Paylaş
Tepkilere yanıt kısa:
“Ne yaparsanız yapın biz kararı verdik.”
Bir Başbakan bu kadar dayatmacı olmamalı...
3. havaalanını, 3. köprüyü, Kanal İstanbul’u İstanbullulara niye sormuyor?
Vapurun biçimini ve otobüsün rengini sormak kolay.
Avrupa’da soruluyor.
Bundan bir süre önce Münih Havalimanı’nda 3. pist istiyor musunuz diye soruldu; halkoylamasında “hayır” çıkınca proje iptal edildi.
Tören alanında bunları düşünürken bir haber geldi:
“3. köprü, Akkuyu ve Ilısu Barajı gibi projeleri Çevresel Etki Değerlendirme dışında tutan yönetmelik Danıştay tarafından iptal edildi”.
Yargıyı kendine göre dizayn etmesine rağmen yargı kararlarına uymama durumunu sürdürüyor iktidar.
Yani bundan sonra bu gibi dev projelerde ÇED şartı olacak ama AKP ‘torba’ yasalarıyla yine ‘kanunsuzluğun’ yolunu bir şekilde bulacaktır.
Sıcak ilişkiler
- Gül ve Erdoğan uzun süreden sonra ilk kez bir törende buluştu. Garipçe köyünde yapılan temel atma töreninde Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan kol kola geldiler.
Sıcak ortam dikkatlerden kaçmadı. Bu anlamda Başbakan’ın, köprünün isminin açıklanmasını Gül’e
bırakması da anlamlıydı.
- 3. köprü temeli duayla, mehter marşıyla atıldı.
Herkes çevreci oldu
- Tayyip Erdoğan’a şaşıyorum. Bir insan bu kadar istikrarlı olur. 3 çocuktan sonra 3. köprü. Pes.
- Yıllar önce 3. köprü için Tansu Çiller’e meydan okuyan RTE idi.
- 3. köprü güzel de o ağaçlar, o güzelim ağaçlar!...
- 3. köprü için kesilecek olan 2 milyon ağaç, 3. havaalanı için kesilecek olan 657 bin ağaç. Siz İstanbul’da kaç ağaç var sanıyorsunuz?
- Millet klavyeyi bırakıp bir meydanlara, alanlara çıksa, sesini duysak, ne 3. köprü kalacak, ne de AKP. Gazla çalışan bir milletiz maalesef.
- Heyy gidi 3. köprü sen nelere kadirsin. Bir günde yine herkes çevreci oldu.
Erdoğan 18 yıl önce 3. köprüye karşıydı
- Tayyip Erdoğan, belediye başkanı iken 20 Mart 1995’de ne demişti:
“3. köprü İstanbul için bir cinayettir. Kuzey bölgemizde kalan yeşil alanların imara açılıp katledilmesidir. Çağdaş kentleşme ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur.” Bugün ne değişti?
- Çocuğum olursa adını 3. köprü koyacağım (İnanılmaz espri).
- Vatandaş her halukârda 1. 2. 3. köprü diyecek her zamanki gibi...
- 3. köprü adı Yavuz Sultan Selim olarak yazılıp, Recep Tayyip Erdoğan olarak okunacakmış:)
- 3. köprü adını Yavuz Sultan Selim koyarak Alevi yurttaşlarımızın acılarını tazelemek bu kritik süreçte bilinçli bir davranış.
- 3. köprü temeli İstanbul’u 23 milyonluk bir ölü kente çevirecek mezar kazısından başka bir gösteri değildir!
- 3. köprü harika bir hizmet, hayırlı olsun. Sırada ise ülkemde gönül köprüleri kurmak var. (Hakan Şükür)
İlk halife olarak ‘ustalık’ dönemi
- Başbakan 3. köprüye adı verilen Yavuz Sultan Selim’den (YSS), ‘halifelik’ten söz etmeden yerine diplomatik bir dille ‘kutsal emanetler’ ifadesini kullandı.
