Yalçın Bayer: Eğer bulanlar Türk olsaydı...

Yalçın BAYER
Haberin Devamı

Hürriyet'teki 'Fonetik alfabe' (20.11.1999) haberini okuyoruz: ‘‘Dünyanın bilinen en eski fonetik alfabesi Mısır'da bulundu. Eski Mısır hiyeroglifleri ile daha sonra kullanılan fonetik alfabeler arasında bir dönemde kullanıldığı sanılan alfabe, 3800 yıllık. Mısır'da Krallar Vadisi'nde ortaya çıkartılan tabletlerin üzerideki yazı da henüz bilinmiyor. Yale Üniversitesi uzmanları, tabletlerde kullanılan dilin Akat dili ve İbranice'ye benzediğini düşünüyor.’’

Paris'ten Haluk Tercan arıyor:

‘‘Dünyanın en eski bilinen fonetik alfabesi Mısır'da bulunmuş, 3800 yıllık imiş. Bulanlar iki Amerikalı araştırmacı... Eğer bunu bir Türk bulsaydı; acaba gazetelerimiz bundan söz ederler miydi? Yoksa, Batı karşısındaki ezikliğimiz ve kendimize güvensizliğimiz sonucu inanmamak yolunu seçip, buna sırtlarını mı dönerlerdi? Deneyelim ve bir Türk'ün -Kazım Mirşan- bu konudaki bulgusundan söz edelim:

Mısır'da bulunan fonetik abece, İ.Ö. 3000'de Erzurum'daki Cunni mağarasında örneklerini gördüğümüz İSUB-ÖG tipi ön-Türk abecesi olmalıdır. Adı, bu dönemde Ön-Türkçe OT-OG olan Mısır'a buradan gitmiştir. Mısır'da bilinen ve ondan asla söz edilmeyen hiyerogliflerden önce mevcut 22 harflik bir abece vardır. Bu alfabeden pek çok şekil hiyerogliflere, anlam değiştirerek geçmiştir. Bu nedenle bilirkişilerin(!) okuyamadığı bazı kartuşlar mevcutturlar ki, bu kartuşlar yukarda sözünü ettiğimiz aynı Türk tarafından ön-Türkçe olarak okunmuşlardır.’’

Amerikalı araştırmacılar, Erzurum'un Karayazı ilçesindeki Cunni mağarasında bir takım resim ve yazıları ortaya çıkaran filolog Hamit Zübeyir Koşay; bu alfabeyi okuyup çözenin de en eski Türkçe metinler üzerinde çalışan Proto Türkçe Uzmanı Kazım Mirşan olduğunu neden araştırıp öğrenmiyorlar? Yoksa öğrenmek mi istemiyorlar?

MERVE-GERME

‘‘Bayan milletvekilleri içinde benden daha kültürlü, bilgili, çağdaş, modern ve iyi derecede dil bilen biri daha yok. Her konuda kendime güvenirim. Meclis'e gidip yemin edeceğim. Başörtülü gelmemi istemiyorlarsa, çıkarırlar kanunu, ben de girmem. Milletvekilliğini de bırakırım. Ama o kanunu çıkaramazlar.’’

(Merve Kavakçı Yıldırım)

Başarıya çelme!

MİLLİ Eğitim Bakanlığı'nca düzenlenen yönetici seçme sınavına katılan yüzlerce öğretmen ve idareciden biri yazıyor: ‘‘Sınavı kazananlar üç haftalık yönetici seminerine gitmeyi hak ettiler. Bu seminer sonunda alacakları sertifikalarla liyakat sistemine göre yönetici olma şansını elde edeceklerdi. Ama bunun olmaması için gereken bakanlıkça yapıldı! Çünkü kazanan öğretmen ve idarecilere bakanlığın garip bir sürprizi oldu. Kazananların hepsi de -İstanbul ve çevresi de dahil olmak üzere- seminer için Bolu İzzet Baysal Üniversitesi'ne gideceklermiş! Emir böyle. Gitmeyen de hakkını kaybediyor. El insaf! Deprem bölgesi olan Bolu'ya üç haftalığına çoluk-çocuğunu, öğrencilerini bırak git diyeceksin öğretmene, sonra da ondan verim bekleyeceksin. Hem de deprem bölgesine...

Bütün bunlar merkezi sistemle yapılan bu zor sınavı kazananların, seminer haklarından vazgeçmeleri için mi yapılıyor? İlk defa bakanlığımız, yönetici atamalarında liyakat ve puanlama sistemini getirerek politikacıların kendi dümen suyundaki insanları atamasına engel olacak ya da bunu en aza indirecek bir sistem geliştirilecekti. Ama anlaşılan odur ki, kazananların gitmeyeceği şartları yaratarak yine kendi adamlarına imkán sağlama yoluna gidecekler. Mesele bundan sonraki sınavlar sulandırılabilir.’’

