Paylaş
DİYANET İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve beraberindeki heyete Kaçak Saray’da verilen iftar yemeğinin maliyeti konusunda, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açıklamalarına karşılık Cumhurbaşkanlığı’ndan açıklama yapıldı. Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada “yalan ve tezvirat” olduğu ileri sürüldü. Buna karşılık Mimarlar Odası Ankara Şube yöneticileri dün yaptıkları basın toplantısında, “Cumhurbaşkanlığı açıklaması mesnetsiz, açıklamalarımızın arkasındayız kaçak saray maliyetleri ve dekorasyonları ile ilgili belgeleri ve faturaları kalem kalem markaları ile açıklasınlar, tezvirat var mı yok mu? Görelim” dedi.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Kamu harcamaları belgelerle, faturalarla konuşulur. Kaçak saray ile ilgili maliyetleri ve belgeleri faturaları ile açıklamadıkları için biz yaklaşık maliyet olarak açıklıyoruz. Kimse bize mesleğimizi öğretemez, biz bu işi biliyoruz, malzemeyi gözünden tanırız. Kaçak saraya ait tüm maliyetleri kalem kalem açıklasınlar, tüm dekorasyon ve tefriş malzemeleri de geçerli, yurtdışından ithal edilenler de dahil. Bizim açıklamalarımızın devede kulak kaldığını bu maliyetlerin katbekat fazla olduğu ortada” dedi. Candan, sözlerinin ve açıklamalarının arkasında olduklarını da ekledi.
GÜNÜN SÖZÜ
-“BEN kapitalizm, siz hangi Tanrı’dan bahsediyorsunuz, artık farkına varın, taptığınız tek Tanrı benim! Ben kapitalizm, siz hangi Tanrı’dan bahsediyorsunuz, Müslümanlar 5 yıldızlı Kâbe manzaralı otellerinde ‘ibadet’ ederlerken?.. Ben kapitalizm, siz hangi Tanrı’dan bahsediyorsunuz, bütün dünya Hıristiyan bayramı Noel’i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için kutlarken? ABD’de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok çünkü TV’de gördüğünüz Amerikalıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar. (Columbia Üniversitesi’nin Nobel ödüllü ekonomisti Joseph Stiglitz’in kitabından)
Seçmen çıplak!
ASLINDA erken seçimden, seçmen değil, siyasiler korkuyor. Bunun için erken seçime, seçmen sıcak bakmıyor ve ülke için felaket olur diyorlar! Bu ülkede, seçmen ve millet nelere katlandı?
Sadece son on üç yıllık dönemde, dar gelirliler ve ücretli emekçiler için daha büyük felaket ne olabilir ki? Bu oy oranlarına göre millet doğru söyler, anlayın diyorlar?
Kumaş hem eksik, hem de parçalı renkli! İlla bu kumaştan elbise dikilmesi isteniyor.
Sayısal değerlerden toplama yapılıyor. Oysa matematiksel işlemlerde, elmalarla armutlar toplanmaz diye çok temel ve basit bir kuram vardır! Herkes seçmen mesaj verdi deniyor da bu nasıl bir mesaj? Artık birilerinin de çıkıp ‘Seçmen çıplak’ demesi gerekiyor!
Nasreddin Hoca dayanamayıp, evine giren hırsız için ne demişti? Hırsızın hiç mi suçu yok?
Bizde şöyle soralım: Bu duruma gelmemizde seçmenin hiç mi suçu yok?
Kazım ÇİLOĞLU
Gazetecilikte işsiz kalmak...
GAZETECİ Doğan Satmış’ın, kendi yaşamından yola çıkarak yazdığı ‘Bir İşsizin Günlüğü-Ve İş Arayanlara Öneriler’ adlı kitabı Doğan Kitap Yayınları arasında çıktı. Hürriyet Yazıişleri Müdürlüğü’nden sonra Habertürk gazetesinde genel yayın yönetmen yardımcılığı görevindeyken kendisini işsizler ordusunun arasında bulmuş bir gazeteci Doğan Satmış... Günlüğünde bir ‘işsiz’ olarak hayata kaldığı yerden nasıl devam ettiğini, yeni başlangıçlar yapma çabasını oldukça esprili ve eğlenceli bir dille anlatıyor. Satmış’ın mizahi dilinin ardında ise Türkiye medyasının tarihi boyunca geçtiği en zorlu dönemeçlerden birinin hüzünlü fotoğrafı çıkıyor ortaya. İşsiz, dilsiz, habersiz gazeteci ordusu... Haber sevgisi ile iktidar övgüsü arasında tercih yapmaya zorlanan basın mensupları. Yeni bir güne uyandıklarında kendilerini internet sitelerinde yeni bir meslek ararken bulan insanlar. Bir ‘İşsizin Günlüğü’nde medya plazalarının renkli simalarını, dedikodularını ve işsizlerini bulacaksınız. Satmış, halen Cumhuriyet gazetesinde genel yayın danışmanlığı ve köşe yazarlığı yapıyor.
