Paylaş
YAZAR ve radyocu Ömer Madra, dün ‘‘Mali yapı nasıl çöktü?’’ yazımızda sözünü ettiğimiz Sayıştay'ın ‘‘2000 Yılı Mali Raporu’’nu, dilimizde genellikle 'dehşet romanı' diye aktarılan 'thriller' türü kitapların en mükemmel örneği olarak gösteriyor!
Gerçekten bu rapor, 'yapısal parçalanma'nın nasıl gerçekleştiğini gayet güzel ortaya koyuyor.
Bütçe sistemi, şeffaflık, hesap verme sorumluluğu ve mali disiplin yok oluyor.
Rapordan alıntılar yapıyoruz:
‘‘Merkezi hükümetin gelir ve giderlerinden önemli bir kısmı bütçe dışında oluşturulan döner sermayeli işletmeler fonlar, sosyal tesisler vakıflar, dernekler işletmeler ve özel hesaplar gibi kuruluşlara kaydırılmıştır. Bütçe gelir ve gideri niteliğindeki bazı işletmeler bu tür kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Bu tür kuruluşların faaliyetleri hacim olarak bütçe ile yarışan bir düzeye gelmiştir.’’
Meclis adına hiçbir dış denetim, otokontrol yok.
Bazı gelir ve giderler kayıt dışı.
Dolayısıyla bütçe dışında harcanan bu tutarlarla hangi işlerin finansmanının sağlandığı saptanamıyor.
Raporda, ‘‘Mali risklerde sorumluluk ve şeffaflığın sağlanması gerekirken, ortaya çıkan açıklar ağır bir borç yükü getiriyor’’ diyor.
Gerekçe şöyle:
‘‘Kamu kesiminin borç yükü ağırdır ve bu ağırlık giderek artmaktadır. 1999 sonunda devlet borçlarının GSMH'ye oranı % 83.4'e ulaşmıştır. Ancak resmi rakamlarda bu oran % 66 olarak görünmektedir. Maastrich kriterlerine göre, devlet borçları milli gelirin % 60'ını aşmamalıdır.
Borç yükünün ağır olması, bir kısım devlet borçlarının gizlenmesi eğilimini doğurmakta ve gerçekte ağır borçlu ülkeler sınıfında olan Türkiye orta derecede borçlu ülkeler arasında gösterilmektedir.’’
İbretlik
‘‘1971 yılından 1999 yılına kadar geçen dönemde bütçede gösterilmeden harcanan kaynak toplamı 116 milyar dolardır.’’
(Sayıştay 2000 Yılı Mali Raporu'ndan)
Büyükler hortumluyor küçükler batıyor
İSTANBUL'dan bir esnaf yakınıyor:- Yalçın Bey, TESK Genel Başkanı Derviş Günday'ın, malını mülkünü bir kenara bırakıyorum. Yanlışı varsa maaşını, malını mülkünü açıklasın. Ama bizim derdimiz yaşadığımız ekonomik sorunlar. 4.5 milyonu kayıtlı 12 milyona yakın esnaf, Türkiye'deki işgücünün dörtte üçünü oluşturuyor. Zaten dayanacak halimiz kalmamıştı. Şimdi de hayat standardı vergisi getiriliyor. Bununla ayakta kalmamız artık mümkün değil.
- Bir esnaf, asgari ücretli kadar vergi ödeyemez mi? Yılda 500 milyon, ayda 40 milyon lira.
- Küçük esnaf toplumun çimentosudur. Günlük ehvamla yaşıyorlar. Emin olun bunu veremeyecek olan binlerce esnaf var; kenar mahalle bakkalı, işportacısı, boyacısı vs... Kazan-kazanma bunu ödeyeceksin diyor hükümet. Peki, iki yıl önce 'Peşin vergi' vardı, haksızlık oluyor diye kaldırdı; ama şimdi adını değiştirerek yeniden getiriyor. Bu vergi, küçük esnafı bitirir. Fransa'ya bakılsın; mahalle aralarındaki esnaf yaşasın diye vergilerini kaldırıyor. Gözler küçüklerde, büyüklere kimse bakmıyor. Bakkal, kasap, manav biterse, bu vatandaşa da yansır. Büyükler hortumlarken, küçüklerin kepenk kapatması ekonomiyi daha çok etkiler.
- Ama bir de esnaf ve odaların lider kadro sorunları var. Maşallah, hepsi şato lideri gibiler... Saltanatları o biçim.
- Bu Türkiye'nin ciddi hastalığı.
- Esnaf, Halkbank'ı istiyordu.
- Emin olun esnafın bu bankada batık kredisi yoktur. Kaynakları siyasetçilerin eliyle büyüklere gitti. Halkbank satılırsa esnafın kredi sağlayacağı banka kalmıyor. Konfederasyon yöneticileri konuşmuşlar, ‘Size odalar birliği ile şu kadar bu kadar hisse verelim’ diye... Halkbank ve Emlakbank'ı kim, kimler alır, bilemeyiz.
TÜFE % 58 kira % 10
TÜFE ve TEFE'nin yıllık artışlarının halen % 58 düzeyinde seyrettiği bu ekonomik alanda sadece kiraları düşük tutmakla sosyal devlet ilkesinin uygulandığı söylenebilir mi?
Gerçek odur ki, iktidar kanadı popülist bir politika uğruna toplumun bir kesimini ekonomik alanda feda ederek kira artışlarını siyasal iktidarların iyimser ancak çoğu zaman hatalı tahminlerine bağlı kılmış ve bu gayri eşit ve hakkaniyete aykırı durum maalesef Anayasa Mahkemesi'nde kabul görmüşse de hukuken pek sevimsiz kalmıştır.
Av. Tankut AĞAN-İSTANBUL
TIR'larla insan ticareti yapılıyor
GREENEKS adlı nakliyat firmasının Genel Müdürü Bülent Özçelik telefonda konuşuyor:
‘‘İhracat malı taşıyan nakliyeciler, malı yükledikten sonra İçerenköy'deki Erenköy TIR Gümrük Müdürlüğü'ne giderler, gümrük memurlarının gerekli işlemlerinden sonra mühürlenir. Ertesi gün de İtalya, Triyeste'ye gitmek üzere Haydarpaşa'dan Ro-Ro'lara alınırlar.’’
- Evet...
- Fakat ciddi bir insan kaçakçılığı sorunumuz var. Her hafta Haydarpaşa'daki aramada TIR'larımızdan insan çıkıyor; Bitlisli, Pakistanlı, Kuzey Iraklı...
- Nasıl biniyorlar?
- Bir türlü giriyorlar. Aracımızın tentesi kesiliyor, mühürleri sökülüyor.
- Gümrük sahasında bu nasıl olur?
- Bizim dışımızda oluyor. Haydarpaşa'da Ro-Ro'ya binerken, cihaz ve köpekle yapılan aramada insanlar çıkıyor. Biz de malını götürdüğümüz firma ve ülkeye karşı rezil oluyoruz.
Özçelik bu kişilerin TIR'lara nasıl sokulduğunu, kimlerin bu işlerden 3-4 bin DM aldığını da söylüyor.
Gerisine yarın devam edelim.
GÜNÜN SÖZÜ
‘‘Türkiye'de derhal 'devlet noterliği' kurulmalı, 'devletin envanteri' çıkartılmalıdır.’’
(Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Cengiz Özdiker)
Paylaş