17 Nisan 2005
<B>BODRUM’</B>dan yoğun bir altyapı çalışması nedeniyle bazı okurlarımızdan şikáyetler geliyor. Sorduk; <B>Bodrum </B>şantiyeye dönmüş; yollar delik deşik edilip yenileme çalışmaları yapılıyormuş. Trafik rezalet halini almış... Bu konuda belediyeye ağır eleştiriler yöneltiyorlar; yüksek mühendis Hasan Dulagil, belediyeyi ‘beceriksizlikle’ suçluyor. Ortakent Yahşi’den Erdal G. Tepe ‘Bodrum’da ne alan, ne de satan belli’ diyor, otopark sıkıntısını dile getiriyor.
Bodrum yarımadasında konut yapımı inanılmaz artmış; bu arada su sorununa da dikkat çekiliyor.
Böyle bir dönemde belediye başkanının Uzakdoğu’da ne işi var deniyor.
Eleştirilerin bir bölümü haklı; ancak ilerde rahatlama yaratacak bu çalışmalara da tahammül etmek gerekmiyor mu?
En iyisi Bodrum Belediye Başkanvekili Mehmet Kocair’e sormak. Kendisinden öğreniyoruz ki, Belediye Başkanı Mazlum Ağan, Vietnam’a gitmiş; ‘Dünyanın En Güzel Koyları Birliği’nin Asya Zirvesi’ne katılmış, Bodrum da bu örgüte Türkiye’den tek üye kentmiş. 3. Dünya Kongresi ekim ayında Bodrum’da yapılacakmış ve örgütün başkanlığına turizmci Galip Gür aday önerilecekmiş... Başkan Ağan, Vietnam’dan geldiği gibi bu kez Berlin Belediye Başkanı’nın davetlisi olarak Almanya’ya gitmiş...
Mehmet Kocair anlatıyor:
‘Bodrum 5 bin yıllık bir kent. Antik kent dokusuna dönük bir çalışma yürütüyoruz. Tüm altyapı yenileniyor. Artık gereksiz olan asfalt denilen dokuyu kaldırılıyoruz; yerine granit (Ankara taşı) döşeniyor. Eski kimliğine kavuşturuyoruz. Bunlar yapılırken kanalizasyon, elektrik ve telefon hatları da değiştiriliyor. Bodrum’a dışardan gelenlerin işin mantığını ve ruhunu anlamaları gerekiyor. Çok önemli bir vizyon çiziyoruz Bodrum’a; Halikarnas Balıkçısı’nın bir kültür kenti olarak, tarihi geçmişini yakalayarak...
15 GÜN SONRA BİTİYOR
Altyapı çalışmalarında niye geç kaldınız?..
- Dünyanın ortak değeri Bodrum’un yıllarca önce bozulan kendisine has dokusunu yeniden oluşturmak o kadar kolay değil tabii... Bu yedi yıllık bir proje. Bizler her şeyin bir anda olmasını istiyoruz; ancak bir de bütçe olanaklarının elverip elvermediğini düşünmemiz gerekiyor.
Karayolları da yeni çevre yolunda çalışmaya başladı; tabii bütün bu çalışmaların yansıması kentin dar ve iç yollarına yansıyınca insanların tepkilerine neden oldu. Az sabır gerekmez mi?
Antik Liman ve Neyzen Tevfik Caddesi’nde yaptığımız çalışmalar bitmek üzere. Kent içinde 15 güne kadar bir rahatlama başlayacak. Proje, Bodrum’da yaşayan aydınlarla birlikte oluşturulup özene bezene yapılıyor. Bundan sonra peyzaj ve ışıklandırma çalışmaları olacak.
Bodrum nedir sizce?..
- Tersine bir ‘3’ gibidir... Ortada kale, sağda antik liman, solda dış liman... 30-40 yıl önceki altyapı yetersiz kaldı. 5 yerde inanılmaz su kaçakları çıktı, denize sızıyormuş. Kanalizasyon şebekesi erimiş, bitmiş... Su ve kanalizasyon hatlarını döşerken, Telekom’a, TEDAŞ’a hadi siz de hatlarınızı yenileyin diyoruz. En az 20 yılı karşılayacak bir altyapı... Kaldırımlarımızla değişik bir Bodrum göreceksiniz. 3 trilyon harcıyoruz bu projeye.
Karayolları çalışmaya erken başlayamamış, ondan da gecikme olmuş deniyor.
- Buradaki turizm hareketlerini bilen bir teşkilat. Kentte esas trafik sıkışıklığı yaratan göbeklerdeki düzenlemeleri bitirmek üzereler. Bodrum-Turgutreis yolu üzerindeki merkez ve Konacık sınırına kadar olan bölgeyi yolu genişleterek mayıs sonuna kadar bitirecekler.
Su?
- En büyük sorun... Bodrum merkezini, Mumcular Barajı idare ediyor. Asıl Yarımada’da sorun büyük. Yeraltı suları bitme noktasına gelmiş; artık 150 metreden çekiliyor, o da tuzlu gelmeye başladı. Milas’taki Geyik Barajı’ndan yarımadaya su getirilmesi gerekiyor. DSİ çalışmaları henüz yeterli. Arıtmaya gelirsek... İki büyük arıtmamız var; Gümbet bölgesinde 3 milyon dolara yeni bir arıtma yapılıyor.
Turizm Bakanı Atilla Koç geldi mi?
- Gelmedi.
Bakalım taş kaldırımla Bodrum’u sevecek miyiz?
Yarımada’da inşaat patladı
BODRUM’a geçen yıl 980 bin turist gelmişti; bu yıl 1.2 milyonu aşması bekleniyor. Rezervasyonların % 60-70 dolayında artması nedeniyle otelciler memnun ve bazıları ‘Aman nazar değmez inşallah’ diyor.
İnşaat sezonu inanılmaz şekilde hareketlenmiş... Bodrum’dan başka Yarımada’da otel, apart otel ve villa yapımında büyük artış gözleniyor. Bu arada Bodrum’da 200 dolayında mimar ve mühendis olduğunu unutmayalım. Yarım kalan kooperatif inşaatları da, ekonomide iyileşme nedeniyle hareketlenmeye başlamış... Plansız ve kaçak yapı var mı? Olmaz olur mu hiç? Yeni belediyeler yasasında bunları engellemeyen başkanlara hapis cezaları olduğunu hatırlatan bir mimar, inşaat patlamasını ‘Adamın arsası var; yasal hakları ve imarla ilgili izinleri olunca yatırım yapmak istiyor. Bir kısmı da yaşlanan, eskiyen binalarını yeniliyorlar’ diye anlatıyor.
Bodrum DHA muhabiri Yaşar Anter daha önce haber yapmıştı... Yabancılara gayrimenkul satışları ‘korkunç’ denilebilecek hale gelmiş. Bugüne kadar arsa ve villa alanların sayısı 1500’ü bulmuş; bir o kadar da talepte bulunan varmış... Özellikle Almanlar, biraz da rant amacıyla bu alımları yapıyormuş... İspanya’da yüzde 5 kazanılırken, Türkiye sahillerinde yüzde 30 kazanıldığı hesap ediliyormuş. Bizlere dönük bir eleştiri; acaba bu satışlar doğru insanların eliyle mi yapılıyor? Rant peşinde koşanlar, hak etmediği paraları ellerine geçirince bunları nasıl değerlendiriyorlar?
Cazip yatırım derken Bodrum daha da mı betonlaşıyor yoksa?
GÜNÜN SÖZÜ
‘Yeni Cumhurbaşkanına tavsiyem, yeminine sahip çıkıp, halkı kucaklamasıdır. Yalanlarla halka umut pompalama, bu çok ayıptır, günahtır.. Devleti, bağımsızlığı mezata sokma hakkı kimsede yoktur.’
(1976’dan 2000 yılına kadar
6 kez Cumhurbaşkanlığı yapan Rauf Denktaş)
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2005
<b>ÇEVRE </B>ve Orman Bakanı <B>Osman Pepe </B>dün <B>NTV’</B>de ‘Bizim dönemimizde ormanlarımızda kaçak tek bina yoktur’ dediği saatlerde <B>Kemer Country’</B>nin inşaatla ilgili genel koordinatörlerinden <B>Mehmet Köseoğlu </B>telefonla arayarak şunları anlattı: ‘Kadir Topbaş’la helikopterle gezerken görüp yazdığınız sitemiz içindeki inşa halindeki 5 yapı Büyükşehir Belediyesi ekiplerince enine boyuna incelendi ve ilgili belgeleri isteyerek götürdüler. Biz 1.200 dönüm tapulu arazimizde villa yapıp satıyoruz. Ayrıca Orman Bakanlığı’ndan 49 yıllığına kiralanan 2.000 dönümlük saha ise, turizm alan belgeli ve tasdiklidir. 1991’de başlayan turizm ve spor alanları (uluslararası konaklama, golf, binicilik ve tenis) yatırımlarımızın %90’ı bitirilmiştir. İnşaatı sürmekte olan otelimizi Kempinski tarafından işletilmesi için anlaşma yapılmıştır. O gördüğünüz, konaklama için yaptığımız 5 bungalovun inşaatıdır. Ruhsatsız hiçbir şeyimiz yoktur.
- Peki bungalovlar kimin tapusunda yapılıyor?
- Orman’dan tahsisli sahada konaklama tesisleri... Ama bunların da ayrı ayrı ruhsatı vardır. Büyükşehir imar ve planlama ekipleri daha önce Göktürk beldesinde de denetleme yapmışlar. Orada Orman’ın bir madenciye tahsis ettiği kuvars maden sahasının ise bizimle bir ilgisi yoktur.
- Size Orman’dan tahsisli yerler daha önce kömür madeni sahası mıydı?
- Evet... 1987’de başvurarak maden sahalarını turizm alanına çevirttik.
