Paylaş
Rus gaz tekeli Gazprom'un, alım fiyatlarını kat kat artırmalarını sağlamak için Ukrayna’da geçen yıl yaşanan krizin ardından Gürcistan ve Azerbaycan gibi ülkelere yaptığı yoğun baskılar, her tarafta kaygı yaratmış durumda...
Muhataplarımızı dinliyoruz. Bize çarpıcı bilgiler aktarıyorlar:
"BOTAŞ İnternet sitesinden www.botas.gov.tr/faliyetler/antlasmalar/azerbaycan.asp) Botaş ile Azerbaycan gaz ihraç şirketi Socar arasında 12.3.2001 tarihinde yıllık 6.6 milyar m3 gaz alım anlaşması imzalanmış. Bu anlaşmaya göre 2005 yılında gaz alımı başlaması gerekiyormuş ama proje gecikmiş... Şimdi hem Türkiye'deki Gürcistan sınırı Erzurum hem de Azerbaycan ve Gürcistan'daki doğal gaz boru hatları bitti. Doğalgaz boru hattı ile Azerbaycan’da Şahdeniz sahasından çıkarılan doğalgaz Türkiye'ye satılacaktı. Doğalgaz boru hattı Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattına paralel hat olarak inşa edildi. Botaş ile Socar arasındaki anlaşmaya göre ilk yıl Botaş, Socar'dan 2.0 milyar m3 gaz ithal edecekti.
Bunuda aşağıdaki linkten görebiliriz.
www.botas.gov.tr/dogalgaz/dg_arztaleb_sen.asp "Azerbaycan doğalgazı bizim için önemli" diyor muhataplarımız...
"Çünkü" diyerek devam ediyorlar:
"Azerbaycan gazı bizim için önemlidir. Çünkü fiyatı çok düşük. 1000 m3'ü 120,
halbuki Rus gazı 290 dolar... Vatandaşa bir parça olsun rahatlama getirecek ayrıca kışın da yeraltı depolarımız geciktiği ve İran habire gazı kestiği için ihtiyacımız var.
İran gazı da 300 doların biraz üstünde.
Biz yani Enerji Bakanlığı şimdi Azerbaycan ve Gürcistan'la üçlü anlaşma imzalıyor ve "2007 yılında alacağımız 2.1 milyar m3 gazın 1.3 milyar m3'ünü Azerbaycan, 800 milyon m3'ünü de Gürcistan alsın; bize gaz sevkıyatı da 1 Temmuz da başlasın" diyoruz.
Bu imza ile Socar'la imzaladığımız sözleşmedeki hakkımızdan 1 temmuza kadar vazgeçiyoruz. Peki o zaman ne oluyor?
Bizim doğalgaza ihtiyacımız var. O zaman Rusya'dan gaz alacağız Rus gazı 290 dolar (aslında 294 dolar)... Halbuki Azerbaycan’dan alacağımız gaz 120 dolar. O zaman biz 294-120.= 174 dolar fazla para ödeyeceğiz. Bu da 2.1 milyar m3 için 365 milyar dolar tutar.
Şimdi vatandaş veya bir Botaş'lı olarak sormak gerekiyor:
365 milyon doları kim ödeyecek?
Botaş zaten zorda.
Deniliyor ki... Rusya, Azerbaycan ve Gürcistan'ın gaz fiyatını arttırdı,
onlara yardım ediyoruz.
Peki Rusya, Azerbaycan ve Gürcistan’ın fiyatını 235 dolara çıkarttığına göre biz hakkımızdan vaz geçip Azeri gazını almayınca Rus gazı alacağız... Ve Rusya, Azerbaycan ve Gürcistan'a 235 dolara gaz satamayacak ama biz Azerbaycan’dan gaz alamadığımız için bize 294 dolardan gaz satacak.
