Paylaş
Doğu ve Güneydoğu’ya giden ya da gidecek olan Akil İnsanlar, STK’lara, halka, Atatürk’ün Güneydoğu politikalarından söz edecekler midir? Kürt sorununu 30 yıllık süreçte mi anlatacaklar?
Dünü anlatmadan bugünü anlamak kolay olmayacaktır.
Akil İnsanlar; Dersimli Diyap Ağa’nın, Doğu’da Mustafa Kemal’in korumalığını yaptığını biliyorlar mı? Doğu’nun yoksulluğunu gören Atatürk’ün, yanındakilere “Bunalıyorum çocuk bunalıyorum, her yerde yokluk, dert, keder” dediğini duydular mı? Garip bir dost olan Doğu halkının ruhu nedir? Özlemi, hayal kırıklığı, yitirdikleri, beklentileri, kazanımları nedir? Bu halk neye ağlar, neye güler, neye kızar, neye sevinir bunları da bilmek gerekir.
KONUŞMADAKİ BENZERLİKLER
Atatürk’ün ve Erdoğan’ın, dayanışma ve kalkınma ile ilgili yaptıkları konuşmalardaki benzerliklerden tespitleri şöyle özetleyebiliriz: Atatürk, ülkenin kurtuluş anahtarının Doğu’da olduğunu, ordu ile milletin bütünleşerek zaferler elde edeceğini; izlediği Güneydoğu politikası ile ortaya koymuştur. TBMM’nin kurulması ile beraber, inanç ve ırk bakımından herkesi temsil eden mebuslar, yöresel giysi ve kıyafetleri ile Meclis’te görev yapmışlardır. Atatürk 1919’da Kürt ve Türklerin kardeş olduklarını her ortamda dile getirmiş ve bölgenin desteğini koşulsuz bir şekilde almıştır. Atatürk’e aşiret reisleri, aydınlar, din adamları hep destek vermiştir. Atatürk, cumhurbaşkanı olduktan sonra da Doğu’daki Kürt dostları ile irtibatını kesmemiştir.
Atatürk, birlik ve dayanışmayı ortaya koyan şu sözleri ile de günümüze ışık tutmaktadır:
“Van’dan, Diyarbakır’dan Trakya’ya, Karadeniz’den Akdeniz’e kadar yurdumuzun her köşesindeki memleket evlatları aynı cevherin damarlarıdır”.
Doğuda yol, köprü, okul yaptıran Atatürk, halka şefkat eli uzatarak fırsat eşitliğini sağlamıştır. 13 Şubat 1931’de Malatya’da yaptığı şu konuşma günümüzü aydınlatmaktadır:
“İstanbul’da ne medeniyet varsa, Ankara’ya da ne medeniyet getirmeye çalışıyorsak, İzmir’i nasıl mamur kılıyorsak, yurdumuzun her tarafını aynı medeniyete kavuşturalım istiyorum. Ve bunu çok ama çok yapmak istiyorum”.
Başbakan Erdoğan 4 Nisan 2013‘te Akil İnsanlar toplantısında Atatürk’ün sözlerini günümüzde referans gösterdi.
Erdoğan Akil İnsanlar toplantısında Kurtuluş Savaşı’ndan söz ederek, konuşmasını Atatürk’ün birlik ve dayanışma düşüncesi ile bütünleştirdi. Başbakan: 7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi’ndeki beyannamede kardeşlik, birlik ve beraberlik ruhunun bütünleştirildiğini ifade etti. Atatürk’ün konu ile ilgili şu sözlerini hatırlattı: 29 Ekim 1923’te Atatürk: “... Ama bu milli sınırlar içinde, Türklerin yanı sıra, başka İslam unsurlarının yaşadığı kaydedilmektedir. Bunlar ise ortak geçmişi olan kardeş milletler olarak telakki edilmektedir. Buradaki Türk ve diğer unsurların yaşadığı yerlerin milli sınırlar içinde yer aldığı, milli birlik ve beraberlik ruhu içinde ‘vatan’ oluşturduğu ve ülkemizin ayrılmaz bir parçasını teşkil ettiği belirtilmektedir”. Meclis’te sınırlarımız dahilinde yer alan inanç bakımından, mezhep bakımından, ırk bakımından herkesi temsil eden mebuslar bulunuyor.
