ZAMAN zaman bizim de başımıza gelir, elimize geçen yolsuzlukla ilgili belgeleri dava açılmış mı, açılmamış mı diye bakmadan yayınlarız.
Çünkü bu her şeyden önce bir haberdir ve halkın menfaatinedir. Konu kimi zaman bir yolsuzluk olayı olur, kimi zaman gümrük kaçakçılığı...
Meğer bunun cezası ne kadar ağırmış!
Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra Türkiye’de son yıllarda soruşturmacı gazetecilik (investigativ journalism) önemli darbeler yedi.
Bugün Türkiye gündeminde olan birçok yolsuzluk olayının bu tür gazeteciliğin uykuya yattığı bir dönemde gerçekleştiği görülüyor.
Hayali ihracat, vergi kaçakçılığı ve içine mafyanın karıştığı kamu bankaları ihaleleri, hele hele banka hortumlamaları, 1990’lı yıllarda halkın gözünden kaçırılarak yapıldı.
AĞIR CEZALAR
2000’li yıllar ise bu büyük yolsuzluklarla hesaplaşmanın yaşandığı bir dönem oldu. Bu haberler, yolsuzluk yapanları ve onların işbirlikçisi olan siyasetçileri o kadar rahatsız etmiş olacak ki, 2002 yılına gelindiğinde Basın Kanunu’nda bugüne kadar görülmemiş derecede ağır cezalar getirildi.
Hele hele Basın Kanunu’nun 30. maddesi var ki; bir yolsuzluk olayı ortaya çıksa, bu konuda savcılık soruşturma açsa, soruşturma tamamlanıp iddianame çıksa ve hatta mahkeme tarihi belli olsa bile tek kelime yazamazsınız. Ne zamana kadar, ilk duruşmada iddianame okunana kadar... Oysa RTÜK Kanunu’nda TV için böyle bir düzenleme yok.
Yazarsanız ne mi olur, hem yazan hem de yayın kuruluşunuz, 30 milyar liradan az olmamak üzere para cezasına çarptırılırsınız. Ödenmezse ne mi olur? % 50 artırımla, yani 45 milyar lira olarak hakkınızda dava açılır.
Mahkûm olursanız ödenecek tutar: 45 milyar lira yazan, 45 milyar lira da yayınlayan olmak üzere 90 milyar lira ödemek zorunda kalırsınız.
SOMUT BİR ÖRNEK
Örnek mi istiyorsunuz?.. Cem ve Hakan Uzan’ın, Ürdün Kralı Abdullah’ın bile kabul ettiği (15.4.2004, Hürriyet) Ürdün vatandaşlığı ile ilgili yayınlarından dolayı Hürriyet ve Milliyet gazetelerindeki haberleri hatırlayın. İki gazeteye de yayınlanan bu haberlerden dolayı İstanbul Cumhuriyet Savcılığı milyarlarca lira para cezası yazdı. Olay şimdi mahkemeye yansıyacak.
Türkiye’de soruşturmacı gazetecilik yapmanın neden zor olduğunu göstermesi bakımından gazeteci Nedim Şener’in başına gelenler en somut örnek. Soruşturmacı gazetecilik konusunda kendisini geliştirmeye çalışan ve 2002 yılında Orhan Aslıtürk’ün kurduğu hayali ihracat organizasyonunu ‘Naylon Holding’ (OM Yayınları) adıyla kitaplaştıran Nedim Şener, bu martta da ‘Uzanlar-Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü’nü yazdı. Ancak Cem Uzan kitabın toplatılması için dava açtı. Bu yetmedi, bir de hakaret davası için suç duyurusunda bulundu. Bu da yetmedi, Nedim Şener ile yayıncısı Güncel Yayıncılık’ın, soruşturma konusu hakkında yayın yapmaktan dolayı, Basın Kanunu’nun 30. maddesine göre cezalandırılması için İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Savcı da başvuru üzerine gazeteci Nedim Şener’e 40 milyar, yayınevine 40 milyar lira olmak üzere toplam 80 milyar lira para cezası yazdı.
Doğal olarak konu mahkemeye taşınacak ve dava 120 milyar lira ile açılacak.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Bunun yanıtını AKP hükümetinin hazırladığı ve şu anda TBMM Adalet Komisyonu’na gönderilen yeni Basın Kanunu Taslağı’nda yapılacak değişiklik verecek.
Basından Sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın girişimi ve iktidar partisinin desteğiyle, komisyonda ya da genel kurulda Basın Kanunu’nun 30. maddesindeki değişikliği düzenleyen taslağın 23. maddesinde, soruşturmacı gazeteciliğin önünü açacak düzenleme yapılması, AB yolundaki Türkiye’de özgür gazetecilik adına olumlu bir adım olamaz mı?
Kaldı ki, bu maddenin amacı soruşturmanın gizliliği idi. Bu konu da CMUK ile ortadan kalkmıştı. Çünkü sanıkların müdafileri soruşturmanın her aşamasında bulunabiliyor ve istenilen evrakı da alabiliyorlar. Dolayısıyla soruşturma gizliliği kendiliğinden ortadan kalkmış oluyor. CMUK ile Basın Kanunu arasındaki bu çelişkiyi gidermek için, ‘herhangi bir soruşturma konusunda gizlilik kararı olmadıkça yayın yasağı’ olmaması konusunda bir düzenleme yapılamaz mı? İkinci adımda ise bu maddedeki para cezalarının makul hale getirilmesi düşünülebilir?
Aksi takdirde nesli tükenmekte olan soruşturmacı gazeteciliğin sonu tamamen gelmiş demektir. Unutulmasın ki, şimdiki müeyyidiler olsaydı 1996’daki Susurluk olayını biz ancak iddianamenin okunmasından sonra öğrenebilecektik.