Yani Rusya da bu işten ilave 294-235= 59 dolar 2.1 milyar m3 gaz ise 123.9 dolar fazladan para kazanacak. Yani biz Azerbaycan gazını almayarak hem 365 milyon dolar zarar ediyoruz, hem de Ruslara ilaveten 124 milyon dolar para kazandırıyoruz!
O ne ala!
Sayın bakan diyor ki; güya biz imzalamasak da zaten bize Azeriler gaz vermeyecek!
Sayın bakan bilmiyor mu arada imzalanmış kapı gibi sözleşme var. Siz de o zaman sözleşmenin maddelerini işletirsiniz. Ceza alırsınız. Üstelik Azerbaycan uluslararası arenada güvenilmez bir gaz satıcısı haline gelir.
İleride Azeri gazı Nabucco projesi ile Avrupa'ya gidecek deniliyor. Baştan yan çizen bir gaz satıcısına kim güvenir, milyarlarca dolar yatırıma girer?
Hangi uluslararası finans kurumu Azerbaycan’a kredi verir. Üstelik biz Azerbaycan’ın petrolünü Ceyhan'a taşıyoruz; vana da bizim elimizde.
Bu işler çocuk oyuncağı mı?
Diyor ki Sayın bakan... Ruslar, Azerbaycan ve Gürcistan'a baskı yapıyor, doğalgazı silah olarak kullanıyor.
Ruslar, eski SSCB ülkelerine sattıkları gazın fiyatını 100 dolardan 235 dolara çıkarttı. Ukrayna başta olmak üzere bazı ülkeler bu fiyatı kabul etti. Azerbaycan ile Gürcistan kabul etmiyor. Tamam ama bunun ceremesini niye biz çekiyoruz?
Azerbaycan, petrolünü satarken bana ucuz mu satıyor?
Sormak gerekiyor...bu 365 milyon doları kim ödeyecek!
Biz, siz ve tüm halkımız ödeyecek.
Yarın Azerbaycan gelecek gazın fiyatı düşük diye bize başvuracak gazın fiyatını arttır diyecek... O zaman ne yapacağız? Gözümüzün yaşına Gürcüler mi bakacak?
İran'la fiyat konusunda tahkimdeyiz. İranlılara emsal göstereceğimiz bir fiyattı 120 dolarlık Azeri fiyatı... Şimdi İranlılar demez mi 120 dolarlık gazı alamamayı siz de kabul ettiniz diye.
Ruslara da emsal gösterebilirdik 120 dolarlık fiyatı. Elimizdeki kozları kullanmayıp kaybediyoruz."
Evet.. Eski iki Enerji Bakanı (Cumhur Ersümer, Zeki Çakan), Yüce Divan'da yargılanıyor. Botaş Yönetim Kurulları mahkemelerde yargılanıyor.
Bu ne vurdum duymazlık? Yazık değil mi bu ülkeye, bu halka.
4646 sayılı Doğalgaz Kanunu 'açık ve şeffaf' bir pazardan bahsediyor.
Nerede açıklık?
Nerede şeffaflık?
Yine birileri bizi ütüyor, sonrada sırtımızı mı sıvazlıyor?
GÜNÜN SÖZÜ
"Sayın Başbakan daha önce söylemişti; İstanbul'a gelenlere vize mi konulsun diye... İstanbul'da işi, oturacak yeri olmayan insanların kente gelmesi dengeyi bozuyor. Yıllardan beri çarpık kentleşmenin nedeni de budur. Tabii bunun için anayasa değişikliği gereklidir. Bugün de bu çalışmalar vardır ama kolay değildir. Ancak bu bir tespittir ve bu tespiti bilmemiz lazım."
