Paylaş
Seminer programının içeriği, Milli Eğitim Bakanlığı ile Hizmet Vakfı arasında yapılan bir protokole göre tespit ediliyor.
Konu başlıklarından seminerin amacının, dini ağırlıklı tavsiyeler/yönlendirmeler olduğu anlaşılıyor.
Dokuz başlık altında, Kuran ve hadislerden alınan örneklerle, standart ‘toplumsal davranış kodları’nı yaygınlaştırmanın hedeflendiği iddia ediliyor.
Değerler eğitimi verilmesi pedagojik olarak doğru...
Sorun, eğitimin içeriği ile ilgili, ahlak kodlarını ıskalayıp sadece dini konular üzerinden formatlama yapmaya çalışmanın beklenen amacı sağlayamayacağı ileri sürülüyor.
Bu konuda uzman isimlerden ve Suudi Arabistan dahil şer’i hükümlerin uygulandığı ülkelerde yıllarca dersler veren, Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu değerler eğitiminde örneklenecek hadislerin ‘sahihliği’ konusunda tartışmalar olduğunu ileri sürüyor ve hatta Diyanet’in bu konularda yeterli özeni göstermediği iddiasında... Müslüman ülkelerdeki yolsuzluk sorunlarının çok ciddi boyutlarda olduğunu, sadece dini kuralları önceleyen değerler eğitiminin, ahlaki bir sistem yaratmada yeterli olamayacağına işaret ediyor.
Okullarda her sabah bir dakika içinde okutulan ‘Öğrenci Andı’ demokratikleşme paketi ile kaldırıldı.
Nedeni ise, çocukların beyinlerini yıkadığı, çocukları belli görüşlere göre endoktrine ettiği konusundaki iddialardı...
Andımızda, “Doğruyum, çalışkanım... Yurdumu, milletimi özümden çok sevmek... Varlığım Türk varlığına armağan olsun” gibi ifadeler var, demokratikleşme paranoyasının altında, Atatürk’ün adının geçmesi ve Türk ibarelerine duyulan alerjinin ağır bastığı açık...
Dini değerleri aşağılamak diye bir suç olamaz, çünkü...
İTÜ’den bir öğretim üyesi, İTÜ Sözlük’ün sahibi Çağatay Gürtürk’ün halkın dini değerlerini aşağılamak suçundan gözaltına alınmasına tepki gösteriyor. (Gürtürk’ün aynı akşam serbest bırakıldığını da hatırlatalım) “Halbuki böyle bir suç olamaz, çünkü böyle bir suçun sınırları nesnel kıstaslarla belirlenemez. Farz edin ki, halk dini gereği dünyanın düz olduğuna inanıyor (hem Tevrat, hem de Kuran bunu ima eder), Şimdi birisi çıkıp “Ben dünyanın düz olduğuna inanıyorum” der, karşısındaki de “Kardeşim ne zırvalıyorsun?” cevabını verirse, bu dini değerleri aşağılamaya mı girecek ve cevabı veren gözaltına mı alınacaktır? Zırvalığa zırvalık denilemeyen yerde insanlıktan, insan değerlerinden ve hele özgürlükten bahsedilemez. İTÜ Sözlük’ün sahibini halkın dini değerlerini aşağılamak suçundan gözaltına alan kolluk kuvveti mensubu, kendisinin hür ifade hakkını gasp ederek alenen anayasa ve insanlık suçu işlemiştir ve cezalandırılmalıdır.”
Gökçek şimdi Torunlar’a taktı
MELİH Gökçek televizyonunda, “soru-cevap programı” yaparken Başkentgaz’a veryansın ediyor. Özelleştirmeden alan firmanın uygulamalarını yerden yere vuruyor. Ama inandırıcı değil. Çünkü özelleşsin diye elinden geleni ardına koymadı. Borç içindeyken özelleşince kurtulacağını sandı. Borca sokan da kendisiydi ve onun kaynaklarını kullanıyordu. Firmayı alan Torunlar AŞ iktidar yandaşı... Melih Gökçek, mekanik sayacı dayatan firmaya sözde Ankaralıyı koruma adına şimdi ağzına geleni söylüyor. Üstelik, zamanında ‘mekanik’ talep edene ön ödemeli sayacı şart koştuğu halde... Ekrandan kendi avukatının adını veriyor, vatandaşa tavsiye ediyor, savcılığa gidin diyor! Belediye Başkanı ne yapmaya çalışıyor? Eski TRT’ci sunucu, Gökçek’e “Satılmasını siz istediniz, satıldı. Metro istasyonlarına, billboard’lara, ‘Başkentgaz ile hiçbir ilişkimiz yoktur’ afişleri astırdınız.
O halde tasarrufları neden sizi bu kadar ilgilendiriyor” diye soramıyor!...
Her şey tiyatro!...