Yeni Galata Köprüsü’ne neden itiraz etmediler
METRONUN Haliç’i geçerken tasarlanan boynuz şeklinde ayakları olan çelik ve cam karışımı ‘şeffaf köprü’ tasarıma dönük eleştirilere biraz tepkili Kadir Topbaş... Ünlü mimarlar; Semai Eyice, Uğur Tanyeli, Eyüp Çulha, Metin Sözen, A. Vefik Alp ve Tan Oral’ın çeşitli biçimdeki eleştirilerine karşı ‘Onlar ilk önce benim meslekdaşlarım’ diyerek şöyle diyor:
‘İnsanlar eskiden kemer köprüler yapmış, Mimar Sinan gibi... Sanayi devriminde metal-çelik köprüler geldi. Sonra Boğaz’daki gibi asma-germe köprüler dünyada yerini buldu. Bugün ise daha çağdaş bir yapı sistemi olan ‘Stayed Cable’ denilen gergi sistemiyle kurgulanan köprüler çıktı. Buna nasıl kopya denilebilir ki. Çağdaş, yeni bir felsefe, yeni bir konsepti olan tasarım. Eleştiri getirenler, yeni Galata Köprüsü için neden bir şey söylememişler? Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerine kopya diyebilir miyiz? Bizim hiçbir kompleksimiz yok.’
Topbaş, İstanbul için çağdaş vizyon projelerini zaman zaman açıklayacağını söylüyor.
Semazen heykeli tartışmalarına girmek istemiyor. ‘Lale mi, Semazen mi?’ sorusuna kısa yanıt veriyor:
‘Lale evine dönüyor.’
Başbakan öneriyor MEB tersini yapıyor
CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı’nın, Milli Eğitim Bakanı’na, İlköğretim Türkçe 8 adlı ders kitabındaki Ömer Asım Aksoy, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeynep Oral, Feyza Hepçilingirler, Muhsin Ertuğrul, Ulaş Özdemir ve İpek Ongun gibi çağdaş yazarlara ait metinlerin, ‘Atatürk’ün Bilime Verdiği Önem’ başlıklı yazının kaldırıldığını ve ulus, yanıt, tümce, sözcük, eylem, ilgeç, betimleme, olanak gibi sözcüklerin yerlerine Farsça ve Arapça kökenli sözcüklerin niçin konulduğunu bir soru önergesiyle soruyor.
Gazalcı, Milli Eğitim Bakanı Çelik’e diyor ki:
‘Bir ders kitabının bakanlığınız tarafından kabul görebilmesi için sizin yaklaşımınıza uygun bir dil kullanılmak zorunda mıdır? Yazarların kaygısını giderici herhangi bir önlem almayı düşünüyor musunuz?’
Gazalcı ayrıca Köy Enstitüleri’nin 65. kuruluş yıldönümü nedeniyle yayınladığı bildiride, Başbakan’ın 11.9.2003 günü yaptığı ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında ‘Dünya eğitim tarihi bakımından da çok orijinal bir girişim olan Köy Enstitüsü uygulamalarını, tarafsız bir gözle, bilimsel bir analize tabi tutmalarını ve bu deneyimden bugün, özellikle yeni bilişim ve genetik tarım teknolojilerini eksen alarak ‘Biz nasıl yararlanabiliriz?’ diye araştırmalarını istedim’ demesine karşın 2.5 yıllık iktidarı döneminde Milli Eğitim Bakanlığı uygulamaları Köy Enstitüleri ilkelerinin tam tersidir’ diyor.
İSMAİL HAKKI TONGUÇ
Bakanlığın keyfi yönetimi ile Milli Eğitim Temel Kanunu’nu, yönetmeliklerini sık sık değiştirerek Öğretim Birliği’nin bozulduğunu, partizanca kadrolaşarak eğitimin niteliğini düşürdüklerini belirten Gazalcı, ‘Başbakan’ın sözlerinin ciddiye alınmadığını’ söyleyerek şu öneride bulunuyor:
‘Ülkemizin ve insanlığın Köy Enstitüleri sisteminden sürekli yararlanabilmesi için uygar Batı ülkelerinde benzer örnekleri görüldüğü gibi özerk çalışan ‘Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı Tonguç Araştırma Kurumu’ oluşturulmalıdır. 17 Nisan’ın okullarda ‘Eğitim Bayramı’ olarak kutlanması için verilen önerge yasalaştırılmalıdır.’
Bakan Ezgezen deprem kanununu uygulamıyor
‘18 Ağustos 1999 depremini en yoğun olarak yaşayan biriyim. O gece uyumamıştım, deprem vurunca balkona çıktım. İkinci kattan sokağa atladım; önüm deniz... Depremden kurtulduğum için Allahıma şükrederken, baktım dev bir dalga geldi, en aşağı 5 metre olabilir. Önüm bir anda deniz oldu, dizlerime kadar su içinde kaldım. Bu bir tsunamiydi tabii... Depremin bıraktığı izleri anlatmaya gerek yok’ diyor Gölcük/Değirmendere’den Vedat Karal...
Prof. Ahmet Mete Işıkara geçenlerde Değirmendere’ye gelmiş, tehlikeyi bir kez daha ‘Orta hasarlı binalar birer hazır mezar, sakın oturmayın ve hemen yıkın’ diye dillendirmiş.
Karal, ‘İşte benim üzerimde durduğum konu da bu... Hani orta hasarlı binalar yıkılacaktı?’ diye soruyor.
Gerçekten 5 yıldır bu aylarda, bu konuda haberler yer alıyor ama uygulama hep erteleniyor.
Karal’ı dinliyoruz:
‘Ne yazık ki ne bakan, ne ilgilenen, ne de yıkan var. Bölgemizde depremde orta hasarlı olup onarılmayan bir sürü bina var; insanlar çaresiz oturuyorlar. Bu konuda Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen’e tam dört kez mektup yazdım:
1.9.1999 tarih ve 23803 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 574 sayılı KHK ve 7269 sayılı Afetler Kanunu’nun 13. maddesi b bendi hükümlerine göre onarım ve tamirinin yapılmaması halinde, ilgili kanun gereğince bu binaların neden yıkılmadığını sordum.
Bu hüküm neden her yıl uzatılıyor?
Prof. Işıkara önemli uyarılar yapıyor ama bu kanun her yıl, bir yıl daha uzatılıyor. Kanun çıkartmışız, uygulama yapılmıyor ya da savsaklanıyor.
İzmit Valiliği’ne soruyorum, ‘Bize yıkın diye bir haber gelmedi’ diyorlar.
Başbakanlığa da yazdığım yazıya, klasik olarak ‘Dilekçeniz incelenmiş olup gereğinin yapılması için Bayındırlık Bakanlığı’na gönderilmiştir’ cevabı geliyor.
Zaten ben onlara soruyorum, ancak bir icraat yapılmıyor.’
Çıkan kanun uygulanmıyor. Peki onarılmayan orta hasarlı binaların yıkılması için yeni bir deprem ve yeni canların yitirilmesi mi bekleniyor?
Taşıma tekeli
ERZURUM’da Dadaş, Esadaş ve Palandöken Turizm şirketleri var. Bu üç firma 9 Nisan’dan itibaren geçerli olmak üzere kendi aralarında bir anlaşma yapıyorlar ve bunu biletlerini satan tüm acentelerine fakslıyorlar. Her bir güzergáh için bir fiyat belirlemişler, o fiyatın altında kesinlikle bilet satmak yok. İki hafta önce Erzurum-Antalya 35 YTL idi; şimdi 50 YTL olmuş. Iğdır ve Ağrı otobüsleri çoğunlukla Erzurum otogarına girmiyorlar. Şehirlerarası yolda sizi valizlerinizle bırakıyorlar. Şimdi soruyorum, rekabet bozulmadı mı? Tüketici mağdur olmuyor mu?
Salih EMiN
Biliyor musunuz?
GÜNEYDOĞU’da Ankara Üniversitesi adına uyguladığını söylediği anketle ‘Etnik kökeniz nedir? Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Dindar biri terörist olabilir mi?’ gibi sorular soran Prof. Doğu Ergil’in, iki yıl öne Ankara SBF’de doçentlik sınavına giren Sakarya Üniversitesi’nden Emin Gürses’in kendisine ‘ABD Büyükelçiliği’nde ne işin vardı?’ diye sorması üzerine küfrederek saldırdığını; bunun üzerine Doç. Gürses’in hakkında hem YÖK, hem de savcılığa şikáyette bulunduğunu... YEDİTEPE Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nün kapatılması üzerine tepki gösteren bölüm başkanı Doç. Dr. Füsun Akatlı’nın, ‘bir sanat kozasının daha kurutulmuş olduğunu’ bir tepki bildirisiyle kamuoyuna açıkladığını...
Mesaj panosu
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, ‘fast food’ların çocuk sağlığında yarattığı olumsuz etkileri göstermek amacıyla bugün 10.00’da bir film; 13.00’te de Köy Enstitüleri slayt gösterimi düzenliyor. Yer: Karanfil Sok. 28/19, Kızılay. 0312-425 05 55.
BATMAN’da dün başlayan Turizm Haftası boyunca Hasankeyf’te, Jandarma Caz Konseri, Komedi Dans Grubu, Grup Yamaç ve Haluk Levent, semazen gösterisi, pandomim, Hasankeyf güzellik yarışması gibi etkinlikler yer alıyor.
GÜNÜN SÖZÜ
‘İlla bir hastanın Kızılay’dan kan alması için Başbakan’ın oraya telefon etmesi gerekmez.’
(Başbakan Tayyip Erdoğan)
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2005
<B>BÜYÜKŞEHİR </B>Belediye Başkanı <B>Kadir Topbaş’</B>la havadan <B>İstanbul’</B>u gezimizdeki izlenimlere devam ediyoruz. Helikopterde sürekli ‘İstanbul’a herkes haksızlık yaptığı için yüreğimiz sızlıyor’ diyor Topbaş.
Çarpık alanlar o kadar yoğun ki, askeri alanlar ve mezarlıklar ‘park’ gibi kalmış ağaçları sayesinde... Peki dışardan gelecek yatırımcılar İstanbul’un bu görüntüleri karşısında ne derler?
Beykoz’un Boğaz’a bakan tepesindeki Ceneviz Kalesi’ni, askerler Büyükşehir’e verecekmiş; oraya turistik bir kimlik kazandırılacakmış.
Sarıyer’deki ünlü Uyum Kooperatifi’nin yarım kalmış harabe konutları; Boğaz’ın güzellikleri arasında mahçubiyetten ‘bizi buradan kaldırın’ der gibiler sanki. Topbaş ise ancak ‘Bakacağız’ diyebiliyor.
