20 Eylül 2005
AKKÖY, </B>eski bir <B>Rum </B>köyü; <B>Didim’</B>e 15, <B>Söke</B>’ye 35, <B>Milas’</B>a da 61 km. uzaklıkta... 30 yıl öncesine kadar nahiye imiş... Nüfusu bugün 1736; ’mübadele’ döneminde Selanik’ten ve daha sonra Bulgaristan’dan gelmiş dedeleri... Bir o kadar nüfus da İzmir Gaziemir’de yaşıyormuş. Didim Belediyesi’nin bu yılki Barış Şenliği’nin başlatıldığı köy Akköy; insanlarının yüzleri temiz pak. Festivalde Ege yemekleri hazırlamışlar. En lezzetlisi de ‘barış lokması’... En dikkat çekici sözleri: ‘Size daha iyi şeyler ikram etmek isterdik ama gücümüz bu kadara yetti.’
Türkiye’nin ilk köy kütüphanesi Akköy’de; yaklaşık 35 bin kitap mevcut kütüphanede. Kurucusu Güven Pamukçu, bölgenin ‘kültür elçisi’ olmuş. Pamukçu, Akköy’de okumayı sökemeyen ilkokul öğrencilerine, dönem ödevi hazırlayan liselilere yardımcı oluyor.
Muhtar Mehmet Eletmiş, ‘Köyümüz SİT alanı içinde, restore edilmesine hiçbir makam yardımcı olmuyor’ diyor. Tapulu ve tapusuz 52 bin dönüm arazileri bulunduğunu, ancak çoğunun makilik olduğunu, geçimlerini başta tütün olmak üzere zeytin, incir üretimiyle ve hayvancılık yaparak güçlükle sağlamaya çalıştıklarını söylüyor.
1500 dönüm araziye tütün ekiyorlarmış, ekim alanlarının daraltılması nedeniyle 600 dönüme kadar düşmüş, asıl geçim zorluğu da bundan sonra başlamış.
- İnsanlar nasıl geçiniyor?
- İş bulabilen Didim’de otellerde çalışıyor yazları. Balıkçılık yapmaya başladık, domates, biber yetiştiren de pazarlara çıkıyor.
Yörede yoğunlaşan hayvan hırsızlığından yakınıyorlar. Jandarmaya bildirdiklerinde ‘Malınıza mülkünüze biraz de siz sahip olun’ deniyormuş.
Didim’in çöplerinin, arazilerine atılmasından yakınıyorlar. Gerçekten köy yolunda çöp dağları yükseliyor.
Bir köyün kahvesine gittiğinizde, konuğa çay ikram edilmesi ádettendir. Akköy’de böyle bir yaklaşım göremedik. Çayları biz ısmarladık masaya.
‘Kahveci Ahmet’ten sonra öğreniyoruz: ‘Para oynamıyor abi... Adam sabahtan akşama kadar oturuyor, çay içmeden gidiyor. Bar veya kafe değil ki, yarım saatte bir ne içersin diye sorayım?’ diyor. Ancak bir düğün olduğunda ve pazar günleri çay satışları artıyormuş.
Recep Duman’a köyde kaç traktörünüz var diye soruyoruz. ‘Hemen hemen herkeste var. Ancak mazot yok. Deposuna dolduramadıktan sonra neye yarar? Mazot 2 milyon lira, destek 300 bin lira... Süt ise 300 bin lira... Gel de ekim dikim yap’ diyor.
Recep Kalkan konuşuyor:
- Bu hükümet çiftçiyi yok etmeye kararlı. Yaşayamayacak duruma geliyoruz, ufalıyoruz. Buğday tohumu 500 bin lira, çıkardığımız ürünü 270 bine satamıyoruz. O da depolarımızda bekliyor. Kesimlik hayvanı 6 milyondan satıyoruz, kasapta ise et 16 milyon nasıl oluyor? Hırsızlar artık hayvan çalmak için köylere kadar inmeye başladı.
Münir Nurettin Onan:
- Arpa ektim, 400 teneke ürün çıktı. Tüccar tenekesine 2.5 milyon verdi, satmadım tabii. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bağ-Kur prim taksitimi ödeyememiştim, af çıkınca ödemeye başladım. Aradan iki yıl geçti, faizleri verirken taksitleri yine ödeyemiyorum.
Köylü ağlama duvarı halinde; halin nedir diye soran yok.
Hani teşekkür!
PETROL mühendisi Hüsamettin Danış, 25 yıllık TÜPRAŞ çalışanı, son 6 yıldan beri de genel müdürlük görevini yürütüyor.
Bir dönem siyasetçilerin hedefi olarak görevden alınmak istendi; ancak başarılarından ötürü cesaret edilemedi. Çünkü işini çok iyi yapan bir yönetici. 17 Ağustos’taki İzmit depreminde TÜPRAŞ’ın petrol tanklarında çıkan yangını bastırmak için ekibiyle olağanüstü bir çaba gösterdi, rafineriyi 9 ay sonra ayağa kaldırdı. TÜPRAŞ’ın, çevreye uyumlu AB 2007 standartlarına uygun üretimini gerçekleştirdi. ‘Beyaz ürün’ işleme kapasitesini artırdı.
Bazı çevrelerin eleştirmesine rağmen Yarımca Petkim tesislerini, TÜPRAŞ’a kazandırdı; burada 2 milyar dolara yeni bir rafineri kurulması için proje geliştirdi.
TÜPRAŞ’ın 8.1 milyar dolar değer bulmasında en büyük etken, bu yeni rafineri projesi oldu. Bu üretim sonucu Türkiye’ye artık kükürtlü petrol ithal edilmeyecek. Özel sektör mantığıyla hareket eden Danış, ’zirveye’ ekip çalışmasıyla geldiğine inanıyor.