(İstanbul Valisi Muammer Güler)
Çelik, sözleşmeli öğretmenlerin gururuyla oynuyor
"YALÇIN Bey ben sözleşmeli bir öğretmenim. Biz aslında 26 bin kişiyiz ama kimse bizimle ilgilenmiyor. Eskilerde öğretmenlere çok değer verilirdi. Ama şimdi bakıyorum da hiç değer verilemez olmuş. Bizler 15 sene boşu boşuna mı okuduk? AKP bizleri niye 'malzeme' olarak kullanıyor? Aynen oyuncağa dönmüşüz. Biri bizi köşeye atıyor diğeri ise başka bir köşeye... Bu durumda olan öğretmenler eğitim adına ne kadar verimli olabilir? Bir ülkede eğer para ve menfaat eğitimin önüne geçmişse vay halimize. Biz bu politikayla hiç bir yere varamayız. Bakan Çelik, TV ve gazetelerde 'Sözleşmeli ile kadrolu arasında hiçbir fark yoktur. Sözleşmeli ile kadroluların hakları birbirine eşittir. Onlar benim çocuğumdur" diyor.
Hayır, bize hiç değer vermiyor, doğruları söylemiyor. Meclis kürsüsünde dahi gerçekleri yansıtmadı, 26 bin gencin gururuyla oynadı.
Ayın 31'inde sözleşmemiz sona eriyor. Eski genelgenin ise hiçbir geçerliliği kalmadı ve birçok maddesi Danıştay tarafından durduruldu. 1 Ocak'ta yeni sözleşme imzalamamız lazım. Ama imzalayacak sözleşme çıkmadı. Bakanlıkta sadece çalışmaya devam edin deniliyor. Ne zamana kadar bekleyeceğiz. Sözleşme yenilenmezse bizler derslere girmeyeceğiz. Peki kim girecek?"
Postacıları kim düşünür
PTT Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan bir grup dağıtıcı "Maaşlarımızı 4 yıldır Vakıfbank'tan alıyoruz. Ancak bankanın her yıl bizlere dağıtması amacı ile verdiği veya vermek istediği ikramiye veya katılım payı altındaki para bu yıl dağıtılmadı. Bu para ile müdürlük kendisine Audi 80 aracı ile laptop veya bilgisayar alıyor. Bu bizim hakkımızın gaspı değil midir? Bayram öncesinde beklediğimiz sevinç kursağımızda kaldı" diyor.
Mimiklerden okuduğum
CUMHURBAŞKANLIĞI ile ilgili tartışmalarda Başbakan'ın konuşması sırasında ne demek istediğini yüz ifadelerinden, mimiklerinden izledim.
Aklındakini size de yazayım da, siz inanmayın.
- Toplumsal uyum adına bugünkü cumhurbaşkanının görev süresini 1 yıl daha
uzatmayı teklif ederek puan toplamak. Çelik-çomaktan kastı budur.
- Kasım 2007 seçimlerine partisinin başında genel seçimlere gitmek. Daha
sonra da bu yeni Meclis'te cumhurbaşkanı adayı olmak. Bunu yapabilir mi demeyin. İktidarda kalmak için demokrasi ve cumhuriyetçiliği içlerine sindiren bu zihniyet bir 5 yıllık iktidar için kesin yaparlar. Hele ülkemde ne yazık ki cumhuriyetçilerin artık mumla arandığı bu dönemde... Ben gene de ülkemin duyarlı kesimine seslenmek istiyorum: 'Cumhuriyet için birleşelim'.
Süha BİNGÖL-PARİS
Mesaj Panosu
- BİRÇOK otopark fiş vermiyor. Hiç kontrol yok. Özellikle Tepebaşı'ndaki TÜYAP katlı otoparkın da; özellikle Erdem A.Ş.... Yoksa, AKP'li belediye tarafından korunuyor mu?
(İmza saklı)
Biliyor musunuz
- IRAK'ın devrik Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in, Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ve Pakistan Cumhurbaşkanı Zülfikar Ali Butto'dan sonra 'idam' edilecek üçüncü devlet adamı olacağını...
- HASEKİ Hastanesi'nin altındaki belediye bloklarında uzunca bir süredir genel tuvalet olarak kullanılan yerin, Fatih Belediyesi'nin usulsüz bir ruhsat ile kat çıkılarak kafeye (Benne Cafe) çevrildiğini...