Hidiv Kasrı’nı unutmayalım; gül bahçeleri kaldırılıp yerine rant amacıyla çirkin bir havuz yapılması şikayet edilmişti bize. Topbaş’a göre ‘Hidiv’in orjinal konseptinde gül bahçesi yok.
Bu nedenle havuz işi bilen mimarlar tarafından yapıldı, güzel de oldu canım... Ekip ruhu ile çalışıyoruz, arkadaşlarımız İstanbul’a zarar verecek tarzda bir çalışma yapmazlar, güvenirim onlara...’ diyor.
Kemerburgaz, Karadeniz’e kadar uzanan geniş bölge atıl... 1970’lerden itibaren 50 bini Orman idaresinden 20 bini de Hazine’den olmak üzere 70 bin dönüm ağaçlık alandan kömür çıkartıldı. Bugün ‘bozuk’ arazi konumunda ve çok çirkin... İstanbul’a oksijen gerekiyorsa buraların yeniden ağaçlandırılması gerekiyor. Bildiğimiz kadarıyla kömür çıkarılan bazı alanlarda 1993’lere kadar ağaçlandırma çalışması yapılmıştı. M. Bekir Kutmangil, Çiftealan-Ağaçlı köyleri arasında 10 bin dönüm ağaç ekmişti; Milten ve Eryılmaz firmaları 3’er bin dönüm, Aks Madencilik de 150 dönüm fidan dikmişler... Milten’in bölgeye liman, yat ve turizm projesi, Karadeniz’in azgın dalgaları yüzünden gerçekleştirilemeyecek galiba. Bugün kömür çıkarılan bölgenin %30’u ağaçlandırılmış durumda... Çevre ve Orman Bakanlığı bu kötü görüntünün ortadan kaldırılıp ‘ormanlaştırılması’ için B2’ye gösterdikleri ilgi kadar bürokratik engelleri kaldırması ve teşvik getirmesi gerekmiyor mu?
Sarıyer Göktürk bölgesi de yağmadan nasibini almış; görüntüyü hiç beğenmedi Başkan...
(Göktürk’ten dün okurlarımız aradı; ‘keşke bir gün sonra geçseydiniz, de Kemer Country’deki kaçak villalar gibi Kemerlerin hemen yan tarafındaki tepede, 9 dönümlük alanda yeni taşocağı açmak için katledilen ağaçları görseydiniz, dedi. Öyleyse gerçekten büyük bir ihanet!’
Olimpiyat Stadı’nın çevresi düzenleniyor; giriş-çıkışlı altı yolu tamamlanmış. İki tarafındaki ‘gecekondulara’ yol gözüküyor; bu konuda yeni bir yasa da hazırlanıyor... Topbaş’ın özel ilgisine aldığı bölge, 2. bir Ataköy ve Ataşehir olmaya aday şimdiden. ‘Metro yatırımını acilen gerçekleştirmemiz gerekiyor’ diyor...
Evet, İstanbul’un derdi su; kirli Alibeyköy Barajı ‘yedek’ tutuluyor; Istranca derelerinin toplandığı Sazlıdere Barajı da kirlenmemeli. Fabrikalar konutlar içiçe geçmiş; Çatalca’yı bırakın Silivri’ye kadar böyle. Tarlalarda ‘görgüsüz villalar’ ve hatta 4-5 katlı apartmanlara kim izin verir, bu vatan topraklarına ihanet edercesine...
‘Bunda polislik ne var!
TARİH; 11 Nisan 2005, 18.00 civarı. Yer; Mimarsinan Beldesi’deki Ekinoba Migros’un otoparkı. Beyaz renkli Fiat Palio’daki iki genç ‘Havalimanından ayrıldıklarını, kendilerine prim olarak (her halde ‘tazminat’ demek istiyor) verilen bazı malları satmak istediklerini, ilgilenip ilgilenmeyeceği mi’ sordular. Bu yöntemle yapılan kapkaç 5322271’nın örneklerini anımsayarak, gençlerle ilgilenmedim. Başka birinin başına bir şey gelmesin diye 155 Polis İmdat’a durumu ihbar etmeye kalkıştım. Aldığım ‘Eee! Bunda polislik ne var’ cevabından sonra telefon kapandı. Keşke etmeseydim. Saat 18.20 olmuştu. Oysa birkaç gün önce Cumhurbaşkanımız ‘Polis, vatandaşın güvenini zedeleyecek tutum ve davranışlardan kaçırmalı’ çağrısı yapmıştı. O polisin, Emniyet Teşkilatı’na yakışmadığını düşündüm! Ancak bütün polis memurları da böyle duyarsız ve kaba olamazdı. İkinci kez 155’i aradım. Karşıma çıkan polis, ihbarımı değerlendirmek üzere gereken bilgileri aldı. O memura ‘Teşekkür’ ediyorum. Emniyet teşkilatından da, 155 gibi bir serviste halkla ilişkilerden bir haber elemanların (memur diyemiyorum) barındırılmaması konusunda bir vatandaş olarak talepte bulunuyorum. N.T.- Mimarsinan
Yargıya güven sarsılmaz mı?
SANATÇI İsmail Hakkı Sunat’ı öldüren ve 5 yıl 4 ay hapse mahkûm olan sanığın, 9 aylık mahkûmiyetinin ardından tahliye edilmesine gösterilen gerekçe, hukuk vicdanını ve adalet duygularını tahrip edici nitelikte değil midir?
Bu tahliye kararını veren mahkeme, sanığın 7 ay daha tutuklu kalması gerektiğini, oysa mahkumiyet kararının Yargıtay’ca incelenmesinin uzun zaman alacağını, eğer karar 10 ay sonra bozulursa sanığın 3 ay fazladan hapiste kalarak mağdur olacağını düşünerek bu kararı vermiştir. Yani, adalet çarkının çabuk dönmemesinden dolayı sanığın muhtemel zararını önlemek istemiştir.
Oysa öte yanda mağdur tarafın muhtemel değil, fakat kesin zararı hiç nazara alınmamıştır. Sormak gerekir ki, sanık tahliyesinden sonra yurtdışına kaçar ve kalan 7 aylık cezasını da çekmezse mağdur tarafın çekeceği acılar ne olacaktır?
Sanık 3 ay fazla hapis yatarsa, bunun telafisi için düşünülmüş yasal yollar vardır. Fakat sanık bu tahliyeden sonra kaçarsa mağdur tarafın acısını dindirebilecek hiçbir yol yoktur. Kaldı ki, sanığın (haklı görüldüğü takdirde) tahliyesi, inceleme bitmeden de Yargıtay’ca yapılabilir.
Sanığın muhtemel mağduriyetini gözetmek, kuşkusuz ki elzemdir. Ancak bunu yaparken halkın adalet ve yargıya güven duygularının sarsılması tehlikesinin de nazara alınması gerektiği, bu karar ile bir kere daha ortaya çıkmıştır. Av. Metin ÜNSAL-İSTANBUL
Polise teşekkür
AB polislerinizi cezalandırın diyedursun, polisimiz kendisinin ne denli işini bildiğini bir kere daha gösterdi. Kendilerine teşekkür etmemiz gerek.... Mersin’de bayrağımıza saldıran soysuzlara engel olan polisimiz Gökhan Kızıltepe kendisine verilen para ödülünü Gazi ve Şehit Asker Ailelerine Yardım Derneği’ne bağışlayarak erdemli vatan evladı olduğunu bir kere daha kanıtlarken şimdi de Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’in çabasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin yara alması engellenmiş oldu...
Her olumsuz olayda protesto edelim kampanyaları yapabiliyorsak, olumlu olaylar karşısında da duygu ve düşüncelerimizi dile getirmek görev olmalı.
Melike F.K.
Doğanhisar uzman doktor istiyor
YAKLAŞIK olarak 11 bin civarında bir nüfusa sahip Sultandağı eteklerinde kurulmuş Konya’nın CHP’den Belediye Başkanı çıkaran tek ilçesiyiz. Birçok defalar Konya İl Sağlık Müdürlüğü’ne yapmış bulunduğumuz Doğanhisar Devlet Hastanesi için uzman hekim başvurularımıza hiçbir cevap vermediği gibi talebimiz de yerine getirilmemiştir. Hastanemizde şu anda 7 pratisyen hekim ve bir diş tabibi görev yapıyor. 2004 yılında 39.917 hastaya hizmet vermiştir.
Ankara ve Konya’ya belirli bir uzaklıkta bulunmamız hastalarımızın zamanında tedavi yapılmadığından dolayı hastalıkların ilerlediği gözlemlenerek içler acısı bir durum ortaya çıkmaktadır.
Sesimizi Konya İl Sağlık Müdürlüğü’nün kanalı ile duyuramadık.
Mehmet ÖZTOKLU-Doğanhisar Belediye Başkanı
Belediye emekli maaşımı kestirdi
SAYIN Melih Gökçek’e; ben malulen polis memurluğundan emekli olmuş, eşini trafik kazasında kaybetmiş ve üç kızı ile geçinmeye çalışan bir kişiyim. Anafartalar Belediye Çarşısı’nda 21 No’lu dükkanda çiçekçilik yapan Uğur Yüzgünç ve abisi Esen Yüzgünç’e, ricaları üzerine dükkan kirası için kefil oldum. Ancak bir yıldır kira ödemiyorlarmış. Belediye beni icraya verdi; 407 milyonluk emekli maaşımdan 5.6 milyar kesilmeye başlandı; bugüne kadar da 2 milyon kesildi. Bu dükkan hálá çalışıyor. Büyükşehir Belediyesi beni niye icraya verdi; kirasını alamıyorsa niçin benim emekli maaşıma göz dikiliyor? Size iki kez mektup yazdım cevap bile vermediniz.
Cihangir SÜRÜCÜ-ANKARA
Can pazarı
İSTANBUL yolu üzerindeki jandarma bölgesi çok tehlikeli... Gün geçmiyor ki bu yolda bir trafik kazası olmasın. Araçlar süratli seyrediyor ve bölgede ne bir trafik lambası ne de bir geçit var. Yolun karşısındaki Şevket Evliyagil Lisesi’nde okuyan çocuklarımızı okula yollarken çok korkuyoruz. Bu hafta içinde bir vatandaşımız daha karşıdan karşıya geçerken hayatını kaybetti.