ERKAN Arıkan, 2000’in başında ANAP tarafından Türkiye Deniz İşletmeleri (TDİ) Genel Müdürlüğü’ne getirildi. AKP iktidar olunca 2003’ün başında görevden alındı. TDİ’ye ‘danışman’ yapıldı, ancak kendisine hiçbir görev verilmedi. Görevi sırasında bizzat isim babası olduğu ve üzerinde iki yıl çalıştığı ‘Galataport’ projesini önce TDİ Yönetim Kurulu’nda kabul ettirdi. Arıkan daha sonra projeyi Mesut Yılmaz’a anlattı. Kendi ifadesiyle ‘Mesut Bey, güzel, dedi. Bunu Erkan Mumcu’ya söyleyelim, bu işi takip etsin’ dedi. Daha sonra projeyi kamuoyuna tanıttı. Ancak bu projeyle Boğaz, büyük gemiler tarafından ’perdeleneceği’ gerekçesiyle projenin Yenikapı’da yapılması gerektiği görüşünde olanlar tarafından eleştirildi. Buna rağmen AKP yönetimi bu projeyi sahiplendi ve ihaleye çıkarıldı.
Kim ne derse desin, başarılı kurum ve projenin ‘mimarları’ sayılan Hüsamettin Danış ve Erkan Arıkan 4.1 ve 4.3 milyar dolarları ’peşin’ olarak Hazine’ye kazandırmış oluyorlar.
Peki birer teşekkürü hak etmediler mi?
Biliyor musunuz
CHP Rize İl Başkanlığı’nı Mustafa Sarıgül’ün desteklediği Mehmet Hikmet Aslankaya’nın 45 oyla kazandığını, Baykalcı İl Başkanı Erol Koyuncu’nun 17 oyda kaldığını; Atatürk’ün Rize’ye gelişinin 81. yıldönümü törenlerine Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı’nın geçen yıl olduğu gibi bu yıl da katılmadığını, ayrıca AKP Rize İl Başkanı Hasan Karal ve 3 AKP’li milletvekilinin de bu yılki törenlerde yer almadıklarını... BİNGÖL nüfusunun yüzde 56’sının Yeşil Kart’lı olduğunu... HALK Müziği’nin ustalarından Ruhi Su’nun bugün, ölümünün 20. yılında Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri başında saat 11.00’de anılacağını...
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2005
<B>EGE</B> turizminin gözde merkezi <B>Göcek’</B>te dört marina var; ikisi özel, diğer ikisi de günlük tekneler için <B>Göcek Belediyesi’</B>nin... <B>Savarona </B>yatı <B>Göcek </B>koyunun önlerinde demir atmış, içinde bir hareketlilik görülmüyor. Belki de uyuyorlar; çünkü bir ‘Arap şeyhi’ tarafından kiralanmış Atatürk’ün yatı... Özal döneminde kiralanmaya başlanmasıyla kimlerin elinden geçti Savarona... Kanarya Adaları’nı bile gördü... Kaderin cilvesine bakın, şimdi kimlere hizmet ediyor.
Göcek koylarında Savarona gibi onlarca yat olsa keşke. Çünkü parayı en çok bu tekneler bırakıyor.
Henüz bu konuda bir yatırım gözükmüyor. Göcek’te TİGEM’in elinden alınarak Orman Bakanlığı tarafından geçenlerde ihaleyle kiraya verilen bu güzelim koy, bir gün yat limanı olabilir mi? Ortaya çıkan söylentileri dikkatlice izlemek gerekiyor.
Göcek’in koylarının ‘rengi’ biraz değişmiş gibi... Çünkü Göcek’te henüz bırakın kimyasal bir arıtma tesisini, fizikseli bile yok. Göcek’in kanalizasyonu hálá koya akıyor, kokular saçarak. Yüzlerce motor, tekne ve yat, sintinelerini göz göre göre denize salıyorlar.
Daha ‘çevresever’ yatlar ise, mazot parasına kıyıp açıkta yapıyorlar bu işi... Bunlar üzerine kafa yorulmuyor, bu vahim durum sorgulanmıyor.
Ege ve Akdeniz’in bütün koyları da öyle, oteller bile denize şarj ediyor atıklarını. Akıntı etkisinden uzak iç koylarda, denizin rengi gittikçe ‘berraklıktan’ uzaklaşıyor.
Yarın Göcek’ten ‘mavi bayrak’ alınır, AB’den bu konuda uyarı gelirse kimse şaşırmasın.
Yani durum vahimdir; geliyorum diyen tehlike ortadadır.
Muğla’nın kıyılarındaki yerleşim alanları ‘çirkinlik’te birbirleriyle yarışıyorlar.
Göcek’ten Fethiye’ye, Marmaris’ten Datça ve Bozburun’a giderken ‘vatan toprakları’nın imar hareketleriyle bu kadar tahrip edilmesi, dünyanın hiçbir yerinde görülemez.
Türkiye’de arazi ve arsalar, miras hukuku nedeniyle zaten küçük parçalara bölünmüş, bir de onun üzerine ‘ucube’ bir şeyler yapılmış. Yıllardır bunlar nasıl yapılmış, kimler izin vermiş; rant kimlerin cebine girmiş; ne yazık ki bütün bunlar Türkiye’de hiç sorgulanmadı.
Devletin de, yerel yönetimlerin de ‘kolektif suçu’ bunlar. Rant hepsinin belini bükmüş.
Marmaris ‘gelişe gelişe’ Kuşadası olmaya aday yakında.
Bozburun ve Hisarönü (Selimiye, Orhaniye) koylarında da aynı çirkinlikler göze çarpıyor. Her adımda başka bir yapı ile karşılaşılıyor. Koylardaki tekne yapım atölyeleri niye bir araya toplanmaz, onlara bir yer gösterilmez. Plan, proje üretilmesi bu kadar zor mudur?
MICHIGAN’DAN BİR TÜRK
Michigan’da (ABD) 47 yıl psikiyatr olarak çalıştıktan sonra Selimiye’ye ‘Palmetto’ adlı butik bir hotel kazandıran Prof. Dr. Erol Uçer de aynı sorunlardan şikáyetçi. ‘Deniz her yıl kirleniyor, kaçak inşaatlar sürüyor. Denetimler maalesef yeterli yapılamıyor, ülkemiz her gün çirkinleşiyor’ diyor.
Koya bakan antik kaleyi ve koydaki küçük bir adayı (belki 50 metrekare) göstererek, ‘Türkiye’nin batı bölgesinin en ilgi çekici kalıntıları bunlar; ne yazık ki tahrip ediliyor, bozuluyor. Turist, buranın temiz doğası ve güneşi kadar antik kentleri ziyaret için de geliyor; ama biz hiçbir şey yapamıyoruz. Buranın çevre düzenini, temizliğini yapayım, elektrik getireyim, aydınlatayım, bunun geliriyle de yoksul çocukları okutalım diyorum. Hizmet üretmeye ve güzellik yaratmaya kimse yanaşmıyor nedense. Yazı yazıyorsunuz, cevap verilmiyor. Ne yazık ki, 1959’da ayrıldığım ülkemi ve vatandaşlarımı bulamıyorum’ diye ekliyor.