Yazı uzadığı için Basın Yasası’nın 19. maddesiyle ilgili sansür niteliğindeki ağır para cezalarından hiç söz etmiyoruz.
Çin, ayakkabıcıları da vurdu
İSTANBUL’da ayakkabı üreten bir firmayız. Sektörümüzün en büyük ve en önde gelen kuruluşları ne yazık ki kendi üretimlerini durdurma noktasına getirmiş ve Çin’den yüzbinlerce çift ayakkabı ithalatına başlamışlardır. Bu şartlar altında çok yakın bir zamanda ayakkabı sektörü sadece ithalat güdümlü ve üretim olarak yok olmaya mahkum bir sektör olacaktır. Çalışan insan sayısı da küçümsenmeyecek kadar çoktur. Bu durumda bu insanlar işsizler ordusuna katılacaklardır. Eğer milyonlarca dolarlık yatırım yapmış olup bunlardan vazgeçen ve ithalatı seçen firmaların önüne belli engellemeler gelmez ise yakın bir tarihte büyük bir sektörü daha kaybedeceğiz. Bu vahim hal karşısında bizlerin sesi olunuz. Emre AKKAYA-İSTANBUL
TEMA 603 bin fidana ulaştı
TEMA Vakfı’nın 7 Mart tarihinde 12 ulusal ve çok sayıda yerel kanalın desteği ile başlattığı ‘1 Milyon Fidan’ kampanyasına bugüne kadar 603.500 fidana ulaşıldı. Turkcell faturalı hatlı telefonlardan ‘TEMA’ yazıp 3464’e kısa mesaj göndererek 2.5 milyon karşılığı 1 fidan bağışlanabiliyor. Bu arada ressam İsmail Acar’ın 50’nci kişisel sergisi ‘Porselen Krallıklar’ bugün 19.00’da Ihlamur’daki Toprak Sanat Galerisi’nde açılıyor. 3 Mayıs’a kadar sürecek sergiden elde edilecek gelirin bir bölümü fidan kampanyasına verilecek.
Sigara içmeyenler indirim istiyor
‘Günlük 17 milyon dolarlık sigara tüketilen bir ülkede, sosyal güvenlik kuruluşları sigara içmeyen üyelerine indirim uygulayarak sağlıklı yaşamı desteklemelidir.’
(7 Nisan Dünya Sağlık Günü nedeniyle Tüketiciler Birliği’nin mesajından)
Profesör Sönmez haklı çıktı
KÖŞENİZDE metal kalp kapaklarının işe yaramaz olduğunu kalp cerrahı Prof. Dr. Bingör Sönmez bir süre önce açıkladı. Ve hastalarına takmadı diye SSK, kendisine ve hastanesine adeta savaş açtı. Sönmez neredeyse vatan haini ilan edilecekti. Bu olay gösteriyor ki, Türkiye’de gerçekleri asla söylemeyeceksin! Hükümetimiz de buna el koyarak bu konuda rehavetten kurtulmasını istiyoruz.
Merve BİRCAN
İSTANBUL
Ordu ve Antalya
ORDU Belediye Başkanlığı’na CHP’den aday olmak isteyen eski Ulubey Belediye Başkanı Seyit Torun, aday gösterilmeyince DSP’ye girdi ve kazandı. Bu olay CHP çevrelerinde şok etkisi yarattı. Torun, 17 bin oy alırken, CHP’den gösterilen aday ise 2.500 oyda kaldı. Torun’un iki ‘suçu’ vardı; Kurultay’da tüzük değişikliklerine karşı oy vermek ve eski Ordu Milletvekili Ertuğrul Günay’a yakın olmak...
Seçimin kaybedilmesine neden olarak kendisine dönük bazı iddiaların ortaya atılması üzerine Ertuğrul Günay bir açıklama yaptı. Seçimi kazanan başkanın halkla kurduğu güven ilişkisine dikkati çeken Günay şunları söyledi: ‘Sonucun oluşmasında, uzunca bir süreden bu yana uğradığımız haksızlıkların yarattığı birikimin ve tepkinin elbette payı olabilir. Ancak bu sonucun oluşması için hiçbir kişisel çaba içinde olmadığımı bütün hemşerilerim bilmektedir. Ordu’da kişisel hırslarla ve parti içi hesaplarla aday tespiti yapanların, sanıyorum sadece siyasal gerçeklerden değil, Ordu’nun türkülerinden de haberleri yoktur. Ordu’da yaşanan seçim sonucu, ‘dünya üstüne kalksa sevdiğinden vazgeçmeyeceği’ türküleriyle haykıran bir halkın, herkese verdiği bir demokrasi dersidir. Bir halkın türkülerini bilmeyenler, onu yönetmeye kalkmasınlar. Yaptıkları yanlışlarla CHP’nin seçim kaybetmesine neden olanlar, başkalarını suçlamaya kalkışmak yerine, Ordu’dan önce Antalya’nın kaybedilmesine kimin neden olduğunu tartışsalar, sanırım daha doğru yaparlar.’
Kadro ilerlemesi
BEN bir bakanlıkta görev yapan ve 1991 Kasım’ında işe başlayan devlet memuruyum. Daha önceleri Sayın Ecevit ve ANAP hükümetleri zamanında memurlara verilen 1 derecelik kadro ilerlemesinin yarattığı adaletsizliği gidermek amacıyla şimdiki hükümet tarafından bu dereceyi alamayanlara 1 derece verileceği, hatta Başbakan Erdoğan’ın bu konuda talimat verdiği yolunda yazılı ve görsel basınımızda haberler çıkmıştır. Benim öğrenmek istediğim, böyle bir çalışma var mıydı, varsa sonucu ne olmuştur? Sanırım bu sorularıma, ilgili birimlerce bir cevap verilir.