Paylaş
İki dönem önce AKP’nin gözdesi olarak ‘sınırlandırılan’ Arnavutköy, coğrafi açıdan İstanbul’un en büyük ilçesi. 3. köprü alanından Küçükçekmece Gölü’ne kadar uzanıyor.
Biz sağdan ‘Tayakadın’ okuna doğru sapıyoruz. Her yer yemyeşil ve ağaçlık, arada gecekondular da var, yani disiplinli bir coğrafya değil... Biraz daha gidince, bize ‘Karadeniz ormanlarına’ rehberlik yapacak dostumuz. “3. havaalanının temeli yarın Başbakan tarafından şu gördüğün tepenin arkasında atılacak, çünkü birkaç gündür Ankara’dan gelen polislerle bölgedeki jandarma yoğun bir koruma planlaması yapıyor” diyor.
Herkes gibi -biz de- kızgın... “Burada da binlerce ağaç kesilecek tam bir vicdansızlık, halbuki bu tepeden tünel geçişi yapılabilirdi.” Gerçek bir köy yoluna giderken karşımıza hırçın Karadeniz çıkıyor; işte havaalanı hemen bunun önüne yapılacak, beş pisti var.
Arazinin bir bölümü ‘çıplak’, buradan kömür çıkaran grup, ‘imar’ izinlerini aldığı bir projeye başlayacakmış... Yat limanlarından golf sahalarına kadar, hatta hükümet tarafı da buna ‘olumlu’ gözle bakmış...
O yeşil alana bayılmamak mümkün değil... Her taraf ‘yemyeşil’, ormanın 20-25 yıllık bir geçmişi var.
Doğa kendi dengesini oluşturmuş; kuşu da gelmiş, yabani hayvanları da... Düşük yoğunluklu bu ‘özel ormanları’ kuranları kutlamak gerekiyor. Halbuki onlar yıllardır kömür çıkarılan sahaları ‘çıplak’ bırakıyor diye eleştirilirdi.
Gelecek için insanın içi burkuluyor bu manzarayı görünce; açık bir ifade ile ‘imha’ ediliyor bu bölge...
Havalimanı için ‘kurban’ edilecek 300 hektarlık alan üzerinde 2 milyona ağaç var; akasya, selvi, sakız çamı, fıstık çamı...
Nasıl bir güçte olacaktır bu iş makinelerinin bu coğrafyayı tersyüz etmeleri...
Bir de buralara 1.5 milyon kişinin barınacağı konutlar yapılacak.
Yerleşim alanları ile orman ilişkisini kurmanın o kadar önemli olduğunu kime anlatmalı ki...
Uzun vadeli planların olacak; bölgeyi İstanbul Metropolitan Planlama (İMP) çalışmalarından ‘saklamayacaksın’; helikopterle havadan iki tur atmanın bütün bu işler için yetmeyeceğini... Sonra birden ‘kanal’, ‘havaalanı’ ve ‘köprü’ rüyası görmeyeceksin. Bir koşulu daha var; doğanı seveceksin, yaşadığın kenti (İstanbul) seveceksin ve sonunda da ülkeni...
Bizde bunlardan hiç nasibini almamış çok kişi var.
Hep söyleriz, Münih Belediye Başkanı Ude’ye kentini sorduklarında “Üçte bir orman, üçte bir konut, üçte bir havaalanı” der.
İstanbul’da böyle bir plan disiplini yok; aksine yağma anlayışına yönelmiş bir kafayı artık kimse önleyemez. Bir anda bir plan olur mu? Buradaki Yeniköy halkı ve kömür ocağı çalıştıranlar için gerçek bir ‘sürpriz’ sayılıyor, 3. havaalanı projesi...
“Her şeyimiz gidiyor; tarlamız, denizimiz, mandamız, sütümüz, yoğurdumuz, sebzemiz, balığımız” diyorlar.
Bir mühendis dostumuz da “Bu havaalanı daha önce Silivri’de yapılacaktı, sonra ne oldu da burası seçildi?” diye sorduktan sonra ‘hükmünü’ veriyor:
“Herhalde yapılacak bir havaalanı için en kötü yer burasıydı zemin olarak.”
Kilyos-Karaburun arasında 40x10-15 kilometre karelik coğrafyanın yarısını kapsıyor
İSTANBUL’un kuzey ormanları denilen bölgede (Ağaçlı köyü) 1900’lerin başında kömür çıkarılmaya başlanıyor.