Nihat Zeybekci’nin işi zor
REZA Zarrab olmasaydı, Nihat Zeybekci, Zarrab’dan rüşvet ve servet değerinde saat hediye aldığı iddialarının ardından istifa eden Zafer Çağlayan’ın yerine Ekonomi Bakanı olabilir miydi? Nasıl “Vicdanen rahatım” diyebilir. Reza Zarrab’ın kamuoyu vicdanında aklanması algısı yaratılması için resmen iki bakana kumpas kurulduğunu kim inkâr edebilir. Beşiktaş Başkanı Fikret Orman da Zarrab’la ilgili ‘bağış’ tuzağına düşürülmedi mi?
BİLİYOR MUSUNUZ?
-CHP’li Özlem Çerçioğlu’nun başkan olduğu Aydın Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla Kuşadası’ndaki Kenan Evren Caddesi isminin kaldırılarak yerine, Milli Güvenlik Konseyi kararıyla yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’in adının verilmesi üzerine Aydın Valiliği’nin bu tasarrufa karşılık soruşturma açtırarak büyükşehire “Erdal Eren kimdir, Aydın’a ne faydası olmuştur?” diye sorduğunu, bu arada eski milletvekili Kemal Anadol’un “Görüyorsunuz, 12 Eylül zihniyeti hâlâ devam ediyor” diye tepki gösterdiğini...
MESAJ PANOSU
-BİRÇOK açıdan güç ve zahmeti olacağının bilinmesine rağmen bir erken seçimin bile AKP-CHP koalisyonundan daha sakıncalı olup olmayacağı da iyi değerlendirilmelidir. Bütün bu gerçekler ortadayken CHP’yi AKP’yle bir koalisyona sürüklemeye çalışanlar tarih karşısında taşıyacakları sorumluluğun bilinciyle hareket etmelidirler. Onur ÖYMEN
-SANDIKTAN çıkan milli irade vardı, n’oldu ona? Gülse BİRSEL
-REZA Zarrab yolsuzluğun simgesidir. Oldu olacak heykelini dikin, 4 bakanı da seçim afişi yapın olsun.
Abdülkadir SELVİ (Yeni Şafak)
-(Meclis’e çağrı) 17-25 Aralık yeniden açılsın, suçlular cezalandırılsın.
Uluslararası Şeffaflık Derneği
Arcayürek’e, Johnson’un mektubunu Demirel vermişti
CÜNEYT Abi’yi (Arcayürek’i) Hürriyet’teki haberciliğinden tanırız. Kıskançlıkla izlerdik. Bir çok gazetenin Ankara temsilcisiliğini yaptı ama onun esas işi ‘habercilik’ti. En ünlüsü de, ABD Başkanı’nın Kıbrıs gerginliği sırasında İsmet İnönü’ye gönderdiği ağır hakaret içeren mektubudur. Hürriyet’in ‘Johnson’un mektubu’ haberini kim unutabilir ki...
Çok seçkin bir gazeteciydi. Burnundan kıl aldırmaz; aldığı bilgiyinin kaynağı da katiyen söylemezdi. Onun için ‘güven’ esası öndeydi. Muhatabına hiç saygısızlık yaptığı olmamıştır. Bu konuşma, o iki kişi arasında bir ‘sır’dır.... Elindeki haberi sadece İstanbul’daki genel yayın müdürüne söylerdi. Yazı İşleri Müdürleri kendileriyle konuşmadığı için ona kızarlardı. Buna Hürriyet ve Cumhuriyet’te tanık olmuşuzdur.
Johnson Mektubu haberinin kaynağının kim olduğunu gazeteler uzun süre araştırdılar. Ancak yıllar sonra bu mektubun dönemin Başbakan’ı Süleyman Demirel tarafından kendisine verildiği ortaya çıkmıştı.
Onlarca yıl günlük yazılar yazdı; kitaplar çıkardı. Hiç kimseyi korumaz ve kollamazdı; kimseye de yalakalık yaptığını okumadık, görmedik, bilmedik. Keşke gazetecilik anılarını bir Nehir Söyleşisi ile geridekilere bıraksaydı.
Ama buna da pek şirin baktığını sanmıyorduk.
Nitekim öyle oldu; yapmadı, yaptırmadı.
KIBRIS HAREKATI ANILARI
Ankara’da bugün toprağa verilecek Cüneyt Abi’den Kıbrıs harekatı anılarını ister misiniz?