- ATAKÖYLÜLER Derneği Başkanı Özcan Atamer'in, semt sakinleriyle yaptığı toplantı sonunda, Atatürk Havalimanı'nın 96-24 pistinin uzatılması sonrası, gürültü kirliliği ve uçak egzozlarından çıkan zehirli gazların etkisine dönük olumsuzlukların ortadan kaldırılması için her türlü mücadeleyi vereceklerini açıkladığını...
Devletin tapusuna güvenip (ruhsatlı) ev almanın hiçbir güvencesi yok mu?
30 yıl yurtdışında çalıştıktan sonra ailecek Türkiye'ye kesin dönüş yapıp tüm birikimimizle İstanbul Acarkent'te ileride oturabileceğimiz, henüz kaba inşaatta, devlet tapusuyla (ruhsatlı) bir ev aldık ve düzenli bir şekilde vergisini ödedik.
Şimdi, Orman Bakanlığı'nın Acarkent'in tümünün yıkılması için dava açtığını gazetelerde okuyoruz. (Vatan 28.12.2006) Olay şaka gibi bir şey. Sanki özel olarak bizi ve bizim gibileri maddi ve manevi çökertmek için hazırlanmış bir plan, bir korku filmi... Biz de bu haberden sonra manevi olarak yıkıldığımız için, kime karşı dava açalım?
Diğer taraftan çirkinlik abidesi olarak yüzbinlerce ruhsatsız hatta tapusuz çarpık kentleşme örnekleri kentlerimizi sarmış durumda. Böyle binalarda yeteri kadar devlet güvencesi var.
Fakat siz binanızı devlet tapusuyla ve ruhsatlı aldıysanız vay halinize. Hiçbir güvenceniz yok. Sizin hiç kusurunuz olmadan, devletin verdiği tapuya ve ruhsata güvenerek aldığınız ve düzenli olarak vergisini ödediğiniz binanız yıkılabilir.
Bu durumda vatandaş hangi modele yönelsin? Hangisini örnek alsın? Sonuç ortada.
Amaç ne? 20 yıl önce birileri yanlış yapmışsa, yetkililer bu yanlışı yapanın yakasına yapışıp gereken cezanın verilmesi yönünde bir çalışma başlatmak yerine, neden devletine ve devletinin verdiği tapuya güvenmiş olmaktan başka bir kusuru olmayan vatandaşı mağdur ve tedirgin etmek yolunu seçiyorlar?
Çünkü böyle yapmak kolaycılık. "Şimdi elimde mağdur tapu sahibi var, okurum canına" der gibi ortalığa korku salmak hangi adalete, hangi insan haklarına ve hangi vicdana sığar?
Hangi çağda yaşıyoruz? Nerede kaldı insan hakları? Bakanlığın hukukçuları temel insan haklarına aykırı olan bu durumun AİHM'den dönebileceğini hesaplayamıyorlar mı?
Türkiye Devleti 'Muz Cumhuriyeti' mi? Biz bu tapuyu güvendiğimiz ve mensubu olmaktan gurur duyduğumuz devletimizden aldık. Bu ülkede devletin verdiği tapunun hiç bir değeri yok mu? Devletin verdiği tapuya güvenip (ruhsatlı) ev almanın hiçbir güvencesi yok mu?
Bu çağda devleti kendi vatandaşına eziyet eden, haksızlık yapan bir duruma düşüren bu uygulama nasıl açıklanabilir?
Vatandaşın hakkını mahkemeler koruyacak diye ümit ediyoruz.
Dr. Ahmet LEVENT
CHP'li Karademir'den Kemer Country ile ilgili ilginç sorular
İZMİR Milletvekili Erdal Karademir, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak yanıtlanması istemiyle TBMM Başkanlığı'na bir bir soru önergesi verdi.