Koyun tepelerinde bir tek ağaç yok. Zeytin ve badem ağacı dikmek o kadar zor mu?
Uçer, yazları burada yerli ve yabancı turistlere hizmet vermeye çalışıyor, kışları ABD’de geçiriyor. Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün çağrısı üzerine Türkiye’nin siyasi ortamından rahatsızlık duyduğu için Halkın Yükselişi Partisi’nde görev almış. HYP’nin 51 ilde örgütlenmesinin tamamlandığını, alacakları bir otobüsle ramazan ayından itibaren yurdu taramaya başlayacaklarını anlatıyor.
Bu arada Amerika’daki Türk arkadaşlarından, ‘Hawaii gömlekli’ Nejat Mutlu’yu ‘Aloha’ sesiyle bir anda karşısında görüyor. Belki 40 yıllık dostlar. O da Detroit’teki Chrysler merkezinde çalışıp emekli olarak yurda dönmüş ve Bodrum’u kendisine mesken edinmiş. Çok renkli, üretken ve Amerika’daki Türkler gibi aktif bir kişi. O da Türkiye’deki duyarsızlığa karşı tepkili.
ÇYDD, Bodrum Sağlık Vakfı, Engelli Çocuklar Rehabilitasyon ve Eğitim Merkezi’nde görev yapıyor. Yerel bir radyoda da Latin ve caz müziği programları yapıyormuş. Antik tiyatrodaki Bodrum Açıkhava Konserleri’nin düzenlenmesinde emeği geçen bir kişi olarak, Türkiye’de sivil toplum örgütlerinde görev yapmak isteyenlerin çoğunun gönülden çok ‘gösteriş’ için görev yapmasına kızıyor.
Türk turizmi üzerine yazacak daha çok şey var.
İki ders
Prof. Erol Uçer, Amerika’daki iki uygulamayı bizlere ders için anlatıyor:
Amerika’da sahillerin 15 mil içinde herhangi bir tekne bir poşet atarsa, uydudan takip edildiği için sahil muhafaza tarafından derhal o tekneye el konulur. Sahibine de başta hapis cezası olmak üzere ağır para cezası verilir.
Muayenehaneme bir gün vergi memuru geldi. Yaşı 30 bile yoktu. İlk sözü ‘Bana sakın kahve, çay ikram etmeyin. Ayrıca uygunsuz bir teklifte de bulunmayın’ dedi. Yanında sandviçini de getirmişti. Nitekim büromda bir hafta kalarak normal mali denetimini yaptı. İstediği her dokümanı önüne koydum. Soracaklarını da yeminli mali müşavirime sordu. Sabah gelirken ‘good morning’, akşam çıkarken ‘bye bye’ dedi. İşini bitirdiğinde teşekkür ederek mutlu bir şekilde gitti.
Afet ve vergi
ABD Başkanı Bush, afet sonrası New Orleans’ı yeniden inşa etmek için vergi arttırımının söz konusu olmayacağını, masrafların karşılanması için devlet harcamalarının azaltılacağını söylüyor.
6 senedir cep telefonu kullanıcılarından %25 ‘deprem vergisi’ alan zihniyetin kulakları çınlasın.
Cem TOKER
MESAJ PANOSU
ÇORUM-AKBANK şubesine bir yakınımın kredi kartı borcunu yatırmaya gittim. Gişe görevlisi, kendi adıma olmayan kredi kartı için komisyon alacağını söyledi. Kart sahibinin hastanede yattığını söyledim. Bu seferlik komisyon almayacağını, bir daha olursa alacağını söyledi. Halbuki kartın hesabı bu banka şubesine ait. Bankalar böyle davranarak ticari ahlakın istismarını yapmış olmuyorlar mı?
Celal ÖZCAN
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2005
<B>İSTANBUL </B>Deniz Otobüsleri AŞ’nin (İDO) şu anda 22 deniz otobüsü -ikisi <B>İzmit Belediyesi’</B>ne verildi- ile 6 feribotu bulunuyor. <B>Şehir Hatları’</B>nın 74 gemisinin, <B>Büyükşehir </B>eliyle kiralanması sonucunda <B>İDO’</B>nun elindeki deniz aracı sayısı 102 gemiye ulaşıyor. Bununla İDO, sayıca dünyanın en büyük deniz ulaşım filosuna sahip bir kamu kuruluşu oluyor.
İDO, filosunu daha da güçlendirmek istiyor. Büyükşehir Belediyesi eliyle 5 deniz otobüsü ve 4 feribot daha alınmak üzere ihale açıldı ve 28 Temmuz’da teklifler alındı.
İhalenin onaylanması durumunda bu gemilerin 1 ile 1.5 yıl arasında teslim edilmesi gerekiyor.
Ancak, ihale şartnamesinin bazı ‘zorlaştırıcı’ ve ‘caydırıcı’ hükümleri nedeniyle rekabet şartlarının oluşmadığı belirtilirken, birçok iddialar ortaya atılıyor. Bu arada bakanın, ihalelerde etkisinin olup olmadığı da sorgulanıyor.
Radikal’den Funda Özkan konuyu bir süre önce gündeme taşıdı. ‘İDO ihalesinde ‘bakan’ parmağı var mı?’ diyerek, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a ihaleye katılacak firmalarla görüşüp görüşmediğini sordu.
Yıldırım, buna basın müşaviri aracılığıyla yaptığı açıklamada, bakanın ihaleyle ilgisini ‘Ulaştırma (havayolu, demiryolu, kara ulaşımı ve denizcilik) ve haberleşme (telekomünikasyon, posta) sektörlerinden sorumlu olduğu gibi aynı zamanda yatırımlarda en son karar mercii olan Yüksek Planlama Kurulu ve Özelleştirme Yüksek Kurulu’nda da görev ve yetkileri vardır. Dolayısıyla görevleri gereği sorumluluk alanındaki her türlü kamu-özel projelerle yakından ilgilenmektedir. Bakanın özel müteşebbislerle görüşmüş olması, ihalelerle ilgili görüşüyor olması anlamına da gelmez’ sözleriyle açıklıyor. Ancak ihaleye ‘müdahil’ olup olmadığı konusunda ortaya açık bir bilgi aktarmış olmuyor.