Babuşcu Hanım’a kızdım
CUMHURİYET dönemi için “600 yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” yorumunu yapan AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşcu’ya soruyorum. 600 yıllık imparatorluk döneminde hangi mecliste (son Osmanlı Meclis-i Mebusan dahil) kadın milletvekili vardı? Söyleyin de biz de bilgilenelim. milletvekili olmayı borçlu olduğunuz, kadınların haklarına kavuştuğu Cumhuriyet’e neden bu kadar öfkeli olduğunuzu anlayamıyorum. İnsanlar haklarını korumak için yaşarlar, kazanımlar için mücadele ederler ve gerekirse bedel öderler. Hadi çocuk gelinler, maden kazaları, eğitim ve sağlık hakkı için bir şeyler söyleyin ve mücadele edin de sizi ciddiye alalım. Size kızgınım.
Nurcan ŞANLI
BİLİYOR MUSUNUZ
BAKIRKÖY’deki Mimarlar Odası Trakya Temsilciliği’nin, 1960’da Arhitektura SSSR (SSCB Mimarlığı) dergisinde yayımlanan Nâzım Hikmet’in mimarlığa dair görüş ve umutlarını içeren, Mustafa Yılmaz’ın Rusçadan çevirisiyle ‘Hayal Ediyorum’ başlıklı kitabının ilk kez Türkiye’de yayınlandığını ve mimarlara hediye edileceğini açıkladığını (İletişim; 0212-543 23 68; bakirkoy@mimarist.org)... ? CHP Sol Kanat’ın ‘CHP iktidara nasıl yürür’ forumunda (Şişli Kültür, yarın 11.00) Metin Öcalan, İdris Yıldız, Necdet Saraç’ın konuşacaklarını...
İZMİR Gaziemir’de Aslan Avcı Döküm San. ve Ticaret AŞ işletmesinde bulunan fabrika sahasındaki nükleer bulaşıklı atıkların Turanlar AŞ tarafından ayrıştırılmasına ilişkin olarak İzmir Valiliği’nin verdiği ‘ÇED gerekli değildir’ kararının 'hukuka aykırı ve uygulanmasının giderimi olanaksız zararlar doğuracak olması’ nedeniyle iptali için Av. Arif Ali Cangı’nın ve bir grup avukatla Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi adına dava açtıklarını...
SODEV’in ‘İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü’nün bu yıl baskılara boyun eğmeyen tutumları nedeniyle BirGün, Cumhuriyet, Evrensel ve Yurt gazetelerine verileceğini...
MESAJ PANOSU
AKP’nin iktidar olduğu sadece düne bakalım: MİT TIR’larına sansür, Cumhuriyet gazetesine baskın, Rota Haber binasında yıkım, Twitter yasakları... Pelin BATU
AKP, ‘Yeni Osmanlı’yı kurmaya çalışıyor. Peki, kurulunca Osmanlı hanedanından kalanlar sultanlık isterse ne olacak? Tayyip Erdoğan, sarayını boşaltıp görevini onlara bırakacak mı? D.Ö.
Bitmeyen I. Dünya Savaşı
ORTA Doğu’da yıllardır yaşananlar, bitmeyen I. Dünya Savaşı’nın sonuçlarıdır. II. Dünya Savaşı, askeri, siyasi ve ekonomik tüm sonuçlarıyla bitmiş olmasına rağmen, I. Dünya savaşı sonrası çizilen suni sınırlar, suni ülkelerin başına monte edilen kukla rejimler, bölgeye istikrar getirecek siyasi ve ekonomik bir yapılaşmanın oluşturulmaması nedeniyle bu savaş hala devam etmektedir.
1950’lerden sonra Mısır, Irak, Suriye ve Libya’da gerçekleşen askeri darbelerle bu rejimlerin çöküşü, İran-Irak savaşıyla başlayıp, ABD’nin Irak’ı işgali ve Suriye’yi iç savaşla çökertme politikalarının iflası ile ortaya çıkan durum yeni bir oluşum değil 1918’in devamıdır.
Bir dünya savaşı, düşmanın fiziken yenilmesi ve ülkelerin galip orduların işgaliyle bitmez. Savaşa yol 4açan tüm nedenlerin ortadan kalkmasıyla biter.
II. Dünya Savaşı, ABD’nin Almanya ve Japonya’yı askeri açıdan teslim almasından sonra başlattığı Marshall planı, kurulmasına öncülük ettiği Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IFC (uluslararası Finance Kurumu), IMF, NATO, Avrupa Konseyi, OECD, Avrupa Konseyi ve hatta bugünkü AB’nin başlangıcı Ortak Pazar gibi kurum ve kuruluşları örgütleyip çalışır hale getirmesiyle mümkün olmuştur.
Bu kurum ve kuruluşların çalışmaları sonunda ve 1991 de Sovyetlerin çöküşüyle tüm savaş nedenleri sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmıştır.
Biraz bilgi-kurgu romanı gibi meseleye bakarsak, 1930larda uykuya dalıp 1991 den sonra uyanan biri, 1940-45 arası dünyayı kana bulayan bir savaş ve 45 yıl boyunca Avrupa’nın yarısının Sovyet işgali altında kalmış olduğunu, anlayamaz.