Lütfen sesimizi duyurun, birimiz daha hayatını kaybetmeden, korktuğumuz başımıza gelmeden...lütfen.
M.Ali BORAN-ANKARA
DYP’liden DYP’liye tepki
DYP GİK üyesi Serhan Yücel’in, köşemizde ‘Her sela verildiğinde ‘Eyvah DYP’nin bir oyu daha gitti’ diyorum. O hale geldik, gençlerden oy alamıyoruz’ demesine DYP Şişli Sekreteri Hakan Ertaş tepki gösteriyor:
‘Bir DYP’li olarak bu sözü kabul etmem imkansız. 16 yaşında AP’ye girdim; ‘Yasaksız Türkiye, konuşan Türkiye’ diyerek yollara düştük, siyasette yaprak kıpırdamazken DYP’ye üye oldum. Zatı muhteremi 40 kişilik listeye yazmışlar, hangi teşkilatını gezmiş, kaç gençlik toplantısına katılmış, hangi spor kulüplerini gezmiş, dinlemiş. Kendisine ulaşamadığımdan beni araması için 0212-247 34 36 No’lu telefonumu kendisine iletebilirsiniz. Bu kişiler böyle büyük bir davanın nasıl yöneticisi olabilir?’
Biliyor musunuz
CHP Yalova Milletvekili, fizik öğretmeni Muharrem İnce’nin, şiirlerini ‘Tatanka’ adlı kitapta topladığını, kitabının geliri ile doğduğu Elmalık Köyü İlköğretim Okulu’na Fen Bilgisi Laboratuvarı kurmak üzere harcayacağını... TV’lerdeki bilgi yarışmalarında şimdiye kadar 400 milyar lira ödül kazanan, İstanbul DYP eski İl Başkanı, AKP Şişli belediye başkan adayı Muhsin Divan’ın, bilgisinden çekindikleri için TV’lerin artık başvurularını kabul etmediklerini...
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2005
<B>İSTANBUL </B>Büyükşehir Belediye Başkanı <B>Kadir Topbaş, Florya </B>ve <B>Ataköy </B>sahillini gezmişti, erken saatlerde... <B>‘Plajları yaza hazırlıyoruz’ </B>dedi. Önce Yenikapı’daki İSKİ tesislerinde çay içtik. İstanbul’u helikopterle havadan göreceğiz ya... Pilotun yanına arkadaşımız Sefa Özkaya oturdu, rahat fotoğraf çekmek üzere... Biz de Başkan Topbaş’la arkadayız. Rotamız önce Anadolu yakası.
Boğaz’a doğru yönelirken, Balıkhali’ni göstererek, buradan taşıyacaklarını söyledi. ‘Bak’ dedi;
Sultanahmet’e gelen turist otobüsleri için sahilde yapılacak otopark alanını işaret etti. Ahırkapı Feneri ne kadar güzelmiş havadan... Haydarpaşa Limanı bir felaket; binlerce konteyner boşaltılmayı bekliyor. Yanındaki TMO’nun buğday silolarının büyüklüğü yerden farkedilmiyormuş. ‘Haydarpaşa Garı otel oluyor’ diyor. Tüpgeçin tamamlanmasıyla bölgenin İstanbul’a yeni bir kimlik kazandıracağı ortada; acaba kaç yılda biter? Kadıköy Meydanı’nda da yeni düzenleme yapacaklarmış... Fenerbahçe Stadyumunu görünce bir müjde veriyor: ‘Taraftarları, deniz yolu ile Kurbalıdere’den stadyuma indireceğiz.’ Fenerbahçe, Çiftehavuzlar ve Suadiye yöresi mimari bakımdan düzenli, İstanbul yakası gibi değil yüksek yapılar bir ‘modern kent’ görünümünde... Dalan döneminde açılan Kadıköy-Bostancı sahil yolunda yıkıntılar nedir diye soruyoruz. ‘Sahildeki bütün kaçakları yıkıyoruz ya...’ dedi. Mafyanın elinden kurtarılmış... Yeni park düzenlemesinden sonra buralara yapılacak şık çayhane ve büfeleri Büyükşehir’in işleteceğini söylüyor. Dileriz, bu yerler Çamlıca’daki gibi olmaz. Deniz, İstanbul yakası sahillerine göre biraz daha temiz. Ama girilir mi? Çok zor.
Maltepe üzerinden geçerken bir haber daha veriyor:
‘Bu yeşil alanlarda süslemeler yapacağız... Vatandaşın hoş göreceği şeyler, heykel gibi...’
Maltepe ve Kartal’ın ön kısmındaki yapılar düzgün ama gerisi çirkin beton yığınları halinde.
- Gene de kötü değil, diyor.
Bir hazır beton fabrikasının üzerinden geçerken ‘Bunun burada ne işi var? Hele kum iskelesinin... Dilovası’na taşıyacağız’, eski Kartal Çimento Fabrikası’nın yeri için de ‘Aktivite, turizm merkezi olacak’ diye ekliyor.
KUŞ CENNETİ LAGÜN GÖLÜ
Tuzla balık gölü diye biliriz... Ama bugünkü adı Kamil Akkuş (Lagün) gölü, bir deniz kulağı gibi; med-cezir olaylarından meydana gelen bir göl... Kumluk alanın içinde bir hareketlilik var; kanallar açılıyormuş. Belediye eskiden olduğu gibi burayı yeniden ‘kuş cenneti’ olarak hazırlıyormuş. Bu da ilginç bir proje. Geçmiş yıllarda buradaki kaplıcalardan insanlar sağlık için şifa arardı.
Tuzla Tersanesi gerçekten devasa bir bölge; tam faliyet halinde; tersaneler arı gibi çalışan işçilerle dolu... Ruslar en iyi müşteri sayılıyormuş. Gördüğümüz gemi ve tekneler hangi ünlü devlet adamları ve işadamları için yapılıyor acaba? Tersanenin kapasitesi 2007 sonuna kadar dolu...
Tuzla Piyade Okulu’nun çamları bölgeye nefes aldırırıyor. Ankara yolunun Kuzeyinde geniş bir atış alanı var; ‘göz nefesi’ni açıyor. Burada kimler yedeksubay eğitimini yapmadı ki.. Topbaş ‘Ben de burada askerlik yaptım, Erol Evgin, Tuna Durmaz ve Yavuz Kocamer’le geçirdiğimiz günleri unutamıyorum ‘ diyor.
Atatürk döneminden kalan Çayırova Ziraat Okulu’nun yerinde yeller esiyor; ağaçları yadigar kalmış. Ve Gebze Organize Sanayi Bölgesi... Türkiye’nin en önemli üretim; ihracat-ithalat merkezi. Doğuş Holding’in getirdiği markalar ile Honda ve Suziki’nin araç parklarında binlerce otomobil dikkati çekiyor; yaz sezonunda müşteri bekliyor. ASC sabun, Evyap fabrikaları ve biraz ilerde Ülker’in tesisleri...
‘Gebze, İstanbul’un eşiğidir; bu bölge göçü önlemekte en büyük seti oluşturuyor’ diye kaydediyor Topbaş...
Formula 1 alanına yönelirken; çirkin kaçak yapılar hemen dikkat çekiyor. Pist bitmiş; tribünlerde daha iş var; ağaçlandırma ve yeşillendirme için büyük bir faaliyet görülüyor.
KAÇAK-İMARSIZ YAPILAR
Ömerli Barajı’nın kolları görülmeye başlıyor. Topbaş’ın yüzü bir anda geriliyor:
‘Çoğu imara aykırı, kaçak yapı. Kendi arazisi olsa bile bu kadar çirkin villa yapılır mı?’
İstanbul pek yağışlı bir bölge değil; bu alanlar boş kalacak ki yağmur suları süzüle süzüle Ömerli’ye kirlenmeden aksın. Helikopterde sağımızda Akfırat, bir ara gazetelerde yer alan ‘Edeb Cumhuri Yapı Kooperatif’nin kurucusu ve ‘15 karılı sahte şeyh’in bulunduğu belde... Solda da Orhanlı beldesi ve Sabiha Gökçen Havalimanı.. Formula 1’in açılışını bekliyor. Orman içinde ‘Maden ruhsatı’ ile çalıştırılan iki taşocağı çürük diş ovuğu gibi sırıtıyor. Az ilerde Alemdağ; orman içine bu kadar villa nasıl yapıldı acaba? Başkan bile şaşırırken ilginç bir saptama yapıyor:
‘Zengini de, fakiri İstanbul’u yağmalamış, mahfetmiş...’
Topbaş’tan, kaçak 5 villaya yıkım emri
Beykoz Çayırbaşı’nda, 28 Şubat döneminin ünlü ismi ‘Cübbeli Ahmet Hoca’nın külliyesi; bugün ne olacak belli değil... Ne yapılacağı konusunda henüz karar verilmemiş... Beykoz yöresindeki konakları işaret ederken ‘İsmet Acar, Hazan Ekinci ve Atanur Oğuz’un hediyesidir İstanbul’a’ diyor gülerekten... Avrupa yakasına geçiyoruz; Koç Üniversitesi bir abide gibi; Kilyos sahilleri inanılmaz bakımsız ve kirli.. Boğaz çıkışında belki 50 tanker ve şilep var; Boğaz’dan güvenli radarlı geçiş için sıra bekliyorlar. Arıköy Sitesi’nin sahili geçmişte Yeşilçam’ın doğal platosu idi; ‘Arap’lı’ ‘çöllü’ sahneler az çekilmedi burada.
O ne, başkan eliyle aşağısını gösteriyor. Kemer Contray mi burası? Evet, beş villanın çatıları kapatılmak üzere... Kadir Topbaş ‘Ormanın içine hálá giriyorlar. Ormandan golf sahası olarak kiralıyorlar, sonra da villa bile yapıp satıyorlar. Karadeniz sahiline kadar gidecekler galiba... Ama yağma yok’ diyor. Ne tasadüf değil mi?
(Helikopterle Yenikapı’ya döndüğümüzde bir yerlere telefon ediyor, direktifler veriyor. Bize de ‘Şu an tespitleri yaptırdım, tarif ettim, ve yıkın emrini verdim. Bunlara göz yumamam’ diyor.)
Daha sonra 2. etap Trakya.