SORU İŞARETLERİ
Büyükşehir Belediyesi’nde ihaleyi yapmakla sorumlu olan ve Genel Sekreter’in başkanı olduğu Encümen’in görev ve yetkileri, elinden alınmış olmuyor mu? Bu gelişmeler doğal olarak soru işaretlerini artırıyor:
Bakan olmadan önce Tayyip Erdoğan döneminde İDO Genel Müdürlüğü’nde bulunan Yıldırım, bundan önce Türkiye Denizcilik İşletmesi’nin ‘Ankara’ feribotunun kiralanması olayında, isminin ortaya atılması üzerine köşemize müşaviri tarafından bir açıklama göndermiş ve özetle şöyle denmişti:
‘Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin, Ulaştırma Bakanlığı ile bir ilgisi ve bağlılığı (...) hiçbir bilgisi ve alakası olmamıştır (...) nüfuz kullandığı hususu gerçek dışıdır.’
Açıklamanın ilkinde bakanın ‘ilgi ve alaka’sı yok; İDO ihalesinde ise YPK ve ÖYK üyeliği nedeniyle her türlü kamu ve özel projelerle yakından ilgilenme var!
İDO ihalesine dönersek...
2 büyük feribot, 2 küçük feribot ve 5 deniz otobüsü için çıkılan ihalelerde teklifler ayrı ayrı toplanıyor. Büyük feribotlar için iki Avustralya firması Australship ile İncad firmaları teklif veriyor. Ancak İncad firmasının, teklifinde gemi fiyatını hem rakam, hem yazıyla belirtmesi gerekirken, teklifinin geçersiz sayılmasına yol açacak şekilde sadece yazı ile bildirmesi dikkat çekiyor. Böylece bir ihalede aranan rekabet ortamı, tek fiyatın kalmış olması nedeniyle gerçekleşmiş olmuyor.
Böylece iki feribot için Australship, 55’er milyondan toplam 110.1 milyon dolar, İncad ise toplam 110.8 milyon dolar teklif veriyorlar.
Deniz Ticaret Odası’ndan bazı üyeler, koşullar tam yerine getirilmediğinden, ihalenin Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından iptal edilmesi gerektiği görüşünü ortaya atıyorlar. Bu konuda şöyle konuşuluyor:
BAKAN GÖRÜŞTÜ MÜ?
‘Dayatma ile bu ihale imzalanırsa, haliyle şaibe çıkar. Nitekim duyduğumuza göre, belediye bürokratları bu ihaleyi imzalamak istemiyorlarmış. Dayatma olursa töhmet altında kalınmaz mı?’
Bu arada bir soru akla geliyor.
‘Bakan açıklamasında, özel sektör temsilcileriyle görüşmüş olabilirim, diyor ya... Australship firmasının sahibiyle, Büyükşehir’in açtığı bu ihaleden kısa bir süre önce Ankara’da gözlerden uzak bir mekánda görüşüp yemek yemiş midir? Görüştüyse beraberinde AKP Milletvekili Mustafa Açıkalın (Büyükşehir’in eski Genel Sekreteri) bulunmuş mudur?’
Bu arada Bakan Binali Yıldırım’ın İDO Genel Müdürlüğü sırasında, Australship firmasından 4 feribot ve 4 deniz otobüsü alındığı biliniyor.
İDO’nun öteki 5 deniz otobüsü ile 2 feribot ihalesine de Damen (Hollanda), Australship (Avustralya) ve Fjellstand (Norveç) firmaları teklif veriyorlar.
Henüz ihaleleri hangi firmaların kazandığı konusunda denizcilik sektörünün merakını giderecek bir bilgi edinilmiş değil. Bekleyeceğiz; bakarsanız bir gün İDO da özelleştirilir ve bir ‘yandaş’ alacak olursa hiç şaşırmamak gerekir.
CDU, Türkiye’ye tazminat ödeyebilir
ALMAN CDU Lideri Merkel’in, Alman halkına Türkiye için ‘imtiyazlı ortaklık’ vaat ederken, AB hukuku çerçevesinde kendisinden önceki Alman hükümetlerinin Ankara ve Roma Anlaşması’ndaki Türkiye’ye tam üyelik taahhüt eden imzalarını tanıyıp tanımayacağını merak ediyorum. Doğal olarak tanımaması halinde yine AB hukuku çerçevesinde Türkiye’ye yüklü bir tazminat ödemek durumunda kalabileceğini halkına anlatıp anlatmadığını hem hatırlatıyorum, hem de soruyorum.
Av. Y. Selim SARIİBRAHİM
ALMANYA’daki seçim Türkiye için büyük önem taşımaktadır. SPD-Yeşiller hükümetinin büyük çabası sayesinde açılan AB kapısının Türkiye’ye kapanmaması için mevcut hükümet devam etmelidir. Aksi takdirde 3 Ekim müzakere masasında Türkiye’yi AB’de istemeyen bir Alman hükümeti oturacaktır. Bu yüzden Türk seçmenlerinden duyarlı olup Türkiye’nin geleceği için büyük önem taşıyan bu seçimlerde SPD-Yeşiller hükümetinin devamı için oy vermelerini istiyorum. AB bir Hıristiyan kulübü değildir. Sadece Birlik 90/Yeşiller Partisi Türkiye’nin bir Müslüman ülke olarak AB’den dışlanmasını önler.
Özcan MUTLU-Berlin Milletvekili
GÜNÜN SÖZÜ
‘Bozulduğu zaman, insandan daha korkunç yaratık yoktur.’
(Sophokles)
Biliyor musunuz
KIRKLARELİ Valisi İsmet Metin’in, İğneada’ya nükleer santral kurulacağı haberleri üzerine Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı’nın kendisini arayarak bu bölgeye bir nükleer santral kurma girişiminden vazgeçtiklerini belirttiğini... ESKİ Giresun milletvekili Ergun Özdemir’in, kendi adına Görele’de kurulan Ergun Özdemir Devlet Hastanesi’nin açılışına davet edilmediğini, Özdemir’in bundan üzüntü duyduğunu...