Önergede şöyle deniliyor:
"Habertürk’te yayımlanan Basın Kulübü’nde (3.12.2006) ve birçok gazetede çıkan haberlerde, Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman Pepe, Kemerburgaz’da Kemer Country olarak bilinen devlet ormanında, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası uyarınca (Madde: 8) tahsis edilmesine karşın tahsis amacına aykırı kullanıldığı açıkça ortaya çıkan orman talanı haline dönüşen ve ormanın yasa ve mevzuata aykırı biçimde ve yasal olmayan yollarla binlerce kişiye satıldığı anlaşılan bir konuda hiçbir işlem yapamadıklarını açıklamış bulunmaktadır. Sayın Pepe "...Turizm Bakanlığı'na yazı yazdık. 'Bizden istedikleri yeri 5 yıldızlı otel yapacaklar' diye yeni bir başvuru gelmişti..." diyerek devlet ormanındaki talana karşı bir işlem yapamadıklarını itiraf etmiştir. Çevre ve Orman Bakanı’nın, Acarkent ve Acaristanbul ile ilgili kararlı tavrını bir devlet ormanı olan; İstanbul ili, Eyüp ilçesi, Göktürk beldesi sınırları içindeki 206.8 hektarlık ormanlık alanda 49 yıl süreyle Kemer Yapı ve Turizm A.Ş.’ne tahsis edilen Kemer Country’deki talana karşı göstermediği, bu konudaki suçu, bir başka bakanlık olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na attığı, bu bakanlıktan gönderilen yazının ellerini kollarını bağladığını söylemektedir. Bir Bakanınızın suç olduğunu söylediği bir işlemde bir diğer Bakanınızın tersini yaptığı anlaşılmaktadır.
Orman talanında 'vahim bir örnek' olarak gösterilen Kemer Country’de, orman arazisi üzerinde turizm tesisleri için tahsis alan kişinin basına yapmış olduğu açıklamalarda (Vatan Gazetesi, 10.12.2006), "... elektriği, suyu, yolu olmadan buraya otel yapmak milli servetin heba olması anlamına gelecekti..."
diyerek, tahsis amacına aykırı yapmış oldukları 'bungalov'ları sattıklarını itiraf ettiği, basında son zamanlarda çıkan haberlere göre, bu alanda 'kütük evler' inşaatlarının bütün hızıyla devam ettiği, tahsis amacına aykırı olarak inşa edilen tüm yapıların mevzuata aykırı bir şekilde üçüncü kişilere satıldığı belirtilmektedir.
Oysa anılan yerde, turistik amaçlı 670 yatak kapasiteli otel ile, 18 delikli golf sahası için tahsis başvurusunun yapıldığı, ancak başvuruya aykırı bir şekilde villaların, bungalovların ve çeşitli yapıların inşa edildiği, bu yapıların yasa ve mevzuata aykırı olduğu bilindiği halde Maliye Bakanlığı ile tapuda bağımsız ve sürekli nitelikte irtifak hakkı tesis edildiği belirtilmektedir.
ANAYASADA NE DİYOR
Bilindiği üzere, Anayasa’nın 169. maddesinin ilk üç fıkrasına göre, ormanlar;
Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır... Zilyetlikle mülk edinilemezler... Tabii servetler ve kaynaklar kapsamındadır... Genel ve özel af dışındadırlar... Daraltılmaları amacıyla işlenen suçlar bağışlanamaz... Yerleşme özgürlüğü geçerli değildir... Kamu malıdırlar... Anayasa’nın özel koruma ve güvencesi altındadırlar... Devlet tarafından özel mülkiyete açılamazlar... Tahrip, işgal veya yasadışı kullanılmaları sonucu tespit ve tescile konu olamazlar.