Cüneyt Arcayürek, Kıbrıs Harekatı’nda adaya ilk ayak basan Türk gazetecilerindendi. Büyük bir gazetecilik başarısına imza atarak savaşın ve harekatın durumunu, adadan bir çok fotoğrafı birebir Hürriyet’e ulaştırdı.
Arcayürek ile ölümünden önce son kez bu konuda Cumhuriyet gazetesinin deneyimli muhabirlerinden Fırat Kozok, bir söyleşi gerçekleştirmişti. Kozok, Arcayürek’in Kıbrıs anılarından kendisine aktardığı bölümü de sosyal medya hesabından paylaştı.
İşte Kozok’un notuyla birlikte Arcayürek’in Kıbrıs Harekatı anıları:
“Arcayürek abimizle konuşurken her zaman çekinirdim. Ama hafızası insanı hayrete düşürecek boyuttaydı. Anlattığını dinlemek zevkti. Zırt pırt soru sordun mu da kızar, sıkılırdı. Kıbrıs Harekatı’nın yıldönümü nedeniyle geçen yıl yaptığım söyleşi, onun son söyleşisiydi. En çarpıcı bölümlerden biri, gazeteciliğin nasıl bir heyecan gerektirdiğini anlatıyor aslında..;
“EŞREF AKINCI’YI ARADIM”
Çıkarmanın 20 Temmuz olacağı artık ağırlık kazanmış... Ben büroya geldim, ne yapacağımı düşünüyorum. En büyük olay, çıkarmada bulunmak... Hükümet belki sonradan gazetecileri götürecek ama, önemli olan önce gidebilmek. Ben Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı’yı aradım. Gitmek istediğimi söyledim;ve “Git, harekatı yapacak Bedrettin Paşa’ı bul” dedi. Sağa-sola baktım, foto muhabiri Hüseyin Ezer’in makinesini ve bir diğer makineyi aldım, bürodan çıktım, bir yerden renkli renksiz filmleri ceplerime doldurdum, bir araba ayarladım. Bindim, “çek” dedim Mersin’e... Gidiyoruz ama, 14 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş...
Gece yarısı Mersin limanına geldik. Sabah oldu, bir yerde telefon kulübesi buldum. Oradan Adana’daki Eşref Akıncı paşayı aradım, “Paşam ben geldim, ne yapacağım?” deyince “Sen git, Bedrettin Paşa’yı bul” dedi.
Daha sonra “Seni götüreceğiz” dediler.
Beni götürdüler, hiç unutmuyorum 112 sayılı bir çıkarma gemisi... Sacdan bir gemi, şakır şakır terliyorum... Bir patırtı, gürültü derken hareket ettik. Bir süre gittikten sonra o delikten çıktım bir baktım, gemimiz limandan çıkıyor, diğer gemiler sıralanmış gidiyoruz... Uzaktan Mersin görünüyor, 40 tane gazeteci otelde bekliyor... Atlatmışsın gidiyorsun, ne büyük bir keyif... Erlerden biri bir kep getirdi, “abi yanarsın” diyerek verdi. Sonra oturdular bir patates yemeği yaptılar, hayatımda böyle güzel yemek yemedim... Sonra kafayı bir vurdum, sabah uyandığımda Kıbrıs’a ulaşmışız... Çıkacağımız koy göründüğünde uçaklar bindiriyorlar, alevler yükseliyor...
Gemiler kapak attı, askerler iniyor, tanklar iniyor... Bir yere kadar geldik, birisi bağırdı“1114 Cüneyt!” Şaşkınlıkla bir baktım, benim yedek subaylıktan bölük komutanım Süleyman Tuncel. Gittim, sarıldım... O sırada yukarıdan ateş ediyorlar... Biraz ilerimizde kayalık var, tankın attığı mermi kayaya vurunca, o kayanın parçaları mermi gibi geldi, biraz ötemizde duran teğmenin kafasına geldi ve orada şehit oldu. Ben bunu görünce, berbat oldum... Sonra tanklar yola döküldü. Ben bir tankın üstündeyim... Durmadan fotoğraf çekiyorum. 20-30 kişilik Rum grupları ellerini kaldırıp teslim oluyorlar. O sıcakta, aç susuz ilerledik... Girne’ye ulaştık. Orada bir karargah yapılmış, bütün paşalar orada...
Gezerken bir baktım, bir ağacın dibinde havacı üsteğmen. Yaralanmış... Gittim hemen yanına, “Neyin var arkadaş senin?” diye sorunca “Abi uçakla yaralandık” dedi. “Nasıl gideceksin?” diye sordum, “Bilmiyorum” deyince aklıma bir şey geldi.”
(Bu yazının devamını Cumhuriyet’ten veya Odatv’den okuyabilirsiniz.)
Paylaş