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2005
<B>SPD </B>Milletvekili <B>Vural Öger</B>, <B>Almanya’</B>dan telefonla arıyor; <B>CDU </B>lideri <B>Merkel’</B>in çirkin seçim oyunlarına kalkıştığını söylüyor.Almanya Başbakanı Schröder’in Frankfurt’ta Hürriyet’i ziyaretinde ’Bild’ gazetesinin sadece Türk bayrağının önünde gözüken fotoğrafını ve ‘Schröder, 600 bin Türk oyu için koşturuyor. Seçim sonucunu Türkler mi belirleyecek?’ başlığını, maksatlı bir şekilde afiş yaparak bunu halka dağıtmalarının, Merkel’in Türkiye karşıtı olduğunun göstergesi sayıldığını bildiriyor.
Öger, Dortmunt’ta az sonra büyük bir mitinge katılacağını ancak son gelişmeler karşısında ‘çok duygulu’ olduğunu söylerken şunları anlatıyor:
‘CDU’nun (Ertuğrul Özkök’ün dünkü, ’İki bayrak teke inince’ yazısında anlattığı) konuyu istismar ettiğini söylemek istiyorum. Türk düşmanlığını körükleyen bu afişe karşı tepkimizi bir bildiri ile SPD’li parlamenterler olarak Alman Meclisi’ne ve Avrupa Parlamentosu’na imzalı olarak bildireceğiz.
Almanları Türk toplumu ile karşı karşıya getirmek istiyorlar.
Eskiden kendi çevresinde bulunan bazı kişilerin, CDU’yu desteklerken kullanıldıklarının farkında olmadıklarını öne süren Öger, ‘Hüseyin Baraner imzalı yazıda, Merkel Türk düşmanı değildir, deniyor. Ancak bu görüşleri hiç doğru değildir. Baraner, sempatik bir çocuktur ama gerçekleri yazmamaktadır. Türklerin aşağılandığını, Müslüman ve ikinci sınıf insan olduğunu, kültürsüz ve geri kalmış olduğunu söyleyenin kim olduğunu bilmiyor mu? Ne yazık ki, bazı Türkler CDU tarafından seçim malzemesi olarak kullanılmaktadır. Almanlara, Türk korkusu yaratılmaktadır. En basit anlatımıyla, Hıristiyan Demokratlar, Romanya ve Bulgaristan’a 1. lig muamelesi yaparken, Türkleri 2. lige uygun görmektedirler. Bu da nasıl bir ‘Türk düşmanlığı’ yapıldığını göstermektedir.’
Pazar günkü seçim gerçekten çok ilginç geçecek; bir anlamda Almanlar’ın olduğu kadar Türklerin de kaderini çizecek.
Türkiye’nin en büyük Mevlevihanesi açılıyor
ÇANAKKALE’de bir grup Çanakkalesever’in üç yıldır düzenlediği ve Çanakkale’nin sorunlarının tartışıldığı Sokak Şenlikleri’ne katıldıktan sonra Gelibolu’nun ünlü peynir tatlısından tadarken, Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ın Gelibolu Mevlevihanesi açılış davetiyesini anımsadık hemen. Gelibolu’da esnafa ‘Nerede bu yer’ diye sorduk; Gelibolu’nun ’Alaaddin’ sardalyelerinin satıldığı dükkanın karşısındaki yoldan bir kilometre kadar gittiğinizde görürsünüz, dediler.
Geniş bir alanla karşılaştık, 12 Eylül’de bazı siyasileri ağırlayan ünlü ’Hamzaköy askeri bölgesi’nin üstü sayılabilir... Son yıllarda yerleşim alanı olmuş... Az ilerde karşımıza heybetli bir yapı çıktı; restorasyonu tamamlanmış, bahçesi tanzim ediliyordu. Selçuk Üniversitesi’nden gelen bazı öğretim üyeleri araştırma yapıyor ve fotoğraf çekiyorlardı.
Geçmişi 400 yıl öncesine gidiyor Mevlevihane’nin... Osmanlı’da Yeniçeriler’in Mevlevi oldukları biliniyor. Osmanlı, Rumeli’ye ayak bastıktan sonra onlar için yapılmış... Yapanın adı Yeniçeri ağalarından Kara Hasan Ağa’nın oğlu Ağazede Mehmet Hakiki Dede diye geçiyor. Yapım tarihi 1674 deniyor ama bazı tarihçiler bunun 1621 olduğunu söylüyorlar.
ASKER KORUMUŞ
Fakat sonradan yıkılarak, geç devir özelliğinde yeniden inşa edilmiş. Orada söylendiğine göre, Türkiye’de bulunan 30 Mevlevihaneden, özellikle deKonya’dakinden bile daha büyük, dikdörtgen planlı bir yapı... ‘Kırık çatı’ mimarisiyle yapılmış; ana kubbesinin yanında altı kubbesi var. İçeride kalem işleri süslü kubbeleri mermer taklidi sütunlar ve ayaklar taşıyor, iki adet mihrabı bulunuyor.
33 dönümlük bir araziye ve kagir bir semahaneye sahip olan Mevlevihane, bulunduğu stratejik ve müstahkem mevkiinden dolayı 1. Dünya Savaşı’ndan sonra askeri garnizon olarak kullanılmış. Yıkılan mescitle müştemilatının yerine bir askeri hastane ve ek hizmet binaları inşa edilmiş. 1980’lere kadar çatı ve cephe onarımı yapılmış, böylece yapının ayakta kalması sağlanmış; günümüze kadar korunmuş. 1994’te de Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş ve üç yıl önce başlayan restorasyonu için 1 trilyona yakın harcama yapılmış. Ziyaretçiler, kum ve midye karışımı falez taşlardan yapılmış binanın merdivenlerinin güzelliğine de dikkat etmeliler.
‘Dani sema çe büved’ (Sema nedir, bilir misin?) mısrasıyla başlayan Farsça beyitler de dikkat çekiyor.
Dr. Barihüda Tanrıkorur, İslam Ansiklopedisi’nde bu konuda ayrıntılı bilgi veriyor.
Mevlevihane’nin, 2. Mahmud ve Abdülhamid dönemlerinde onarımdan geçirildiği belirtiliyor.