YSS tahta, babası II. Beyazıd’a darbe yaparak çıktı. Mısır seferinden sonra Memluk devletine bağlı Abbasiler’den halifeliği Osmanlı Hanedanlığı’na geçirdi. ‘Ustalık’ döneminde Müslümanların dini ve dünyevi (halife) olarak Osmanlı topraklarını 2.5 kat büyüttü.
- Gül’ün konuşmasında yeni köprünün adını açıklamadan önce iki köprünün adını sayarken ilkini Atatürk olarak söyledi. Ancak ‘Boğaziçi Köprüsü’nün adının Atatürk olarak mı değiştiği yoksa Haliç’teki Atatürk Köprüsü’nden mi söz ettiği tam aydınlanmadı.
Evet, şekersiz rakı olur
“ŞEKERSİZ Rakı Olur mu?” (28.05.2013) başlıklı yazıya ALLCO Alkollü İçecek AŞ vekili Av. A. Cenk Özen bir açıklama gönderdi. Açıklamada şöyle deniliyor:
“Onmilyonlarca TL yatırımla kurulan bir işletmenin, yıllar süren araştırmaları, yüzlerce saatlik çalışmaları, sayısız deneyleri neticesinde elde ettiği bir ürünü, yerel bir gazetede yayınlanan ve dahası, müvekkilin rakibi olan bir firmanın beyanı üzerinden değerlendirmenizin hakikaten üzüntü verici olduğunu bir kez daha vurgulamak isteriz. Müvekkilin ‘Sıfır Şeker’ ibaresi ile tanıtımını yaptığı ‘Saki Rakı’ ürünü, ABD’de yapılan uluslararası bir yarışmada Dünya 2’ncisi olarak kalitesini tescillemiş iken, köşenizdeki yazınızda adeta; “Tüketiciyi kandırarak pazarda kendine yer edinmeye çalışan bir firmanın ürünü” olarak lanse edilmiştir. Müvekkilim şirketin ürünün geliştirilmesi safhasındaki maddi yatırımları bir tarafa, sadece ürünün tanıtımı için harcadığı yüzbinlerce TL, yazınız sonrasında maalesef boşa harcanmış bedeller haline gelmiştir. Üzüntü verici diğer bir konu ise; köşenizde yer vermiş olduğunuz yazının, çok açık biçimde müvekkile ait ürünü kötüler iken, doğrudan doğruya bir başka ürünün de reklamını yapar nitelikte olmasıdır. Yazının sonunda yer alan; “... Rakı içicilere önemle duyurulur” şeklinde sona eren cümleniz, tüketiciyi bilgilendirmekten ziyade, çok net bir yönlendirme içermektedir ki, bunun da basın etiği ilkeleri ile çok fazla uyuştuğunu iddia edemezsiniz düşüncesindeyiz.
'ŞEKER BULUNMAMAKTADIR'
Konunun bilimsel boyutuna gelince; yazı ekinde paylaşmış olduğumuz Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Alkollü İçkiler Analiz Laboratuvarı’nın 24.04.2013 tarihli analiz raporlarında da göreceğiniz gibi, hakikaten de müvekkile ait rakı ürünlerinde ‘şeker bulunmamaktadır”.
Bu itibarla, müvekkile ait ürüne ait reklamlarda kullanılan her kelime, her ifade tamamı ile gerçek olup, tüketicinin yanıltılması söz konusu değildir.
Bütün iyi niyetimizle ifade etmek isteriz ki; yurdumuzun en köklü ve etkili basın organlarından biri olan Hürriyet gazetesinde köşe sahibi olan sizin gibi değerli ve deneyimli bir gazetecinin bu tarz konularda haberin neticelerini de değerlendirerek daha sorumlulukla görevini yapmasını arzu ederdik.
Halihazırda müvekkil ile arasında derdest bir dava dolayısı ile ihtilaf olan rakip bir firmanın kasıtlı kötülemelerine alet olarak, karşı firmanın reklamını yapar pozisyona düşmeniz, gazeteniz ve şahsınızın ciddiyeti, tarafsızlığı ve güvenilirliği için de olumlu bir durum değildir.”