1. Dünya Savaşı’nda ısınma büyük sorun oluyor; cephe gerisindeki askerler buraya getirilip iptidai usullerle kömür çıkarılıyor. Kilyos-Karaburun arasında bu bulunan bölge 40 km uzunluğunda 10-15 km eninde... Bölge o yıllarda çok önemli bir ‘enerji bölgesi’ sayılıyor.
Çünkü buharlı gemiler kömürle çalışıyor; daha sonra Haliç’te Silahtarağa Elektrik Santralı kömürle çalıştırılıyor.
Terkos Gölü’nün su pompaları kömür yakılmasıyla üretilen buhar basıncıyla çalışıyor. (Fransızlar yapıyor.)
Bu alanın üzerinde havaalanının baştan 90 milyon m2’lik bir alanda kurulması öngörülüyor. Bu arazi daha sonra 80 milyon m2’ye, son olarak 77 milyon m2’ye indiriliyor.
Yani yukarıda sözünü ettiğimiz 40x10-15 km’lik alanın yüzde 50’sini içine alıyor.
İklim değişecek
İstanbul Manhattan olmaz, ancak Hong Kong olur. İstenilen o kültür olmaz.
Gelecekte İstanbul’un havası nasıl olur? Çok kötü olacak, çünkü oksijen damarları kesilecek.
Bahçeşehir’de trafiği engelleyecek ölçüde sis olmaya başladı. Neden? Çünkü geride yüksek binalar yapılıyor; hava akımları değişiyor.
Yazı devam edecek, size daha acı tablolar yazacağız.
Prof. Türk’ten yeni bir anayasa kitabı
PROF. Dr. Hikmet Sami Türk, bilimadamlığının yanı sıra siyasi kimliği ile de öne çıkmış bir kişi. Yasama üyeliği kadar Ecevit hükümetlerinde Adalet Bakanlığı gibi bir yürütme görevi de yapan Türk’ün son kitabı, “Nasıl Bir Anayasa Değişikliği”. Yetkin Yayınları tarafından yayınlandı. Oldukça dolgun bir içeriğe sahip çalışmada, son yılların en güncel konuları ve bunların doğurduğu sonuçlar, Meclis’te verilen soru önergeleri, araştırma önergeleri ve kanun tekliflerinin ışığında “Nasıl Bir Anayasa” konusu irdeleniyor. Tez ve karşı tezler geliştiriliyor. Kimi zaman da çözümler öneriliyor. Siyasetçilerin, hukukçuların, sosyal bilimcilerin, kendisini ‘toplum mühendisi’ olmaya adamış kişiler için başucu olabilecek bir yapıt...
Yılmaz’ın TÜSİAD’tan gidişinin gerçek nedeni
MUHARREM Yılmaz, Balkan kökenli bir aileden gelmektedir. Balkan kökenli Türklerin en önemli özellikleri yurtseverlikleri ve milliyetçilikleridir.
Bu konularda Türkiye’deki hiç bir kısım ve grupla kıyaslanamazlar. Modern Türk Devleti’ni, Ortaçağ Osmanlı Devleti ardından kuranların % 80’i Balkan kökenlidir.
Muharrem Yılmaz, çok iyi bir eğitim görmüş, son derece terbiyeli, görgülü ve modern dünya görüşüne sahip aydın bir işadamıdır.
İstifasının ardında ne işyeri sendikası ile yaşanan sorun ne de fabrikanın önüne tezek döktürmesi vardır.
Gerçek neden Ocak ayında yapılan TUSİAD Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmasının bir yerinde “hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, vergi cezası veya başka türlü cezalarla şirketler üzerinde baskı kuran bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir” sözlerine karşılık olarak Başbakan’ın kendisine “vatana ihanet” suçlamasını yöneltmesidir. Ve bunun işaretini Yılmaz, geçen hafta TUSİAD heyeti olarak gittikleri Çin Gezisi’nde vermiştir ve “herşeyi herkesle tartışırım ama vatanperverliğimi asla” ifadeleri, istifa edeceğinin açıkça işareti idi.
Balkan kökenli Türklerin yurtseverlikleri ve milliyetçilikleri ASLA tartışma konusu yapılamaz. Hele hele Vatana İhanetle suçlanamazlar. Bu ülkenin en aydın ve modern insanları Balkan kökenli Türklerdir.