Bu muhteşem yapı iyi ki bugünlere kadar Silahlı Kuvvetlerimiz’in elinde kalmış; yoksa o da kaybolup giderdi.
TöREN YARIN
Doğa İnşaat tarafından restore edilen ve ilk görünüşünde ‘olumlu’ izlenim alan Gelibolu Mevlevihanesi’nin (semahanesi 18.8x26 m.) açılışı törenle yarın Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin tarafından yapılacak. Gelibolu Belediye Başkanı ANAP’lı Cihat Bingöl, Mevlevihane’nin ayağa kaldırılması için büyük çaba göstermiş... 10 ay önce gelen Kaymakam Adnan Çakıroğlu ile el ele verip, çevre düzenini tamamlamışlar. Burası Türk ve dünya turizmi açısından önemli bir kültür hazinesi olmaya aday şimdiden... Turizm acenteleri ve rehberler burasını programına almalılar. Törene, Türkiye’deki öteki din temsilcileri davet edilirse doğru bir şey yapılmış olur.
GELİBOLU; KÜLTÜR KENTİ OLUYOR
Başkan Bingöl, ‘Burası Gelibolu’yu ekonomik yönden ayağa kaldıracaktır. Böyle bir Mevlevihane Türkiye’de yok. 2007 yılında Mevláná’nın 700. doğum yılı anma törenlerini yapacağız. Mevlevihane’nin yurtiçi ve yurtdışından ciddi bir ziyaretçisi olacağını düşünüyoruz’ diyor.
Vakıflar kadar 2. Kolordu Komutanı Korgeneral Dursun Bak’a da teşekkür ediyor Belediye Başkanı Bingöl... Mevlevihane’nin külliyesinin de boşaltılmasıyla, bu bölgeye bir kültür müzesi ve küçük bir amfitiyatro yapabileceklerini anlatıyor.
Gelibolu Savaşları’nı anlatan Onur Akmanlar’ın koleksiyonu da getirilebilirse, Gelibolu gelecekte tam bir kültür kenti olacak.
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2005
<B>ALMANLAR </B>sadece kendilerinin değil, hem <B>AB’</B>nin, hem de <B>Türkiye’</B>nin geleceğini oylayacak. AB’nin lokomotifi Almanya’da pazar günü yapılacak seçimler her yönden Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
Oy verecek seçmen sayısı 61 milyon. Bunun %1’ini Türk kökenli Alman vatandaşları oluşturuyor.
23 Türk kökenli Alman aday meclise girmek için mücadele ediyor.
Seçim propagandaları boyunca en çok konuşulan konular arasında Türkiye’nin AB üyeliği ve işsizlik yer alıyor.
Kampanyanın başında CDU açık ara farkla önde gidiyordu. %47-48’lere çıkan Angela Merkel, seçim propagandaları boyunca pot üstüne pot kırması ve Başbakan Schröder ile çıktığı TV düellosunu da kaybetmesiyle, CDU/CSU’nun puanları gerileyerek %41’e düştü.
SPD ise, %22-23’lerde başladığı seçim startını, şimdi %34-35’lerde sürdürüyor.
Başbakan Gerhard Schröder bu rakamı %38’e çıkarmayı planlıyor.
Sol Parti oylarını %11 dolayına çıkarırken, Yeşiller Partisi %7, Liberal Parti’nin oyları ise %7 dolayında seyrediyor.
Aslında Almanya seçimlerini halen kararsız durumda bulunan %2 oranındaki seçmen belirleyecektir.
Almanya’daki seçim propagandaları boyunca Türkiye gündemin ilk maddesini oluşturuyor.
SPD ve Yeşiller Partisi Türkiye’nin AB’ye katkı sunacağını ve bu yüzden 3 Ekim tarihinde müzakerelerin başlamasının kaçınılmaz olduğunu savunurken, CDU Lideri Angela Merkel ve ortağı CSU lideri Dr. Edmund Stoiber ise ‘Türkiye AB’ye ait olamaz’ diyor. ‘Ayrıcaklıklı ortaklık’ en doğru yöntem düşüncesini seslendiriyorlar.
SPD/Yeşiller koalisyonu, çifte vatandaşlık yasası dolayısıyla yaklaşık 60 bin Türk’ün vatandaşlıktan çıkarılması sonucunda Türk seçmenlerin gözünde ciddi bir itibar kaybına uğramış olsa da, Türk seçmenlerin %63’ünün SPD’yi, %21’inin Yeşiller’i destekleyeceği kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkmaktadır.
Schröder ve Fischer, Türkiye’nin AB üyeliğini yüreklice destekliyorlar. CDU ve CSU partileri ise Almanya’da başta 3 milyon Türk’ü, toplam 9 milyon göçmeni ve en önemlisi de 500 bin Türk kökenli Alman seçmeni kırdılar.
‘Rüyalarınızı Almanca görün’ diyenler, rüyamıza girmek için 45 yıldır ne yaptılar!
Biz 45 yıldır rüyamızda hep korku gördük, ‘barbar Türkler’ damgası yiyerek yaşadık, rüyamızda inançlarımızla nasıl oynandığını gördük, karşılıksız aşkın, sevginin ne olduğunu yaşadık.
Şimdi Türklere rüyalarınızı Almanca görün diyenler, 17 yıl kaldıkları iktidarda hangi Almanca kursunu açtılar?
İnsan yaşadığı toplumda istenmiyorsa, olsa olsa rüya değil, düş görür.
Artık, gerçekten birileri Türklerin Almanca rüya görmesini istiyorsa, önce sevgi ve sıcaklık vermelidir.
Kim seçilirse seçilsin, uyuma büyük bir katkı sunacaktır. Bu uyum sürecinin gerçekleşebilmesi için de Alman vatandaşlığına geçmiş bulunan Türkler 18 Eylül’de mutlaka sandığa gitmelidirler.
Bu seçimde ya ‘misafir’ olarak kalmayı kabul edeceğiz ya da sandığa giderek ‘ev sahibi’ olduğumuzu tescil ettireceğiz.
Ali KILIÇ-Türk-Alman Dostluk Federasyonu Genel Başkanı
ABD ve Alman Türklerinin farkı
‘Almanya’da yaşayan 2.6 milyon Türk, Amerika’da yaşayan 440 bin Türk’e göre farklı özellikler taşıyor. Amerika’ya göç eden Türklerin önemli bir bölümünün göç amacı daha iyi bir eğitim almaktı. Bu yüzden burada yaşayan Türkler, Almanya’da yaşayanlara nazaran daha iyi bir eğitim seviyesine sahipler ve ona göre daha iyi işlerde çalışıyorlar.’