Bununla birlikte, 2634 sayılı Yasa uyarınca, ormanların, kamu yararı amacıyla, turizm tesisleri yapmak ve yalnızca bu amaçla işletmek için irtifak hakkına konu olabileceği açıklanmıştır. Yasaların vermiş olduğu haklara aykırı bir şekilde, Kemer Country ’deki tahsis işlemi ardından ortaya çıkan kullanım biçimi, anayasamıza ve uygulamanın dayandığı yasada öngörülen şartlara aykırı bir hale gelmiş, buna rağmen Çevre ve Orman Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye Bakanlıklarının buna ses çıkarmadıkları, yasa ve mevzuata aykırı kullanıma göz yumdukları, orman talanına karşı yasal yetkilerini kullanmadıkları ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu durumda;
1- İstanbul, Eyüp, Göktürk beldesi, Kemerburgaz Orman İşletme Şefliği sınırları içinde kalan ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 18.11.1991 tarihli ve KDM 5. 1704-301/983 sayılı oluruyla, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası’nın 8. maddesi uyarınca 'Turizm ve Konaklama Tesisleri' yapmak ve işletmek üzere tahsis edilen ormanlık alanda, Kültür ve Turizm Bakanlığınca onaylanarak yürürlüğe konulan 1/1000 ölçekli uygulama imar planına göre imar hakkı ve miktarları nelerdir?
2- Mevcut durumda, arazide fiilen inşa edilen yapıların miktarı ve özellikleri nelerdir? Halen, imar planına aykırı inşa edilmiş yapılar var mıdır?
3- Kemer Country hakkında Eyüp Belediyesi (veya diğer ilgili belediyeler) tarafından kaç adet yapı ruhsatı verilmiştir? Yapı ruhsatları yapı kullanma iznine dönüşmüş müdür? Halen inşası devam eden yapılar var mıdır?
4- Kemer Country hakkında yapı ruhsatlarına aykırı yapıldıklarından dolayı kaç adet yapı hakkında Eyüp Belediyesi tarafından 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. ve 42. maddesi uyarınca yıkım ve idari para cezaları tahakkuk ettirilmiştir?
5- Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylanan imar planlarına dayalı olarak tahsis sahiplerince yaptırılan vaziyet planında öngörülen yerleşim düzeni, yapı tipleri ve diğer fonksiyonların, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlıklarının ilgili birimleri tarafından fiili duruma uygunlukları incelenmiş midir?
6- Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı Kontrolörler Dairesi tarafından, tahsis amacına aykırı bir yapılaşma ve kullanma tespit edilmiş midir? Kontrolörler tarafından Kemer Country’deki tahsis işlemleri en son hangi tarihte incelenmiş ve ne tür bir sonuca varılmıştır?
7- Kemer Country ile ilgili olarak tahsis sahipleri ile Maliye Bakanlığı arasında tapuda tescil edilen irtifak hakkı sözleşmesinde, tahsisin iptali ile ilgili hususlar nelerdir? Bu hususlar, sözü edilen yerde tahsisin iptalini gerektirecek bir hükme sahip midirler?
8- Kemer Country, birinci sınıf bir tatil köyü mü, yoksa birkaç milyon dolara satılan villaların bulunduğu kamuya kapalı bir alan mıdır?
9- Kemer Country’nin arazisine herkes girebiliyor mu? Tesislerden parasını ödeyip herkes yararlanabiliyor mu? Villalarda konaklayabiliyorlar mı?
10- Tahsis sahiplerince, inşa edilen villalar, bungalovlar veya diğer yapılar çeşitli kişilere, intifa hakkı, noter satış vaadi vb. yollarla satılmışlar mıdır? Bu işlemlerden Çevre ve Orman Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı bilgilendirilmişler midir?
11- 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası’na aykırı kullanıldığı tespit edilen devlet ormanının, tahsis işlemlerinin iptal edilmesi düşünülmekte midir? Yasa ve mevzuata aykırı bir şekilde, tahsis amacına, imar planlarına aykırı yapı yapanlar hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesine göre işlem yapılması düşünülmekte midir?
