uçaksavarlar var ya, o sebeptendir” diye espri yaptı.
Otobüslerine izin verilmediği için İstanbul dışından kendi imkânları ile gelen gençler oldukça buruktu. “Toroslar’dan Yörük Obası” pankartı taşıyan genç kızlar ve erkekleri görünce etrafta kısa süre bir şenlik havası esti. Gençler, şalvarları ve kızların başındaki oyalı yazmaları ile çok hoştu.
Anadolu’muzun bu tertemiz gençlerine “hoş geldiniz” dedik, fotoğraflarını çektik. Birkaç genç halay çekmeye başladı.
Biz, bulduğumuz ağaçların altına oturduk.
Birkaç gün önceden gelen ve ağaçların altına hamak serenler bile vardı. Seyyar satıcılar yiyecek, su, bayrak, maske v.b. malzemeleri satmaya çalışıyordu.
Silivri Cezaevi’nin kampusu tam bir panayır havası içerisindeydi. Sizin anlayacağınız, hiç kimsenin olay çıkarmaya falan niyeti yoktu. Sanırım saat 14.00 civarında sonuçlar açıklanmaya başladı. Müebbet, ağırlaştırılmış müebbet, 30-40 yıl hatta 100 yılın üstünde hapis cezaları verilmişti.
Bu kadar ağır cezaları kimse beklemiyordu.
Ülkeye hizmet etmiş şerefli komutanlar, Genel Kurmay Başkanlığı yapmış İlker Başbuğ, gazeteciler, rektörler...
Herkes çok üzgündü. Bazı gençler birkaç slogan atarak sonucu protesto ettiler. Derken kalabalıkta ani bir hareketlenme fark ettik. Yukarıdaki polisler aşağıya inmişlerdi ve kampus arazisini yani orada toplanan eylemcileri çevirmeye başlamışlardı. Daha biz ne olduğunu anlayamadan, arka arkaya biber gazı sıkmaya başladılar.
Gelincik tarlası bir anda gaza boğuldu.
İnsanlar oraya buraya kaçışmaya başladılar. Bizim bulunduğumuz yerin aşağısında, yerleşim yerlerinin yakınında park etmiş TOMA’lar da tazyikli su ile gelincikleri sulamaya başladı. Gençler tazyikli suya karşı kendilerini ağaçtan kalkanlarla korumaya çalıştı ama nafile.
Polisin sıktığı biber gazlarından gözlerimiz görmez oldu, nefesimiz daraldı. Bir an kalpten gideceğimi sandım. Bu acımasız saldırı karşısında yapacağımız tek şey oradan uzaklaşmak hatta kaçmak oldu.
E 5 karayoluna çıktık. Trafik durdu.
Biber gazı kapsüllerinin başımıza isabet etmesinden endişe duyduğumuz için, araçları kendimize siper ederek koşmaya çalıştık. Ağzımızda bezden gaz maskeleri, ellerimizde limonlarla yukarıya doğru yürümeye çalıştık. Bazıları deniz tarafındaki ara sokaklara doğru dağıldı. Atılan biber gazı kapsüllerinden tarlalar ve yol kenarındaki otlar tutuştu. Bir gencin yaralandığını duyduk. Artık Silivri’den uzaklaşmaktan başka çare yoktu. Ancak polisin de eylemcileri bırakmaya hiç niyeti yoktu. E-5 kara yolunun sağından ve solundan biber gazı sıkarak insanları metrelerce kovalamaya devam etti. Polis yukarıdaki markete kadar yolun iki yanını da tutmuştu. Kalabalığın arasında yaşlılar hatta sakatlar vardı. Onlara ne oldu, nasıl kaçabildiler, bilemiyorum! Bir ara Toroslardan gelen delikanlılardan üç tanesini fark ettim.
Onlar da darmadağın olmuşlardı.
Sonuç olarak bir tarihe şahitlik etmek isteği, biber gazından yanmış gözlerimize ve nefes almakta zorlanan kalplerimizin çırpınışlarına sebep oldu.
Bir kez daha limon, sirke ve bez maskeler; biber gazı, TOMA, cop ve yüzlerce jandarma ile polis gücüne teslim olmuştu.
Adalet ise Silivri’de müebbete mahkûm olarak, tarihe geçti…
*
“Ey iman edenler! Allah için adaleti titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun.” Kur’an, Maide 8.
Beşeri adaletin olmadığı yerde İlâhî Adalet devreye girer.
Tülay Hergünlü
Adalet olmadan düzen olmaz!
ERGENEKON davasında verilen kararlar, Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve bağımsız yargının olmadığının en açık kanıtıdır. Sadece bu davaya bakmakla görevlendirilmiş özel yetkili mahkemenin, demokratik ülkelerde başka bir benzeri bulunmamaktadır.
Bu mahkeme ve kararları, kamu vicdanında asla kabul görmeyecektir.
Bu kararlarla; Türkiye’de laikliği, demokrasiyi, sosyal hukuk devletini ve tam bağımsızlık ilkesini savunan kişilerden öç alma anlayışı olduğu tam olarak görülmüştür.
Türkiye, çağdaş, medeni ve adaletli bir toplum yapısını, sahip olacağı sağlam bir hukuk düzeni ile sağlayabilir. Hukukun sağlıklı bir şekilde işlemediği bir ülkede demokrasiden bahsedemezsiniz.
Demokrasiyi kurum ve kuralları ile çalıştıran ve kurumsallaştıran hukuk’tur.
Çağımız Türkiyesi’ne siyasallaşmış yargı ve o yargının aldığı kararlar yakışmamaktadır.
Tüm dünya bu kararların bir yargı kararı olmadığını, siyasi otoritenin mahkemelere aldırttığı kararlar olduğunu bilmektedir.
Türkiye halkı bu gelişmelerle bir kez daha görmüştür ki, AKP hükümeti ülkenin düzenine zarar…
Bağımsız, çağdaş, uygar, hukukun üstünlüğünün esas alındığı, Türkiye sevdası olan herkesin bu hukusuzluklara karşı yılmadan dimdik ayakta kalarak mücadele etmesi gerekmektedir. Gelişmeler göstermiştir ki; Türkiye’de hukuk sistemi evrensel hukuk kurallarına göre yeniden inşaa edilmek zorundadır.
Erdal TEKİN-Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı-KÖLN
Paylaş