New York’ta Deutsches Haus’ta düzenlenen ‘Göç, Entegrasyon ve Asimilasyon-Yeni Bir Kimlik Edinmenin Artılar ve Eksileri’ konulu panelde konuşan Almanya’daki Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, ‘Almanya’daki Türkler de artık Amerika’da yaşayanlar gibi vatandaşlık alanında aktif olmaya başladılar. Başta kültür ve sanat olmak üzere politika ve spor alanında ağırlıklarını koymaya başlayan Almanyalı Türkler artık Almanya’nın ayrılmaz bir parçası haline gelmişlerdir’ diyor.
Mezar taşı
MERSİN Mezarlığı’na yaptığım ziyarette mezar taşlarının kırıldığını görerek üzüldüm. Ne istemişler acaba mezar taşlarından. Biz millet olarak bu hakaretlere uğrayacak ne yaptık acaba, bir ölünün mezar taşını kırmakla ne yaptıklarını zannediyor bu cahil insanlar. Ölülere saygımızı nasıl ifade edeceğiz? Nerede bu devletin güvenlik güçleri? Bir mezarlığı bile koruyamayan devlet olur mu? Mezarlığın hali yürekler acısı, pislik içinde, bakımsız... Çok değil, 3-4 yıl önce mükemmel bakım vardı. Oradaki görevliler ödenek olmadığını söylediler. Belediye paraları nereye akıtıyor, vergilerimiz ne oluyor? Nuran ÜÇER
Biliyor musunuz?
İŞADAMI Ali Haydar Veziroğlu’nun sahip olduğu VİNSAN şirketinin Türkiye, Irak ve Almanya’nın katılımı ile Kerbela bölgesinde gerçekleştirilecek 600 kişinin çalışacağı 110 milyon dolarlık su projesinin temelinin atıldığını; Veziroğlu’nun törende ‘Bu proje terörün gözünde dikendir’ dediğini...
BUDAPEŞTE Türk-Macar Dostluk Derneği tarafından Türkçe ve Macarca olarak hazırlanan ‘II. Ferenc Rakoczi’nin Hayatı ve Türkiye’deki Sürgün Günleri’ kitap tanıtımının bugün Tekirdağ Rakoczi Müzesi’nde yapılacağını, tanıtıma Türkiye ve Macaristan’dan 6 fahri konsolosun katılacağını...
EMEKLİLİĞİNE iki ay kalan Sinop Emniyet Müdürü Süleyman Şahin’in, AB uyum yasaları çerçevesinde 7 ilin emniyet müdürüyle birlikte Danimarka’ya görevli olarak gönderildiğini...
MESAJ PANOSU
FATİH bölgesinde çalışan galeri sahipleriyiz. Geçen sene Fatih Belediyesi 300 YTL karşlığında bir senelik geçici ruhsat veriyordu. Bu sene ise ruhsat bedelini 2250 YTL yapmışlar. Parayı yatırmazsak dükkanlarımızı mühürleyecekler. Kira ödemekte zorlanırken, bu parayı nasıl öderiz? Ahmet BİLİK
AKATLAR ile Etiler Alkent arasında bir ara tenis kortu olarak kullanılan yeşil alana İstanbul Sanayi Odası Vakfı bir lise inşa ediyor. İnşaatın imara uygun olup olmadığı bir yana Akmerkez civarında kilitlenen trafiğe bir de öğrenci servisleri eklenirse düşünün yaşanacak keşmekeşliği... Yanlış anlaşılmasın, okul yapılmasına ve eğitim-öğretime karşı değilim. Ama bunlar zamanında planlanmalıydı. İhami UZUNÖZ
DİDİM Akbük’te, muhafazakar kesimin gözde oteli Carpice Oteli’nin gürültüsünden bıktık. Biz bu otelin yanındaki Ziraat Bankası kampında kalıyoruz, emin olun kimse uyuyamadı; saate baktım 02.00 idi. Herkesin eğlenme hakkı var, ama o neydi öyle; şarkılar ve ilahiler. Eskiden ‘Jet Fadıl’a ait olduğunu bildiğimiz bu otelin yönetimini uyarıyoruz.
T.ÖZGEN-AKBÜK
Yazının Devamını Oku 14 Eylül 2005
<b>AVRUPA-Türkiye</B> Turizm İş Konseyi Başkanı <B>Hüseyin Baraner, CDU </B>lideri <B>Merkel’</B>in <B>Türkiye</B> karşıtı gösterilmesine karşı çıkıyor. ‘Bu bazı çevrelerin <B>Türkiye </B>ile <B>SPD</B> arasına duvar inşa etmek anlamına gelir’ diyor. Pazar günkü seçimlerin II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın en önemli seçimi olacağını belirten Baraner şunları söylüyor:
‘Merkel Türk düşmanı değil bir kere. Ekonomik çıkmaz içindeki iktidarı SPD’nin elinden alıp, Almanya’yı ayağa kaldırmak istiyor.
Biliyor musunuz; Türklerin Almanya’da son üç yılda 3 bine yakın işyeri kapandı. Alman pasaportu taşıyan Türkler arasında işsizlik oranı % 40’ın üzerine çıktı. Almanlar arasında ise bu oran %9.5. Sekiz yıllık SPD iktidarı süresince Türkler daha çok işsiz kaldı, daha yoksullaştı, daha horlandı ve itilip kakıldı. Türk gençlerine çıraklık eğitimi verilmedi, onların uyuşturucu batağına sürüklenmelerine karşı bir çözüm getirilmedi, SPD bunlara hiçbir zaman el uzatmadı. SPD iş bulacağız dedi, kaç Türk’e iş yarattı? ‘Türkiye’nin dostuyum’ demek lafla olmuyor.(...)
CDU iktidarlarında Türkler daha mutluydu. Zaten bizleri buraya bu parti getirmişti. Almanya’nın treni artık durdu; ekonomik zorluklar inanılmaz boyutlarda. 1 Euro’ya 1 saat çalışılıyor artık; iş aslanın ağzında...