12- Habertürk’te yayımlanan Basın Kulübü’nde (3.12.2006), Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman Pepe, "Turizm Bakanlığı’na yazı yazdık...cevap yazısında tahsis amacına aykırılık olmadığı belirtildi..." demiştir. Bu doğru mudur? Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda hangi genel müdürlükten ve kimlerin imzası ile böyle bir yazı gönderilmiştir? Bu yazının tarih ve sayısı nedir? İçerisinde neler yazılıdır? Bu yazıyı imzalayanlar ve böyle bir yazıyı gönderenler hakkında yasal işlem yapılmış mıdır?
Lütfen bana tebrik yollamayınız!
KUTLANABİLECEK her vesilede herkes gibi bana da seri imalat tebrik mesajları geliyor. Posta, e-posta ya da SMS yoluyla. %99 diyebileceğim bir çoğunluğu 'liste'ye yollanmış mesajlar. Hele kurumsal mesajlar bir başka felaket. Sanki filanca şirketin genel müdürünün kim olduğu pek bir önemli bilgiymişçesine, sekreteri tarafından içine kartı konulmuş kişilerin, matbaalarda binlercesi basılmış kağıtlarından bir tanesi de bana (ve sizlere) geliyor.
Başkalarının bundan memnun olup olmadığı benim sorunum değildir. Memnun olmayanlar varsa bir şekilde protesto ederler.
Ama ben açıkça ilan ediyorum: Lütfen bana bu yolla hakaret etmeyiniz.
"Ben seni tanımam; bayramın, yeni yılın beni ilgilendirmez; ama bir pazarlama adeti olarak bunları yolluyoruz; benim sana özel yazabilecek bir şeyim yok; olsa da sana ayırabilecek 10 saniyem bile yok; sen, pazarlama birimimizin binlerce müşterisinden birisin; senin tek önemli yanın bizden satın alabileceğin ürünlerimizdir. Senin hakkında bana söylenen, senin tebrik açlığı çeken görgüsüz birisi olduğundur. Bizden gelen pahalı tebriklerimizi ona buna gösterip çaka satarmışsın. Eh öyleyse bu imzasız, birkaç özgün cümlesiz kağıt sana yeter de artar bile."..
İşte hakaret dediğim budur; böyle olmadığını söyleyen birisi varsa lütfen beri gelsin.
Ey insanlar, tebrik bir gönül meselesidir, bir zorunluluk değildir. Bir vesile ile birilerine bir mal olmadığını, insan olarak bir değeri olduğunu hatırlatan ince bir iştir.
Bu imzasız (ya da matbaa imzalı), ruhsuz, kaba, hakaretamiz mesajlarınıza lütfen beni alet etmeyiniz.
Cep telefonuma, yüzlerce kişiye attığınız mesajlarınızdan atmayınız.
Gerek o mesajları, gerekse parlak pahalı zarflar içinde sekreterlerinizin kartlarınızı ekleyip yolladığı, sizden en küçük bir insani işaret taşımayan kağıtları üzülerek doğrudan çöpe atıyorum. Yanlış anlaşılmasın, üzüldüğüm, çöpe attığım ağaçlarımızdır.
Yolladığı mesajına kendinden bir iz taşıtan diğer %1'e ise gönülden şükranlarımı sunuyorum. Onların yeni yıllarını ve hayvan dostlarımızın kanını akıtmayacağımız bayramlara özlemim ile bayramlarını kutluyorum.
M. Tınaz TİTİZ
Türkçe’miz nereye gidiyor
HER gün Türkçe konuşuyoruz ve anadilimiz olarak görüyoruz ama gerçekten ne kadar değer veriyoruz? Türkçe dili Oğuz Türk dillerine dayalı bir dildir ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulusu ile halen gelişmekte olmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk'ün reformları ve çabaları sonrası Öz Türkçe kristalize edinmiştir. 1930 yılında başlayan bu süreçte yabancı (çoğunlukla Arapça ve Farsça’dan) kelimeler yavaş yavaş yerini Türkçe kelimelere bırakmıştır.