İmar Kanunu’nda düzeltilmesi gerekenler
YENİ İmar Kanunu Tasarısı’nın vatandaş yararına düzeltilmesi gerekmektedir. Meslekte 45 yılını tamamlamış bir inşaat yüksek mühendisi olarak aşağıdaki hususları özetleyerek kamuoyuna sunmak istiyorum:
1- Tasarının genel gerekçesinde (s:3) kurumlar arası yetki kargaşasının düzeltilmesinin amaçlandığı belirtilmektedir. Kentlerde yetki kargaşası ve gecikme Kültür Bakanlığı’na bağlı Koruma Kurullarıyla, Belediye İmar Müdürlükleri arasında olmaktadır. Bunun çözümü, her türlü tescilli yapıların ve SİT alanlarının tespiti işinin Koruma Kurullarına, buralardaki inşaat, tesisat, onarım, bakım ve tamir için gerekli ruhsat ve denetim işlerinin esas işi imar olan Belediye ve Bayındırlık Müdürlükleri’ne bırakılması ile sağlanır. Böylece vatandaş tek idare ile işini halledebilir.
2- Tasarının 14, 15 ve 26. maddelerinde belediyelere kiraların tespiti yetkisi verilmektedir. Serbest piyasa ekonomisine ters olan bu yetki karaborsayı teşvik edebilir, inşaatları durdurur kanaatindeyim.
3- Tasarının 16. ve 18. maddelerinde imar planında resmi yapılar için ayrılmış yerlerde inşaat yapılamaz denmektedir. Netice olarak bu kısıtlamanın bir süresi olması gerekir. Vatandaşın malının sonsuza kadar bağlanması adil olmayacaktır.
Ayrıca gene 16. maddede belediyelerin yol açarken veya bir yolu genişletirken yolun her iki yanında 40 m. daha fazladan istimlak edebileceğini yazmaktadır. Bu işlem her yönüyle İstimlak Kanunu’nun prensiplerine aykırıdır. Zira istimlak edilenin gayesine uygun kullanılması gerekmektedir.
4- Tasarının 36. maddesinde, ruhsatın müddeti içinde bir kısmı tamamlanıp iskana açılmış binalarda, imar planı değişmemiş dahi olsa ruhsat yenilenirken yeni mevzuat geçerli olur denmektedir. Statik hesap kabullerinin sık sık değiştiği malumdur. Bu hüküm parası olup inşaatını tamamlayan vatandaşla parasına göre inşaatını kat kat yapabilen vatandaş arasında eşitsizlik yaratacaktır. Ayrıca bu madde ile vatandaş binasının bir dairesinin kullanma tarzını değiştiremeyecek duruma da gelmektedir.
5- Bu tasarıda 10 yıl hapis cezaları ön görülmekte, hapis cezalarının paraya çevrilmesi veya tecili kaldırılmaktadır. Eski kanunda meslekten men ve para cezaları vardı. Böylesine cezalar konursa aklı başında insanlar inşaat mühendisliğini yapamaz hale gelebileceklerdir. Zira her vidası ileri teknoloji ile monte edilmiş uzay mekiği bile yükselirken havada infilak etmiştir. İmalat bir ekip işi olup, her zaman risk vardır ve cezası bu kadar ağır olmamalıdır.
Sunal ERDEM
İnşaat Y. Mühendisi
İtalya’nın kazığı
THY ile dün Milano’dan döndükten sonra Atatürk Havalimanı’ndan arayan bir okurumuz telefonda, ‘İtalyan Büyükelçiliği’ne sesleniyorum, diyerek şöyle devam ediyor:
‘Ülkenize yaptığımız turistik gezide Türkiye’ye karşı ayrımcılık yaptığınızı fark ettik.
Gelirken, aldığımız ufak-tefek şeyler için havaalanında taks denilen vergi iadesini alırken Euro yerine dolar ve paund cinsinden ödeme yapıldı. İtirazımız dikkate alınmadı. Siz AB üyesi olduğunuza göre niye Euro verilmiyor? Anlaşılan parite farkından kazanmak isteniyor.
Ülkenize alışverişe çok sayıda Türk’ün gittiği göz önüne alınırsa, bu uygulama dostluğa uygun bir davranış değil. Başbakanımız Erdoğan, Tunus gezisinde dostu Başbakan Berlusconi’ye laf ettirmezken, sizin bu ‘kazığınızı’ protesto ediyoruz. Ayrıca taks büroları önünde en az 15 ülkenin dillerinde levhalar varken, Türkçe niye yok?’
İki açıklama
EDİRNE ‘Halkeğitim Merkezi’nde Kuran ziyafeti’ (6.4.2005) başlıklı yazımız üzerine bir açıklama yapan Anadolu Gençlik Dergisi Yazı İşleri Müdürü Ali Özdemir bu organizasyonun Anadolu Gençlik Vakfı’nın değil kendileri tarafından ‘gerekli izinler alınarak’ yapıldığını belirtiyor: ‘Öyle anlaşılıyor ki, size bu haberi ulaştıranlar halkın örf, adet ve geleneklerini yetince tanımıyorlar. Çünkü Trakya halkının yerel giysisi çarşafa benzer bir örtüdür. Kaldı ki, bu programlara başı açık olan hanımefendiler de katılmaktadır. Bu hanımefendiler Kuran’a olan saygılarından dolayı Kuran-ı Kerim okunurken kendi istekleri ile başlarını örtmüşlerdir. Programa bayların dinleyici olarak katılmaması, bayan hafızların kendi talepleridir. Dergimiz, ülkesi ve bayrağına sevdalı bir gençlik yetiştirmeyi hedeflemektedir.’
Açıklama güzel de, bir sürü düğün salonu varken, Milli Eğitim’e bağlı bir salon özellikle neden seçiliyor. Savcılık niye adli soruşturma açtırıyor? Valilikten izin alınırken, neden Kuran okuma dışında yasaklı bir siyasi liderin konuşma yapacağı belirtilmiyor? Niye TBMM’ye soru önergesi veriliyor?
DUMLUPINAR Üniversitesi Rektörü Prof. Güner Önce ‘Hürriyet’e tahammül edemeyen o kafa’ (6.4.2005) başlıklı yazımıza şu açıklamayı yaptı: ‘Üniversitemiz Emet Meslek Yüksekokulu ile ilgili haber üzerine Rektörlüğümüzce derhal gerekli inceleme ve araştırma yapılmıştır. Emet Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre Bilal Şen’in eşinin okula ve derslere kesinlikle türbanlı olarak girmediği anlaşılmıştır.’
Vekil 8 bin muhtar 115 lira
GÖNEN (Balıkesir) Çınarlı Köyü muhtarı Necati Özyürt maaşlarından şikayet ediyor:
‘115.50 YTL (115 milyon lira) net maaş alan, hiçbir sosyal güvencesi olmayan ve Bağkur’unu bile ödeyemeyecek durumda olan biz muhtarlar 8 bin YTL (8 milyar TL) maaşı beğenmeyen milletvekillerimizin yanında ne yapalım?
Ülkemizde 34.992 köy muhtarı ve 17.405 mahalle muhtarı bulunuyor. Bunlardan 52.397 muhtar üyesi bulunan Türkiye Muhtarlar Federasyonu’nun da ne iş yaptığını bilemiyorum?’
İskandinav ülkelerinde böyle meslekler için 8-12 misli maaş aralığı olurken, bizde bu fark 50-60 misli oluyor. El insaf!
Mesaj panosu
SSK’nın yeni ilaç uygulamasını şiddetle kınıyorum. Artık SSK emeklisinin de rahat etmesi gerektiğini, kaynakların, bu işçinin primleriyle satın alınmış SSK gayrimenkulleri olabileceğini, her şeyin özelleştirildiği gibi bunların da satılıp, SSK’nın borçlarının ödenebileceğini ve bu şekilde SSK emeklisinin de rahat yüzü görebileceğini ifade etmek istiyorum. Dinlenme ve sosyal tesis namı altındaki her türlü saltanat aracının bir an önce satılıp, bu ülkenin asli unsuru olan emekçilere döndürülmesini istiyorum. Cengiz ÇETİNER
GÜNÜN SÖZÜ
‘Yaşam ölümü tanıyabilmek için verilen izindir.’
(Djuno Barnes)
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2005
<B>AVRUPA </B>Parlamentosu, bölücübaşı <B>Apo’</B>nun yeniden yargılanması için 2004’de bir karar çıkartmıştı. Bunun ardından <B>AİHM’</B>nin de bir kararı bekleniyordu. Nitekim bu yöndeki kararın çıktığını CHP Genel Başkanı Baykal kamuoyuna dün açıkladı. Baykal bir şekilde bu kararın çıktığını öğrenmiş.
Ankara’dan hukukçu dostumuz Nurettin Kaptan bu açıklamaya dayalı olarak ‘Gözaltı ve düzgün yargılama konularında AİHM sözleşmesinin ihlali kararı karşısında ülkem ne yapacak?’
diye soruyor. Ve şu yorumu yapıyor:
‘Yeni çıkan CMK’nin 311. maddesinin son hükmüne göre, Apo hakkında AİHM kararı gereğince, yeniden yargılama olanaksızdır. Diyelim, 311. madde değiştirildi ve Apo yeniden yargılanır hale geldi. Acaba AB bize yargılatır mı sanıyorsunuz?
Türk hukuk mevzuatında Türk vatandaşı, başka ülkelere, yargılanmak üzere iade edilmez; yürürlükteki Türk Ceza Yasası’nın 9. maddesi ve Anayasa’nın 38/9 hükmüne göre...
Ancak herkesin gözden kaçırdığı bir yön var.
Bir: 18.11.1959 tarihli ve 7376 sayılı yasa ile kabul edilmiş ‘Suçluların iadesine dair sözleşme’yi unutmayalım.
İki: Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 30.3.1973 tarihli 3834/3601 sayılı kararında şöyle der:
‘İki devlet arasında suçluların geri verilmesi sözleşmesi hükümleri mevcutken TCK hükümlerine göre itibar olunmaz.’
Şimdi bu argümanları, Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasının gölgesinde yorumlamalıyız.
Yani, uluslararası insan hakları ile ilgili sözleşmeler iç hukukta yasaların üstündedir.