Hem TÜSİAD, hem Türkiye için büyük kayıptır. Ne var ki, ülkenin bugün geldiği noktada en büyük pay da işte bu işadamlarınındır. Bu noktada, ülkeyi yıkım noktasına getiren AKP yönetimine (daha doğrusu yönetimsizliğine) en büyük desteği TÜSİAD vermedi mi? Korkunun ecele faydası var mı? Ülkenin tüm kurumları AKP Yönetimine, Başbakana teslim olmadılar mı? Üniversitelerden sendikalara, yargı kurumlarından şirketlere kadar her kesim AKP‘ye teslim olmadılar mı?
Her kesim, her şirket, her kurum şapkasını önüne koyup özeleştiri yapmalıdır.
Ülkenin içinde bulunduğu durum aynen 1933’te seçimle iş başına gelip, kısa zaman sonra Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığı kendi üzerine alan, Alman Meclisi’ni kundaklatıp suçu sol kesimin üzerine atıp ülkedeki tüm sol partileri ve kuruluşları tasfiye eden, sendikalardan yargıya, üniversitelerden şirketlere kadar tüm kurumları kendisine bağlayan tek adam Hitler Rejimi’ne benzemiyor mu?
S.K.
Erenköy’deki Topbaş Sitesi’ne yapılan kıyaklar AKP’ye hiç yakışmıyor
ERENKÖY’de tren istasyonuna yakın olan bir Topbaş Sitesi vardır; A ve B blok ile 52 dairedir. ‘Topbaş dergahı’ diye bilinir site. “Ancak bu sitenin karşısında oturan komşuları olarak burada yapılanlara ‘imreniyor’, hatta kıskanıyoruz” diyor komşularından bir kadın.
Konuyu basına aktardıklarını, bir tek Yurt’ta haberi gördüklerini söylüyor.
Okurumuzun anlatımından özetliyoruz:
Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü Anadolu Yakası Müdür Muavinliği’ne bağlı taşeron ekipler bu sitenin 400 metreyi bulan ön ve arkasındaki bahçesini ‘donatıyor’; kadınların isteği üzerine ‘Kanuni’ dizisindeki kameriyenin aynısı; gençler için de üç basket sahası yapılıyor, çim ve çiçekler yenileniyor. ‘Kameriye yer açmak için ‘tarihi’ üç-dört ağaçın kesilmesi içimizi burktu. Kadıköy Belediyesi bütün bunları bir zabıtla tespit etti ancak aradaki ‘torpil’li kişi işi kapattı.
Burada kimler mi oturuyor; Prof. Veysel Eroğlu’nun dairesinde hemşehrisi bir doktor oturuyor; bakanın danışmanı Ebubekir Yüksel, AKP İBB Grup Başkanvekili, mali müşavir Abubekir Taşyürek (Kartal), İTÜ’den Prof. Zekai Şen... Zekai Bey aynı zamanda Mekke Zemzem Araştırma ve Gelişme Merkezi Müsteşarı ve Su Vakfı Başkanı diye bilinir. Eski milletvekili Metin Balıbey’i de tanıyoruz.
Bu işin maliyetinin en az 100 bin TL olduğunu sanıyoruz. Park ve Bahçeler, bu işi para karşılığı yapıyorsa, denilecek bir şey yok; ancak ‘yandaşlık ve kıyaklık’ varsa biz buna karşı çıkarız, hemen “Benim vergimle bu iş olmaz” deriz.
Site yönetimi komşularına bir bilgi verirlerse, mutlu oluruz.”
Bu olay ‘patladığı’ zaman bir okurumuz da şu notu iletmişti:
“Şimdi de komşularımızdan bir şey öğreniyoruz. Bu sitenin bahçe duvarlarının demiri de İSKİ tarafından yapılmış... Prof. Eroğlu’nun İSKİ Genel Müdürlüğü zamanı mıdır; olabilir diyorlar. Ama bu konuyu o zaman görenler ve bilenler varmış.”
Bu durum karşısında hâlâ net bir açıklama yapıldığını görmedik.
Yalnız bu işin takipçileri diyor ki; “Park ve Bahçeler elemanları kayboldu; CHP Kadıköy Belediye Meclisi üyesi Hüseyin Sağ’da çekilmiş fotograflar varmış, konuyu İBB’nin toplantısında gündeme getirecekmiş...
Bu açık ayıp bir şey değil mi? AKP’nin çiftliği mi sanıyorlar bu kurumları!
Hem ayıp, hem günah değil mi?
Paylaş