Bunun beraberinde iki sene sonra kurulan Türk Dil Kurumu, Türkçe diline sahip çıkmak, modernleştirmek ve reformlar yapmak gibi hedeflerle donatılmıştır.
Bugünlerde ise ciddi konularla ilgileneceğine Kenan Doğulu'nun söylediği bir cümleye tepki göstermekten başka bir şey yapmıyor gibi görünüyor. Evet ciddi konulardan bahsediyorum. Yani Türkçe dilimizin 'yabancılaşmaması' ve temiz kalması için çalışmaların maalesef azaldığını görüyorum. Osmanlının çöktüğü senelerde, Fransız işgalinde kaldığımız için halen bazı Türkçe kelimeler Fransız kökenlidir. En güzel örneği de 'mersi' kelimesidir.
Bu kelimeyi Türk halkı çoğunlukla kendisini daha üstün bir sosyal sınıfa çekebilir düşüncesi ile kullanır. Yani bu kelimeyi kullanınca 'burjuva' mı olunur? Bence o kelimenin yerine çok kolay bir şekilde 'teşekkürler' de diyebiliriz. Demek istediğim su ki Türk halkının bu süreçte rolü çok büyük ve önemlidir. Ancak istek, gayret ve değer ile Türkçe dili hakkettiği yere gelebilir.
Başka bir konu ise 'anglisizm' dediğimiz olay. Bu kavram çeşitli İngilizce kelimelerin başka dillerde entegre olmuş halde olduğunu tasvir ediyor. Bizim dilimizde bu olayın en iyi örneği futbol da kullandığımız kelimeler (korner, taç, aut, vs.).
Peki simdi soruyorum, biz milletimizle ve bayrağımızla bu kadar gurur duyabiliyorsak ve her alanda savunabilip, korumaya çalışıyorsak, neden dilimizde de ayni gayreti göstermeyelim?
Örneğin Almanlar 'televizyon' gibi bu kadar ulusallaşmış bir kelimeye kendi dillerinde yer vermediler ve yerine 'Fernsehen' kelimesini koydular. Ayrıca kelime zenginliği acısından bizim dilimize göre çok daha iyi bir yerde. Kelime zenginliği, kendini daha iyi ve daha kompleks anlatabilmek için gerekli bir olaydır. Türkçe dilimizin daha zenginleştirilmesi demek, Türk insaninin da kendisini daha farklı ve daha kuvvetli ifade edebilmesi için yeni yolların açılması demek. Çünkü bir insanin dili ayni zamanda kültürcün de önemli bir parçasıdır. Eğer bizim ülkemizde istatistikler Türkçe dilinin hafifte olsa 'İngilizceleşmesinin' işaretini veriyorsa, o zaman kültürümüzün de bir bölümü kayboluyor demektir. Geçenlerde almanca dilinde sık sık kullandığım bir kelimenin Türkçe’sini bulmak için sözlüğe baktım ve çok ilginç bir olayla karsılaştım. 'Referat' kelimesinin Türkçe karşılığını bana sözlük 'kontrandü' veya 'fortrak yapmak' olarak gösteriyordu.
Vatandaşlarıma sorduğumda hiç kimsenin 'fortrak' kelimesini bilmediği ve duymadığı ortaya çıktı. Bu kelime açıkçası aklimi biraz şaşırttı, çünkü Almanca'da da 'Vortrag' kelimesi 'Referat' kelimesinin yerini tutan bir kelime olarak biliniyor. Burada hedefim Almanca dilini övmek değil, Türkçe dilinin üzerinde daha siki durup, onu daha da kuvvetlendirmek amaçlı bir çağrıda bulunuyorum.
Bu anlamda TDK'yı pasif ve izleyici kalmayıp ta, yeni reformlarla daha aktif hale geçmeye davet ediyorum.
Sümer UYSAL-KÖLN
Paylaş