Olağanüstü koşullar nedeniyle seminerlerin tatilde ve her ilin kendi üniversitelerinde yapılması daha masrafsız ve daha iyi olmaz mı?

Dar zihniyet

YURTDIŞINDA yaşayan ve master eğitimini bitirip Türkiye'ye dönmeyi sabırsızlıkta bekleyen on binlerce Türk gencinden biriyim. Hürriyet Gazetesi'nin tüm yazarları gibi sizin yazılarınızı da ilgi ile takip ediyorum. Son yazınızda Sayın Ertuğrul Kürkçü ile yaptığınız söyleşiyi okuyunca bu bu e-maili göndermeye karar verdim.

Serbest piyasa ekonomisine tamamiyle ters düşen yorumları, özellikle boru hattını bile karalayarak, '2010 yılında göreceğiz hiçbir işe yaramayacağını, Amerika sırtımızı sıvazladı, gelip geçer' şeklindeki açıklamalarına yer vermenizi hayretle karşıladım.

Her düşünceye açık olmak ve yüzyılın gerisinde kalmış uç derecede sol eğilimli gözlüklerden dünyaya bakan kişilere söz vermek tamamen farklı kavramlar. Yazınızda aşırı radikal bir fikre yer verip, 'Din elden gidecek, boru hattı deprem getirecek' şeklinde bir yorum, bence aynı düzeyde ve aynı dar zihinlerin eseri.

Ülkemizde çok sesliliğin olması çok önemli ama halkın geniş kitlesine hitap eden bir gazetede bu tip aşırı yorumlarla karşılaşmak beni üzdü.

Mehmet MUNZUR

İnönü'ye saygı

İSTANBUL Maçka'da, Atatürk'ün arkadaşı, milli mücadelemizin Batı cephesi komutanı, II. Cumhurbaşkanı, 17 yıl süreli Başbakan İsmet İnönü'nün at üzerinde yer aldığı heykeli bulunmaktadır. Yalnızlığına terk edilen bu heykelin taban kaidesinin üzerine çeşitli yazılar yazılmış ve bakımsız durumdadır. Küreselleşme adı altında cumhuriyet devrimi ve ilkelerinin silinmeye çalışıldığı bugünlerde; ulu önder Atatürk'e, onunla birlikte cumhuriyeti kurmalarına ve onların adına-anısına yapılan eserlere sahip çıkmalıyız. Ölümünün 26. yılında 25.12.1999'a kadar İsmet Paşa'nın adına yapılan bu eseri bakımsızlıktan ve yalnızlığından kurtarmak üzere başta İnönü Vakfı ve Beşiktaş Belediyesi'ni göreve çağırıyorum.

Hakan SARUHAN İSTANBUL

Öğrencimi bırakmam demek yetmiyor...

SAKARYA Üniversitesi'nden Özgür Kıvanç, 8 Kasım'da açılan üniversiteki eğitimin Düzce depreminden sonra 28 Şubat'a ertelendiğini, böylece yarı yılın gittiğini söyleyerek, ‘‘Rektörümüz, 1000 çalışanımız var, ben öğrencimi bırakmam diye nakil vermiyor. Kampusun içinde yurt projesi daha bitmemiş durumda. Sakarya'da barınma başlı başına bir sorun. Peki şimdi 28 Şubat'ı mı bekleyeceğiz? Geçici nakil yapılsa bile artık olanaksız. İstanbul'daki üniversitelerde vize sınavları başladı. Nereye kadar bekleyeceğiz? Çünkü, 28 Şubat'ta bir deprem daha meydana geldiğinde sonuç nereye varacak? Şu an söylenene göre kampusta hasar varmış. Ben gelecekte makine mühendisi olmaktan vazgeçmek üzereyim. Çünkü ben ve benim gibi öğrenciler perişan.’’

'BELEDİYELERDE asgari ücretli işçi statüsünde olup memur niteliğinde en az bir yıl çalışarak kadro bekleyen, tecrübe ve nitelik kazanmış fakat Devlet Memurları Sınavı'nda başarısız olmuş, en az 60 puan almış bir grup teknik eleman...' ruzumuyla yazan İ.Ö.'ye: Başarılı, nitelikli eleman olunabilir, ancak ölçüt de konan sınavdır. Yıllar önce aldığınız bilgileri unutmak, sınava hazırlanmamak mazeret sayılabilir mi? Nitekim, son memur sınavında başarılı olanların lise son sınıflarında okuyanlarla üniversite hazırlık kurslarına girenler olduğunu bilmek gerekiyor. Ancak, sizler gibi sınavdan başarılı çıkamayanların memur yapılması haksızlık değil mi?



Yazarın Tüm Yazıları