ÇÜ Ziraat Fakültesi Gıda Müh. Bölümü Alkollü İçkiler Analiz Laboratuvarı’ndan Prof. Dr. Turgut Cabaroğlu imzalı raporda, toplam şeker (invert şeker cinsinden) (birim g/1), bulunan değer için ‘Saptanamadı’ deniliyor, analiz yöntemi ise (luff-schordl yöntemi) olarak belirtiliyor.
TEMA'dan İstanbul planları ve 3. köprü
ASYA ve Avrupa kıtalarını ‘kaçak’ olarak birbirine bağlayacak olan 3. Köprü’nün temeli dün (29 Mayıs 2013) atıldı. İstanbul’un Anayasası olarak nitelendirilen 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda yer almayan ve Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu olmayan 3. Köprü, İstanbul’un ulaşım sorununa çare olmayacağı gibi, ekolojik açıdan hassas orman alanlarının tahribatına ve bütünlüğünün bozulmasına, su havzalarının kirlenmesine, yaban hayatın etkilenmesine ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olacak.
3. Köprü, İstanbul’un 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planında Yer Almıyor
TEMA Vakfı, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni planlarını takip ederek çevresel sorunları daha yaşanmadan çözmeye gayret ediyor. Bu kapsamda izlenen İstanbul’un 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı, 2009 yılında onaylandı. Plan kesinleşmişken İstanbul’a 3. Köprü’nün yapılacağı ve yer belirleneceği tartışmaları alevlendi. Bu süreçte bilim insanları, uzmanlar ve STK’ların tüm diyalog çağrıları ile uyarılarına rağmen 3. Köprü’de temel atılma noktasına gelindi.
İstanbul 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı, Açıkça 3. Köprüye Karşı Çıkıyor:
İstanbul 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı Raporu’nda, I. ve II. köprülerin kent makroformu (şekli) üzerindeki olumsuz etkileri ortaya kondu ve kentin kuzeye doğru gelişmemesi gerektiği açıklandı. Hatta rapor, 3. Köprü’yü İstanbul ulaşımı için tehdit olarak değerlendirdi.
Buna rağmen uyulması zorunlu olan planın tüm kararları hiçe sayıldı ve plana şehircilik ile planlama ilkelerine aykırı şekilde, “ilave boğaz geçişleri alt ölçekli planlarda değerlendirilecektir” notu eklendi. Oysa, üçüncü bir boğaz geçişi, bağlantı yolları, bu yolların mevcut ulaşım ağı ile ilişkilendirilmesi, arazi kullanımının nasıl şekilleneceği, İstanbul’un ekolojik açıdan hassas alanlarının korunması için alınması gereken önlemler gibi konular ancak üst ölçekli planlarda ele alınması zorunlu konulardır. 2010 yılında onaylanan 1/25.000 ölçekli İstanbul İli Kuzey Marmara Otoyolu Nazım İmar Planı incelendiğinde ise ilgili plan kararlarının geliştirilmediği, sadece harita üzerine yol izlerinin işlendiği görüldü. Yapılan işlemler kesinlikle planlama değildir, aynı zamanda uyulması zorunlu olan 1/100.000 ölçekli plana da aykırıdır.
3. Köprü'nün ÇED Raporu da Yok:
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nin Geçici 3. Maddesi daha önce iki kez iptal edilmesine rağmen, geçtiğimiz ay kapsamı değiştirilerek yeniden Yönetmeliğe eklendi. Buna göre, 3. Köprü gibi, çevresel etkisi son derece geniş bir proje, ÇED kapsamı dışına çıkarıldı. 3. Köprü gibi etkileri çok büyük ölçekte olacak bir yatırımın sadece belirli bir tarihten önce yatırım programına alındığı gerekçesiyle ÇED dışına çıkarılması İstanbul’un geleceğini çok ciddi bir şekilde tehdit edecektir.