Toplantıda Başbakan Erdoğan sözü Doğu’daki kalkınmaya getirerek, Atatürk’ün 1931’deki sözlerinin bir benzerini ifade etti: “İstanbul’da ne varsa Diyarbakır’da da o olacak dedik. Yol, baraj, konut, okul, üniversite, hastane, ambulans, havalimanı ne lazımsa onu bölgeye kazandırdık, kazandırıyoruz. Hükümet, devlet olarak, o bölgeyi şefkatle kucaklıyoruz”.
1919’dan 2013’e baktığımızda ortak konular, ortak söylemler bugüne ışık tutmaktadır.
Yrd. Doç. Dr.
Ramazan TOPDEMİR
İlber Hoca’yı kızdırmayın
“TARİHÇİ, eski Topkapı Sarayı Başkanı Prof. İlber Ortaylı’nın şu yazısını okurlarınıza aktarınız diyor” bir okurumuz.
“En az 50 kere söyledim bazı kafalara.
Kendine has dili olanlara millet denir.
Sonu ‘-li,-lı’ ile bitenler soyu belirsizdir.
Amerikalı, Kanadalı, Perulu, Pakistanlı, Avustralyalı, Arjantinli, Şilili, Yeni Zelandalı, İsviçreli... diyebilirsiniz; çünkü bunların kendine has dilleri yoktur.
Alman’a Almanyalı, Fransız’a Fransalı, İtalyan’a İtalyalı, İngiliz’e İngiltereli, Rus’a Rusyalı, Japon’a Japonyalı diyemezsiniz.
Aynı Türk’e Türkiyeli diyemediğiniz gibi Allah’ın anlayışsızları...”
Boşanma davalarında haksız mağduriyet
BOŞANMA davalarında Medeni Kanunumuzdaki boşluklar sebebiyle özellikle kadınlar ve çocuklar ekonomik yönden mağdur olmaktadır. Aleyhine boşanma davasının açılacağını hisseden bir eş, öncelikle üzerine olan tüm malları akrabalarının üzerine devretmek isteyebilmektedir. Banka hesaplarındaki birikimler ve şirket ortaklıkları için de genelde aynı yol izlenmektedir. Mal varlığını üzerine alan akrabalar da hiçbir endişe taşımadan mal kaçırmak isteyen eşe yardım etmektedirler. Bu akrabalar bugünkü sistemimizde kaçırılan malı üzerlerine aldıkları için hiçbir sıkıntı ile karşılaşmamaktadırlar. Önleyici ve caydırıcı yasal düzenlemelere ciddi ihtiyaç vardır. Maalesef boşanma davasında mal kaçırma ile ilgili yasal düzenlemelerimiz hiç de caydırıcı değildir. Nitekim pek çok ülkede kaçırılmış bir mal varlığını devreden ve devralan kişiye hapis cezası verilmektedir.
Av.Ozan KAYAHAN
OKUYUNUZ
BÜROKRASİDE idolümdü. Bir evi dahi olmadı. Bir süredir kendisine kızgınım, ’yandaş’ olmuş, iktidarı methediyordu. İmajını yerle bir etmişti düne kadar. Ulusal Kanal’daki bir tartışma programında, “Gerekirse silahımı alır, dağa çıkarım. Ne demek Türklüğün Anayasa’dan çıkarılması. Anayasa’dan Türklüğü kaldırırsanız ben bu ülkenin vatandaşı olmam, gidip başka bir Türk diyarında yaşarım” dedi. Aslına rücu etti. Hoş geldin aramıza ‘Tank Hasan’...
(Mehmet Necati GÜNGÖR)
Paylaş