AB sonuçta allem edip gullem edecek yorumlarıyla sağduyuyu delecek ve Apo’nun yargılanmasını bize bırakmayacaktır. Kendisi Uluslararası Ceza Divanı’nda yargılanıp aklayacak ve silahları bıraktırarak, hedefine siyaseten ulaşmasını sağlayacaktır.’
Türkiye bu günleri de görür mü dersiniz?
Müteahhite iş mi?
BAKIRKÖY sahil yolunda orta refüjdeki geçen yıl çim ekili olan, sulama sistemi çalışan yeşillik alan, Büyükşehir Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından yeniden yapılıyor. Ne kadar zengin ülkeyiz ki sağlam plastik boruları söküp yenileri ile değiştiriyoruz. Ayrıca tohum çimden %300-400 daha pahalı hazır çim ile yeniliyoruz. Eski çimler bakılmamaktan kurumuştu.İnşallah bu sefer bakılırda iki sene sonra yenilenmek zorunda kalınmaz.
Cahit Yalçın
Hatıra binaen rapor
BİR kurumda doktor olarak çalışmaktayım. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sınav zamanı yaklaştıkça rapor talepleri artıyor. Geleceğimiz olan gençlere başları sıkıştığında nasıl düzenbazlık ve sahtekárlık yapacaklarını öğretiyoruz. Başları sıkıştığında her şeyin yapılabileceğini öğretiyoruz. En küçük çıkarından vazgeçmeyen bu gençlik ikinci bir Çanakkale’de nasıl canından vazgeçecek. Hakan DAĞLI
Din, maddi ve siyasal çıkar sağlama aracına dönüştürüldü
İNÖNÜ Üniversitesi, 7-9 Nisan 2005’te ‘Ülkemizde Laik Eğitim Sisteminde Sosyal Bilim 0larak Din Öğretimi’ adı altında, üç günlük bir bilimsel kurultay düzenledi. Toplumumuzda anne-babaların, çocuklarının din bilgisi almış olarak yetiştirilmelerini istedikleri ileri sürülüyor. Ancak bu istek, uzun bir süreden beri belirli toplumsal güçler tarafından siyasal, ekonomik ve benzeri amaçlar için örgütlü bir biçimde, laik olmayan düşünce yapılarına göre kullanılıyor.
Cumhuriyetimizin temel niteliklerini değiştirmeyi hedefleyen bu durum, laik ve çağdaş eğitim sisteminde yetiştirilmesi gereken kuşakları, dolayısıyla toplumu olumsuz yönde etkiliyor.
Bu konuda 16 üniversiteden gelen başta İlahiyat ve Eğitim Fakülteleri olmak üzere sosyal bilimlerin ilgili alanlarındaki bilim adamları 37 bildiriyi tartıştılar. Kurultay Çalışma Kurulu çalışmalar sonunda bir bildiri yayınladı; ‘Laik eğitim sisteminde sosyal bilim olarak kabul edilen din bilgisi öğretiminin disiplinlerarası bir yaklaşımla ele alınması’ görüşünün yer aldığı bildiride, özetle şöyle deniliyor:
‘Din öğretimi, korku ve baskı yöntemiyle değil; ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ bireyler yetiştirecek şekilde verilmelidir. Bu süreçte, bireyin zihinsel, sosyal, duygusal ve davranışsal gelişimi gözetilmelidir. Din öğretiminde bu hedef, laik eğitim sisteminin; genelde bilimin, özelde eğitim bilimleri ile sosyal bilimlerin ışığında yerine getirilebilir.
Dinin sosyal yardımlaşmaya ilişkin buyruklarına rağmen, ülkemizde din öğretimi maddi ve siyasal çıkar sağlama aracına dönüştürülmüş; cemaat ve tarikatlar kendilerine özgü ekonomik yapı ve kurumlar üretmiş ve bu durum önemli bir toplumsal sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bunu önleyebilmek için, din öğretimi, Öğretim Birliği Yasası ve laik eğitim sistemi içinde, herhangi bir çıkar grubuna hizmet etmeyecek şekilde yapılandırılmalıdır.’
Bildirinin sonunda imam hatiplerle ilgili olarak şu değerlendirme yer alıyor:
İMAM HATİPLER
‘Son 20-30 yıllık deneyim ve gözlemler, çoğu imam hatip lisesinin, eleştirel aklı ve özgür düşünme becerilerini geliştirici öğrenme ortamlarını sağlamada yetersiz kaldığını göstermiştir. Bu nedenle imam hatip liseleri; niceliği, niteliği ve işlevi, öğretim birliği ve laik eğitim sistemi yönünden yeniden gözden geçirilmelidir.
Kurultaydaki saptama ve değerlendirmeler, din olgusunun öğretiminin ve eğitiminin, çağdaş ve bilimsel niteliğine dayalı olarak ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu doğrultuda din öğretimi okul programlarında, Cumhuriyetimizin laik eğitim yapısının bütünlüğü içinde ‘Sosyal Bilim Öğretimi’ olarak ele alınmalıdır.’
SSK inşaatları ‘yetim’ kaldı
SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri 19 Şubat’tan itibaren yürürlüğe girdi. İlgili kanunla devri öngörülen ‘sağlık birimleri’ tanımında; devam eden ve 2005 sayılı yatırım programında bulunan SSK hastane inşaatlarından söz edilmiyor. Bu nedenle SSK’nın bu projeler için temin etmiş olduğu 2005 yılı yatırım ödenekleri kanundaki eksiklik nedeniyle Sağlık Bakanlığı’nca kullanılamıyor.
Yani bu projeler için herhangi bir ödenek verilmediğinden inşaatlar da devam edemiyor. Devir işlemleri ağır sürüyor. Sağlık Bakanlığı’nca gerekli ödeneğin temin edilip revize yatırım projelerinin onaylanması için gerekli bürokratik işlemler çok yavaş yürüyor.
Kısacası her şey ortada kalmış durumda. Süren projelerin bazıları mevcut hastanelerin onarımı ve depreme karşı güçlendirme işlerini de kapsadığından konunun bir başka sıkıntılı boyutunu oluşturuyor.
Birçok müteahhitten bu konuda yakınmalar alıyoruz; istihdam sorunu yaşanan ülkemizde bu ödenekler bir an önce verilemez mi diye soruyorlar. Bu arada SSK’nın başlattığı hastane inşaatlarından bazıları şunlar:
Kütahya (Oyak,) Bursa (Kırcal), Halkalı (Oyak), Erzurum (Oyak), Sivas (Akyapı), Süreyyapaşa (Oyak), İst. Eğitim (Nükleer Müh.), Samatya (Özalp), Göztepe (Ayata), Ankara Eğitim (Dio).
Tavuktan sonra yumurtanın başına gelenler
GREENPEACE, İzmit’teki Türkiye’nin tek katı atık yakma tesisinin (İZAYDAŞ) peşini yıllardır bırakmıyor. Daha önce bacasından çıkan katı atık dumanının saçtığı ‘zehir’ nedeniyle iki kez eylem yapmışlardı. Son olarak da, İzmit’teki tavuk yumurtalarında dünyanın en tehlikeli kimyasalları arasında gösterilen dioksin ve HCB’ye rastlandığını açıkladılar.
İzmit Körfezi’nde Tüpraş’tan başka Dilovası’ndaki bazı demir-çelik ve boya fabrikalarının atıklarının salınması, kirlilik tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.
Tarım Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürü Nihat Pakdil, Türkiye’de dioksin analizinin yapılmadığını, ancak bu konuda laboratuvar altyapısının oluşturulması için çalışmaların sürdürüldüğünü belirtiyor. Her konuda yeni yeni uyanıyoruz.
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Mustafa Öztürk, Greenpeace ve Buberang adlı çevre örgütlerinin yaptığı açıklamanın şimdilik bir ‘yorum’ olduğunu belirterek, yumurtalarda zehirli bu maddelerin bulunduğunun anlaşılması için üç analiz yapılması gerektiğini söylüyor:
‘Tavukların yaşadığı çevrenin toprak analizi, yediği yemler ve sular... Menşei belli olduktan sonra karar verilmelidir.’
Hayvan yeminde en büyük tehlike nedir? Öztürk diyor ki:
‘Lokanta, otel ve yemekhanelerdeki yanık yağların yeniden insanlar tarafından yenmemesi için yasak koyuyoruz. Ama aynı yağı hayvan yeminde kullanırken sınır ve kural koymuyoruz. AB normlarına uymak için yoğun çalışmalarımız sürüyor. Kullanılmış yağ yönetmeliğini hazırladık, yakında Resmi Gazete’de yayınlanacak.’
Prof. Öztürk’ün Türkiye’nin çevre sağlığı için söyleyeceği çok şeyler var.
GÜNÜN SÖZÜ
‘Her sela verildiğinde ’Eyvah DYP’nin bir oyu daha gitti’ diyorum. O hale geldik. Gençlerden oy alamıyoruz. Yeni gelen seçmen DYP’ye oy vermiyor.’
(DYP GİK üyesi Serhan Yücel)
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2005
<b>DÜNKÜ Milliyet’</B>te tam sayfa <B>Nedim Şener </B>imzalı<B> ‘Unakıtan’a hayali ihracatçı suçlaması’ </B>haberini görünce 1990’ların sonuna geri döndük. Sonradan ikisi hakkında da kırmızı bülten çıkarılan Orhan Aslıtürk ile Şişli Belediye Başkanı Gülay Atığ ani bir kararla evleneceklerini açıklamışlardı.
Önce Orhan Aslıtürk kimdir diye araştırırken, bir anda Şişli Belediyesi yolsuzlukları gündemi kaplamıştı. Çift daha sonra İngiltere’ye gitti. Atığ’ın Türkiye’ye iadesi ile ilgili dava İngiliz mahkemeleri tarafından reddedildi. Daha sonra boşandıkları duyuldu; ancak her ikisinin de İngiltere’de oldukları sanılıyor.
Hesap Uzmanları Kurulu 1995-1998 yılları arasında 1.7 milyar dolarlık hayali ihracat gerçekleştiren Orhan Aslıtürk ile ortağı Muhammet Ciğer’in devletten nasıl 256 milyon dolar haksız KDV iadesi aldıklarını belgeledi. Hesap uzmanlarının raporları üzerine vergi kaçakçılığı davaları açıldı. Birçok ünlü işadamı sanık sandalyesine oturdu. Ama bir isim o tarihlerde kimsenin dikkatini çekmedi. O isim Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘abi’ diye hitap ettiği belediye başkanıyken, gayri resmi genel koordinatörü Kemal Unakıtan’dı.