TEMA, 3. Köprüye Karşı 4 Dava Açtı:
TEMA Vakfı olarak, 3. Köprü ile ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Konuyla ilgili olarak 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı Değişikliği ve 1/25.000 ölçekli 3. Köprü Nazım İmar Planı’nın iptali için İstanbul Bölge İdare mahkemelerinde 4 ayrı dava açtık. Davalardan birini çok kısa süre önce bilirkişinin TEMA’yı haklı bulan raporuna rağmen kaybettik, ama yılmadık mahkeme kararına itiraz ettik. Diğer davalarımız ise halen devam ediyor.
Gelecekte Nasıl Bir Türkiye Hayal Ediyoruz?
TEMA Vakfı olarak, 3. Köprü meselesini sadece İstanbul’un ulaşımı ile ilgili bir konu olarak değil, gelecekte nasıl bir Türkiye hayal ettiğimizle ilişkili olarak görüyoruz. İstanbul, hızlı bir mekansal dönüşüm süreci ile birlikte çok ciddi kentsel sorunlarla boğuşuyor. Plansız gelişme, kentin yaşam destek sistemleri olan su havzaları, tarım arazileri, ormanları ve meralarını yok oluşa sürüklüyor. Temeli atılan ‘Kaçak 3. Köprü’, daha fazla karbon emisyonu, ormansızlaşma ile daha az karbon tutulması; daha fazla kuraklık ve daha fazla sel, daha az temiz içme suyu demek olduğu unutulmamalıdır.
Toprak Yaşamdır
TEMA Vakfı
Selçuk ve Osmanlı’nın kötü taklitleri ile geçmişe sahip çıkılamaz
Taksim Gezi Parkı Projesi: ‘Yayalaştırma’ Projesi mi, yoksa ‘Kent Meydanlarını Açık Toplanma Alanlarından Kapalı Toplantı Salonlarına Dönüştürme’ Projesi mi?
Taksim’de yayalaştırma projesi adı altında başlatılan projenin, İstanbul’un en önemli kent meydanını ‘açık toplanma alanı’ olmaktan çıkarıp ‘kapalı toplantı salonuna’ dönüştürme projesi olduğu, Topçu Kışlası Projesi’nin gündeme gelmesiyle açıkça ortaya çıkmıştır.
İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Ocak 2013’te “Taksim Meydanı’nda Topçu Kışlası Projesi’nin uygun olmadığına” ancak “yeni bir projenin değerlendirilebileceğine” ilişkin kararı, Taksim Meydanını yapılaşma tehlikesinden korumamakta, ama yeni bir projeye kapı açmaktadır.
Yaşanan bu süreçte;
- Taksim Meydanı’nın, son 20 yıldır yeni kent imgeleri olarak kentlerimize damgasını vuran ya da İstanbul örneğinde olduğu gibi 500 yıllık tarihi kent siluetini ucube bir siluete dönüştüren “otel, rezidans, alışveriş merkezi” üçlüsüne açmak üzere yapılaştırılmak istenmesine mi ağlayalım,
- Yoksa, en iyileri zaten Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılmış olan yapıların kötü taklitlerini yaparak “geçmişimize sahip çıkıyoruz” diyenlerin, kentsel dönüşüm adı altında kentlerimizin tarihi geçmişinin ve kültürünün özgün örneklerini, mahallelerini yok etmelerindeki samimiyetsizliğe mi ağlayalım,
- Yoksa, Taksim’de Türkiye’nin bir dönem tarihinin ve hafızasının, katlı kavşağın ve Topçu Kışlası’nın temellerine gömülecek olmasına mı ağlayalım?
Yoksa ağlamayı bırakıp konuşalım mı, siz karar verin, ya da bırakalım krallar karar versin.
Biber gazı ile sesimiz, nefesimiz kesilmeden birbirimizi duyarak konuşabildiğimiz meydanlarda buluşmak üzere... ya da ümidiyle...
Gülten KUBİN- Yüksek Şehir Plancısı
Paylaş