KURTULUŞ SAVAŞI
I.Dünya Savaşı ise böyle sonuçlanmadı. 1917 Sovyet devrimiyle Rusların savaştan çekilmesi, Türklerin Kurtuluş Savaşı ve Lozan’la taçlanan Anadolu zaferi, savaş sonrası tüm planları (Sevr Anlaşması) altüst etti. Ancak, II. Dünya savaşı sonrası kurulan ve tahrip olan dengeleri oluşturacak, ülkeleri barıştıracak, siyasi yapıları yenileyecek ve savaşa sebep olan unsurları ortadan kaldıracak siyasi-ekonomik-diplomatik nitelikli hiçbir uluslararası örgüt kurulmadı.
Savaşın galibi ve dönemin küresel gücü Büyük Britanya İmparatorluğu Orta Doğuda suni sınırlar çizip, istediği gibi hükmedebileceği rejimler kurmayla sonuca ulaşabileceğini sanarak tarihi büyük bir hata işledi.
İngiltere’nin Orta Doğu’ya getirdiği siyasi yapının yüzeyselliği, tarihi gerçeklerle bağdaşmayışı, bölgedeki tek gerçek siyasi güç ve istikrar unsuru olacak genç Türkiye Cumhuriyeti’ne inanmaması, ve Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanması gereken Kerkük-Musul’u, kışkırtılan Kürt isyanıyla, suni Irak sınırları içinde tutması bugünlerde yaşanan trajedilerin ana kaynağıdır.
Orta Doğu’ya bir çeşit denge getiren Soğuk savaş dönemi bitince, bölgede uygulanan İsrail ağırlıklı veya güdümlü ABD politikaları Orta Doğu’yu temelinden sarsan ve istikrarsızlığa sürükleyen temel unsur oldu.
ABD’NİN ÇIKARI
ABD’nin kendi çıkarı dışında politikası yoktur. Olmasını beklemek de gerçekçilikle bağdaşmaz. Tarih bu gerçeği anlatan örneklerle doludur. En ABD yanlısı iktidarı kurmuş olan ve İran’da ABD+İngiliz müdahalesi ile oluşan darbe sonucu iktidara gelen Şah Rıza Pehlevi, ABD’nin çıkarları değişince tedavi için dahi ABD’ye sokulmamış ve sığınabildiği tek ülke olan Mısır’da, Kahire’de ölmüştür.
Tarihte her imparatorluk çıkarları için insanları ve ülkeleri kullanmış, kullanma süreleri bitenleri de tarihin içine gömmüştür.
Orta Doğu da kalıcı istikrarı sağlamak, II. Dünya savaşı sonrası kurulan ve yukarda açıklanan kurumların benzerlerinin yani bu bölgeye özgü Siyasi, Ekonomik ve Diplomatik kurumları oluşturmak ile mümkündür. Böyle bir yapılaşma her ne kadar ABD siz mümkün değilse de, Türkiyesiz hiç olamaz.
Bunun için de ABD ve AB ülkelerinin, II. Dünya savaşı sonrası Avrupa için yaptıklarını Orta Doğu için yapmaları gerektiğini anlamaları ve bu yönde çok ciddi bir kararlıkla çalışmaları gerekir. Yaşanan bu çalkantılı dönem aslında böyle bir yapılanma için son derece elverişlidir. Türkiye Avrupa Konseyi ve NATO üyesi, AB ile Gümrük Birliğini gerçekleştirmiş Batıyla kaynaşmış olduğu kadar, Rusya ile güven ilişkisi oluşturmuş bir ülke olarak bu fikrin ve girişimin öncülüğüne soyunmada çok ciddi imkanlara sahiptir.
Sorun ise ABD ve AB’nin böyle bir niyetlerinin olup olmadığının belirsizliğindedir.
Bülent AKARCALI- Sağlık ve Turizm Eski Bakanı
Hamsi geldi ama hemen Gürcistan’a gitti
SAMSUN Su Ürünleri Kooperatifleri Birliği Başkanı Atıf Malkoç, hamsinin neden erken gittiğini anlatıyor:
“Türkiye kurak bir yaz geçirdi. Bu sene barajlarda su çok azaldı. İçme suyu sıkıntısı yaşandı. Barajlardan ırmaklardan denize su gelmedi. Deniz suyu bu nedenle çok sıcaktı. Suyu sıcaklığı 13 dereceye kadar ulaştı. Şu an 11 derecelere düştü. Hamsinin olması için deniz suyu sıcaklığının 9 derecelere kadar düşmesi lazım. Şu an Karadeniz’de palamut var. Deniz suyu sıcaklığı normalinden fazla. Yeni yeni soğumaya başladı. Bu soğumanın 2 ay önce olması gerekiyordu. Bu yıl balık mevsimi 2 ay geri döndü. Hamsi Gürcistan’a gitti, şu an Abhazya’da bol hamsi var. Bizlerin ise yüzünü güldürmedi. Şu an balıkçılar denizlerde palamut, istavrit ve çinakop ağırlıklı avlanılıyor.”
Paylaş