Erdoğan, Unakıtan’ı o kadar seviyordu ki milletvekili seçimlerinde kendisine ayırdığı İstanbul 1. Bölge, 1. sıra adaylığını, o dönemdeki zorunluluktan dolayı Unakıtan’a bırakmıştı.
Ardından Maliye Bakanı olan Unakıtan kabinenin en önemli ismi haline geldi. Özelleştirme soruları karşısında ‘Babalar gibi satarım’, ek vergi konusunda ‘Ödemeyenin iflahını keserim’ diyerek esprili kişiliği hakkında ipuçları veren Unakıtan, orman arazisi statüsünde olan Beykoz’daki bir araziyi zilyetlikle üzerine geçirdiğinin ortaya çıkması ve B2 tartışmaları ile hep gündemde kaldı. Fonları düşükken mısır yapılan ithalatı sırasında oğlunun adının ortaya çıkması, Üsküdar Bulgurlu’daki villasının bahçesine kaçak olarak oğlunun ikinci villa yaptırması...
Milliyet’in haberinde, yönetim kurulu üyeliği yaptığı 1995-98 yılları arasında Albaraka adına toplam 150 milyon dolar hayali ihracat yapıldığı ileri sürülüyor.
Ankara’dan arayan bir dostumuz şunu dile getirdi:
‘Adama sormazlar mı; hadi vergi kaçakçılığından yargılanan birisini Maliye Bakanı yaptınız, peki hakkında hayali ihracat raporu bulunan kişi nasıl o koltukta tutulur?’
Hakkında vergi kaçakçılığı iddiaları ortaya atılınca ‘Bizim abdestimizden şüphemiz yok’ diyen Unakıtan bakalım şimdi hangi espriyi yapacak?
THY’de ne olabilir
THY Genel Müdürü Abdurrahman Gündoğdu görevinden ayrıldı mı?
- Henüz istifa yok ama 15 gün izne ayrıldı. 18 nisandaki THY Genel Kurulu’nda durumu belli olacak. Gelişmeleri izliyor.
THY Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin, THY’de yönetimi mi eline aldı?
- Zaten güçlü bir isim... Tayyip Erdoğan döneminde Büyükşehir Belediyesi’nde İştirakler Daire Başkanlığı yapmıştır. MHP’li diye bilinir. Erdoğan’ın, parti içindeki MHP dengesine bakış açısından güvendiği bir isimdir.
Abdurrahman Gündoğdu da, Erdoğan’ın Büyükşehir’deki A takımından değil miydi?
- Doğru. O da güçlü bir isim ancak bazı kararsız tavırlarının yönetimi rahatsız ettiği biliniyor.
THY Genel Kurulu toplantısından ne çıkabilir?
- Bu fotoğrafı kim çekecek; ÖİB’nın kendine bağlı olmasından ötürü Kemal Unakıtan (ve de Unakıtan gibi Abdullah Gül’ün yakını olan) veya Erdoğan mı? Muhakkak nihai kararı Erdoğan verecek. Bununla THY yönetiminin nasıl oluşacağı ortaya çıkacak. En önemlisi de THY özelleştirilecek mi, özelleştirilmeyecek mi? Uçak alımlarına kadar bir sürü sorunun yanıtı bu fotoğrafta yer alacak.
THY başarısız mı?
- Görünüşte değil. Son iki yılda Irak Savaşı ve Sars hastalığı ve benzin artışlarına rağmen karda... Belki işletmelerde bazı kusurları olabilir. Ama şu var ki, turizm sezonu başlarken, yeni yönetimle bazı zaafiyetler ortaya çıkabilir. Böyle bir kriz ortamında özelleştirme yapılırsa yine %25 talep gelecek mi?
THY personeli şirketin başarılı ve iyi olmasını diliyor.
‘Havadan İstanbul’
FATMA ve Orhan Durgut çiftçi yine hava fotoğraflarıyla İstanbul’un güzelliklerini sergilemiş ‘Havadan İstanbul’ albümüyle... İnsanlığın ortak dili sayılan fotoğraflarıyla, bir yandan tarihi eserleri bir yandan da İstanbul’un tahrip olan mekanlarını görüntülemişler. Albümün önsözünü yazan Özgen Acar, İstanbul’u dünyada en çok fotoğraf çekilen kent olarak nitelerken Durgut çiftinin ‘iki’ eski kıtanın sonsuzlaşan büyülü aşklarının sonucu olan Avrasya’nın dördüncü boyutunu bize kuşbakışı olarak sunduğunu belirtiyor.
Durgutlar, 18 yılı havada geçen 30 yıllık fotoğrafçılık birikimlerinde bugüne kadar 60 bin kare çekmişler. Antik kentler, tapınaklar, tiyatrolar, hipodromlar, limanlar, kaleler, kervansaraylar ve camilerin görüntülendiği fotoğraf çekimlerinde Hasselblad 500 C/M kullanmışlar.
Bu serinin ilk kitabı oluyor ‘Havadan İstanbul’. Yakında ‘Havadan Türkiye’ ve ‘Havadan Bursa’ fotoğraflarıyla bu seri devam edecek. www.havafoto.com
TRT-Int duyarsızlığı
AVRUPA’daki Türkler tüm TV kanallarından aktüel olarak haberleri, maç naklen yayınlarını alıyor. Amerika’da durum böyle değil. Türk TV kanallarını bedelini her ay ödediğimiz bir ‘kutu’ sayesinde izliyoruz. Ancak, ABD yayınlarını üstlenen kuruluş, NTV ve CNN Türk’ün haberlerini vermekte. Ancak sürekli değil. Onların yerini hemen diziler, kaynana-gelin programları alıyor. Zaten sayılı kanallar izlenmekte. Kanal D, ATV ve Show TV haberleri ise çok geç saatlerde yayınlanıyor. Onlar da daha çok polis-adliye ve magazin haberleri.
Özetle, ABD’deki Türk özel TV yayınları, ABD’deki kuruluşun değerlendirmesine göre sıralanıyor. Haydi onlar özel... ABD’deki Türklerin çoğunluğu ‘ciddi, önemli’ haberleri öğrenmek istiyor. Uyuşturucu dizileri değil. Bunu sağlamak da TRT-Int’in görevi. TRT-Int ise bol bol bağlama konserleri ve türkü yayınlıyor. Haberler kısa ve asla güncel değil. Avrupa’ya yaptığı yayınlar geniş ama Amerika’daki Türkleri ilgilendirmiyor. Türkiye olaylarının yorumunu, incelemesini bulmak mümkün değil. TRT-Int, duyarsız, heyecansız yayınlar yapıyor. Hatta Susam Sokağı’nı bile yayınlıyor. ABD’deki Türkler doğru düzgün haber izleyemiyor. ABD’deki Türkler milli maçları izleyemiyor. TRT-Int bunları sağlamalı. Örneğin geçen Gürcistan maçı sırasında TRT-Int’de dizi yayınlandı, dizide bol bol mani söylendi. Maçın bittiği saatte TRT-Int haberleri başladı, spiker ‘Bu gece oynanacak Gürcistan maçında milli takıma başarılar diliyoruz’ demez mi... İşte TRT-Int haberciliği. TRT-Int kendini toparlamalı ve çağdaş yayıncılık yapmalı. Kaval eşliğinde kırık dökük Türk köylerini göstermekle de dünyaya neyi anlatmak istiyorlar.
Tevfik YENER NEW YORK
Bafra’da ‘temiz ekmek’ kavgası
K.Ç. telefonda ‘Hatırlar mısınız, Bafra’da sivil toplumcu Hamit Genç isimli biri, yerli tütünden Temel ve Fadime adlı sigaralar üretmek üzere Tekel’e lisans için başvurmuştu... Siz de bunu köşenizde yazmıştınız’ dedi. Hatırladığımızı söyleyince, anlatmaya başladı:
‘Biz ona ‘vatandaş’ Hamit deriz. Hamit Genç, has buğday ile poşetli doğal ekmek üretmeye başlayınca bazıları rahatsız oldu ve saldırıya uğradı. Genç’in ürettiği katkısız, kaliteli ve ambalajlı eko-ekmek halk arasında rağbet bulunca, ürettikleri poşetsiz ve sağlıksız ekmeğin tehlikeye girdiğini gören bir grup harekete geçti. Bafra’da AKP’li İl Encümen üyesi Temel Kocatepe, kardeşi Halk Bankası’ndan emekli ve ekmek dağıtım işini kontrol eden Ömer Kocatepe ve Bafra Fırıncılar Odası Başkanı Temel Bektaş, Hamit Genç’i işyeri olan fırının içinde feci şekilde dövdüler. Genç’in şikáyeti üzerine olay yargıya intikal etti.’
- Hamit Genç şimdi ne yapıyor?
- Bafra’da Örnekköy Karaburç Projesi’ni yapan ve Tarım Bakanlığı’nın ‘Bin köye bin tarım uzmanı’ projesinin öncülerinden... Biliyoruz ki, bu tür saldırılara pabuç bırakmaz. Linç edilmek istenen aslında halkın sağlığı değil mi?
GÜNÜN ŞAKASI!
‘PAPA II. Jean Paul’ün kökenleri Polonya’ya göç etmiş bir çifte dayanıyordu. Evde namazını kılarlar, dışarıda Katolikmiş gibi görünürlerdi. Jean Paul’ün asıl adı ise Varol Yusuf’tu!’
(Dinler Tarihi, Vatikan ve Katolik Dünyası üzerindeki doktora çalışmaları bulunan ve Roma’da NTV ve AA muhabirliği yapan Lütfullah Göktaş)
Biliyor musunuz
ETİLER Muhtarlığı’nda 1969’dan beri görev yapan ve son iki dönemdir de muhtar seçilen Emmar Eşki’nin (54) bundan bir süre önce vefat etmesi nedeniyle yerine 26 yaşındaki kızı Seçil Eşki’nin yapılacak seçimde aday olacağını...
MESAJ PANOSU
ÖZEL Halk Otobüsleri yolculara bilet kesmemektedirler. İETT’ye sordum, ‘kesilmesi gerekli’ dendi. İETT’nin ve devletin zararı olup olmadığını üç defa sordum ancak cevap alamadım.
Ahmet S. GÖNÜÇ İSTANBUL
ODTÜ Mezunları Derneği’nin ‘AB ile Mali İşbirliği: Hibeler ve Uygulamaları’ konulu semineri Vişnelik Salonu yarın 19.00’da. Konuşmacılar; Tunay İnce ve Ercan Tortop.
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2005
<B>BAKIN, Napolyon</B> ne demiş:<B> ‘Çin uyuyor. Bırakın uyusun. Uyanırsa dünyayı sarsar.’</b> Tekstilci ve konfeksiyon sektörünün temsilcileri feryat ediyor. Uzakdoğu’nun özellikle de Çin’in üretim ve fiyat darbesi karşısında rekabet edemediklerini anlatıyorlar. İstihdam ve vergi yükü üzerindeki vergi ve prim yükü ile enerji maliyetlerinin aşağıya çekilmesini ‘acilen ve mutlak surette’ talep ediyorlar. Hatta ‘acil zirve’ talebiyle hükümete ‘İstihdam Manifestosu’ hazırlıyorlar.
Bu sektör, Türkiye istihdamının yüzde 30’unu sağlıyor ve 18 milyar dolarlık ihracatıyla tüm ihracatın yüzde 28.5’ini gerçekleştiriyor.
Üreticisi de, ihracatçısı da, çalışanı da ‘Ah şu Çin yok mu? Bizi mahvediyor’ diye konuşuyor.
Her ülkeye darbe vuruyor. Sanki sizin çalışmanıza gerek yok, biz her şeyi ucuz üretiyoruz, biz size satarız, demek istiyor.
Çin’in nüfusu 1.3 milyar; üretime soktuğu insan sayısı ise henüz 500 milyon. Çalışanların sayısının daha da arttığı düşünülürse, ‘yandı gülüm keten helva’...
Çin’e 2004 yılında 400 milyon dolarlık mal sattık. İthalatımız ise 4 milyar dolar. Bu rakama 3. dünya ülkelerinden giren Çin mallarının değeri dahil değil; bazı ekonomistler Türkiye’ye giren Çin mallarının değerinin 8-10 milyar doları bulduğunu söylüyorlar.
YA KOTA KOYARSAK
Türkiye ciddi bir ikilem içinde... Çin’e tekstilde kota konulursa, Çin’den ucuz hammadde ithaliyle üretim yaparak ayakta kalmaya çalışan KOBİ’ler batma noktasına gelecek; kota konulmazsa bu sefer de tekstildeki büyükleri ‘kırmızı alarm’ vermeye başlayacak.
Sadece tekstil mi? Bu yıl Çin’den en çok etkilenecek sektörler inşaat, seramik, elektrikli alet, armatür ve elektrikli aletler olacak...
İş vahim bir noktaya gidiyor.
TEMPO Dergisi son sayısında ‘3. Dünya Savaşı ABD-Çin arasında’ diye çok ilginç bir haber yaptı. ‘Çeşitli uluslararası kuruluşlara bölgesel araştırma ve danışmanlık yapan’ Verso Siyasal Araştırmalar Merkezi Başkanı Erhan Göksel’in verdiği ‘alarm’ niteliğindeki çarpıcı rakamların ardından tekstil ve hazırgiyimcilerin tepkisi geldi.
Erhan Göksel, Çin’in etkisiyle dünyadaki son gelişmeleri şöyle yorumladı:
‘20. yüzyıla damgasını vuran kapitalizm’in ‘mali sermaye (finans kapital) evresi’, sermayenin kendi iç çatışmaları (pazar paylaşımı) nedeniyle bu yüzyılda iki büyük dünya savaşı çıkardı. Dünya çapında aşırı yoğunlaşan (biriken) ‘sermaye’, ulusal boyutları aşarak ABD ve Çin arasında kıtasal bir çekişme aşamasına gelmiştir. ABD açısında Çin bir numaralı güvenlik tehdididir.
REKABET SAVAŞ DEMEKTİR
Çin süper güç oluyor mu?
- Süper güç olabilmek için enerji kaynaklarını ele geçirmek zorunda. Bunu başarması ise ABD’nin enerji hegemonyasını yıkmasından geçmekte. Aynı çatışma ABD için de geçerli. Yeni Dünya Düzeni’nde artık tek düşmanı olarak gördüğü Çin’i durdurmak için elinden geleni yapmak zorundadır. ABD hákimiyetinin devamı Çin’i durdurmasına bağlıdır.
Öyle görünüyor ki, 21. yy’da sıcak çatışma olmasa bile 3. dünya savaşı ekonomik olarak ABD ile Çin arasında çıkacak. Aslında bu görünürdeki Çin-ABD savaşı; ‘uluslararası sermayenin kendi içindeki çıkar kavgası’dır. Ekonomide ‘rekabet’ demek; aslında ‘savaş’ demektir.
Bugün dünyaya baktığımızda ekonomik paylaşım (pazarın bölüşümü) savaşının kızıştığını görüyoruz. 2004 itibarıyla ABD, dünyanın yüzde 28’ini üretiyor. yüzde 39’unu tüketiyor. Bazı mallarda Çin tüketimde de ABD’yi geçti. Örneğin, cep telefonu satışı ABD’de 159 milyon, Çin’de ise 266 milyon adet.
Sermaye...
- Amerika ve Çin uluslararası mali sermayenin iki kutbu haline geldi. ABD 21. yüzyılda kendisine karşı en büyük tehlike olarak Çin’i görüyor. Afganistan ve Irak’a yönelik operasyonlarda Çin’e giden petrolü ve doğalgazı kesme çabası var. Bugünlerde İran’ın ABD tarafından hedef gösterilmesi de aynı nedenle. Kırgızistan isyanı, Çin tarafından Rusya’yı da içine alacak şekilde kurulmakta olan ‘Şanghay Güvenlik Paktı’ duvarını deldi. Şimdi sırada Ermenistan, Belarus ve Kazakistan var. Neo-conlar’ın asıl hedefi ise Rus gençliğini ayaklandırmak.
Ürperten göstergeler
GÖKSEL’in araştırmalarına göre, Çin ve ABD ile son bazı veriler şöyle:
2025 yılında Çin ekonomisi, ABD dışında kalan dünyanın tüm ülkelerinin (Almanya, Japonya dahil) toplamından büyük bir ekonomi olacak.
2040 yılında Çin ekonomisi ABD ile eşit veya onu geçecek bir ekonomi olacaktır. Bu nedenle kaçınılmaz olarak çatışacaklar.
Ekonomik olarak Çin’i durdurabilecek veya önünü kesebilecek tek şey, Çin’in enerji kaynaklarının çok yetersiz olması... 2004 sonunda ABD’de tekstilde Çin’in payı yüzde 15.8’den Mart 2005’te (3 ay içinde) yüzde 50.2’ye çıktı.
2004 sonunda ABD dış borcu 2.5 trilyon dolar. Bu borç tahvillerinin dağılımı ise şöyle:
Japonya 840.6, Çin 609.9, Tayvan 242.7 ve Güney Kore 202.1 milyar $
Çalınan rögarlar Çin’e nasıl gidiyor
BİR dostumuz anlatıyordu; bundan bir süre önce tanıdığı bir şoförün Fatih’te tenteli kamyoneti çalınmış. Bir süre sonra bulunmuş... Sahibi aracın içinden taban sacının kesildiğini görmüş. Ne olduğunu anlayamamış. Polise sormuş; onlar da ‘Bunu, döküm rögar kapaklarının çalınması için yapmışlar. Bir rögar kapağının üzerine kamyonet park ediyor ve kesilmiş taban sacından hırsız onu çekiyor... Maalesef bunlar hurdacılar eliyle demir-çelik fabrikalarına eritilmek üzere gidiyor’ demiş. Muhakkak ki, bunlar da üretilen demir kütükleri arasında Çin’e gidiyor.
Ne yazık ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu hırsızlarla baş edemiyor. Sebep olduğu trafik kazaları ayrı.
Akvaryum üreticisiydim şimdi ithalatçı oldum
GEÇENLERDE KKTC’ye giderken havalimanındaki KTHY bankosunun önünde 10 kadar straforlu ambalaj kutularını görünce, içinde ne olduğunu sorduk. ‘Süs balığı’ dedi, Türk girişimci. Singapur’dan ithal edip, KKTC’ye ihraç ediyormuş. Ardından hemen ekleyerek ‘Çin beni mahvetti’ dedi ve anlatmaya başladı:
‘Bir süre öncesine kadar akvaryum imal ediyordum. Çin’den getirilmeye başlayınca dayanamadım ve 20 işçimden 17’sini çıkardım. Ben de ayakta kalabilmek için ithalatçı oldum. Çünkü, akvaryum imal ederken, plastik kaynak yaparken tükettiğim enerji 20 sent tutuyor, ama Çin’de bu maliyet 1 sent... Fiyat dengesini tutturamadığım için Çin mallarıyla rekabet edemedim.’
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2005
<B>O’</B>nu, belki 25 yıl önce gördüğümde altında antika bir Chreysler otomobil vardı. İstanbul sokaklarının pek görmediği bir otomobildi ve 1938 modeldi.
Pırıl-pırıldı, gereken parçalarını Amerika’dan getirttiğini söylüyordu. ‘Bu araba daha 100 yıl yaşar çünkü Türkiye’de bulamadığım bütün parçalarını ikişer-üçer adet getirttim’ demişti.
Sonra, şimdi konuşanların çok azaldığı İstanbul şivesiyle ‘Canlarına okicım onların..’ diye heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı. O gün konu neydi hatırlamıyoruz ama muhakkak ‘vatandaşın hakkını savurmak’ konusunda ciddi bir yolsuzluk veya usulsüzlüktü...
Her zaman sizi ünlenen 0...-417 17 17 telefonundan arayabilirdi.
Hangi gazeteciye hangi yolsuzluğu, usulsüzlüğü veya açtığı davasının belgesini aktaracağını kendisi tayin ederdi; gazetecinin ilgisi ve bilgisine dayalı olarak. ‘Ajans’ haberi gibi servis yapmazdı. Bütün gazeteciler onu saygı ve ilgiyle izler, her verdiği bilgiye güvenirdi.
Yazının Devamını Oku