SPD Türkiye’den politikacı getirip Türk seçmenler üzerinde etkisini sürdürmek istiyor. Seçim Almanya’ın iç sorunu, bu kampanyalar Almanya açısından olumlu sayılmıyor; antipatik karşılanıyor. Focus dergisi bile alaylı şekilde ‘Türkler niye geliyor’ diye yazıyor.
Yarın bu kampanyaların buradaki Türklere zararı olabilir.
Almanya’daki insanlarımız keşke bütün partilere üye olmuş olsalardı. Örneğin, bugün SPD gibi, CDU’ya da on binlerce Türk üye olsaydı CDU ‘Türk düşmanı’ sayılamazdı. Almanların 70’i köylerde yaşıyor ve bunlar muhafazakar insanlar. Frankfurt’ta 100 kişiyi kazanacağına, bir Alman köylüsünü kazanmanın daha büyük yararı var, Türkler açısından. Ekonomik güç köylerde yaşayan kesimlerde; şehirde ise işçiler yaşıyor. Biz Türkler bu kesime inmeliydik; bunları kazanamadık. Ama kentlerde oturan Türkler de doğal olarak SPD’li oldular. Türk işadamları bugün CDU’ya yöneliyor, sadece kentlerde oturanlar SPD’ye oy veriyor. Sonuç olarak diyeceğim; bu seçimlerde SPD seçimi kazanmak için Türkleri kullanıyor.
Bütün bu söylediklerime karşılık sonuç mu? Bu seçimden büyük koalisyon çıkabilir. Merkel iyi bir kadın, çalışkan ama mevcut durum gösteriyor ki Almanya’nın şansölyeliğini yapacak oyu elde etmesi mümkün değil.
Özelleştirmeye ihanet
ANKARA’dan dostumuz çarpıcı bir noktayı işaret ediyor: TÜPRAŞ’ı Koç firmasının almasından mutluluk duyduk. Ancak geçmişte yapılan hisse satışlarıyla ilgili okuduklarım beni şaşırtıyor, hayrete düşürüyor. Vatan Gazetesi diyor ki, ‘İsrailli bir işadamı Tüpraş’tan 800 milyon dolar kazandı.’ 01.03.2005 tarihinde Tüpraş’ın %14.76’lık hissesini aracılar eliyle 446 milyon dolara satın almış bu işadamı...
Hatta 5 Mayıs’ta bu hisseler için Tüpraş’tan 58 milyon dolar kar payı tahsil etmiş. TÜPRAŞ ihalesinin sonucuyla ortaya çıkan değere göre de elindeki hisselerin değeri 1 milyar 200 milyon dolar olmuş. Bu nasıl bir satış ki, 5-6 ay içinde %156 kar ediliyor. Dünyada dolar bazında bu kadar kar elde edilebilir mi? Kimsenin vicdanı hiç sızlamaz mı? Bu hisselerin satışına Bakanlar Kurulu mu izin verdi? Yoksa, Özelleştirme’den sorumlu Maliye Bakanı mı? İhalesiz yapıldığını Merkez Bankası eski Başkanı Yaman Törüner’in SKY TV’deki konuşmasından öğrendim. Törüner ‘Bir sabah uyandık, %14.76 hisse satılmış, satıştan da kimsenin haberi yok. Bu iş Yüce Divan’a gidebilir’ diyor. Petrol-İş Sendikası bu konunun peşini bırakmamalı. Yoksul olduğumuzu, soyulduğumuzu sık sık dile getiren Başbakan Tayyip Erdoğan, bu konuda sessiz kalacak mıdır?’
Şubatta kimler hacca götürülecek
‘ANKARA’da yaşayan bir din adamıyım. ‘Diyanette neler oluyor’, yazılarınızı lütfen sürdürün.
Bir şey hatırlatmak istiyorum. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu son basın toplantısında, ‘40 profesörün eşleriyle bedava hacca götürüldüğü’ haberleri üzerine ‘Kimseyi ücretsiz, eş-dost diye hacca götürmediklerini’ söylüyor.
Oysa ki durum öyle değil.
Her hac döneminde, her kesimden insanın konuk olarak S.Arabistan’a götürüldüğünü kim inkar edebilir? Nitekim bu yolla milletvekili, vali, kaymakam, bürokrat hatta eş-dostun bir listesi açıklanabilse, tanınmış birçok isim ortaya çıkacaktır. Beş yıldızlı otellerde ağırlanan bu ‘konuklar’dan göstermelik kaç dolar alınıyor? ‘Kimseyi bedava götürmüyoruz’un dayanağı bu oluyor demek ki.
Peki ‘İrşat’ görevi adı altında gidenler ne oluyor? 80 bin personeli olan Diyanet teşkilatında ‘irşat’ görevini yapacak hiç kimse yok mu?
Diyanet mevzuatına göre, ‘irşat’ görevi için müftüler ve vaizlerin gönderilmesi gerekirken, bu personel kalmadı mı ki, kurum dışından çağrılan ‘özel konuklar’a ‘irşad sevabı’ yaptırılıyor?’
Diyanet örgütündeki gelişmeleri ve bu zor sorulara Diyanet İşleri’nin göndereceği yanıtlara yer vermeye devam edeceğiz.
GÜNÜN SÖZÜ
‘Yeniden temel güven duygusunun ve devlete olan güvenin tesis edilmesi gerekiyor. Bunu yapmak için insanları bir gecede eğitimli hale getirmek, polisin maaşını beş misline çıkarmak mümkün mü? O zaman geçiş dönemi yaşamak, milli mutabakat sağlamak gerek.’ (Prof. Kerem Doksat)
MESAJ PANOSU
BEN Ekrem Batur; beni Didim’de herkes tanır. Kaset, CD, DVD satarım. Kamuoyu beni www.seniseviyorumhacer.com sitesinden tanır. Ben bu kıza gönül verdim, ancak karşılık alamadım. Ne kendisi, ne de ailesi benim samimi duygularımı anlayamadı. Ben de bu defteri artık kapatıyorum. Hacer’e sevgimi göstermek için daha önce açıkladığım, havaya 1 milyon balon gönderme eyleminden vazgeçiyorum. 1 milyon balonu kimsesiz çocuklara dağıtacağım. Artık Didim’de özgür bir kişi olarak doğru ve çalışkan insanların yardımına katkıda bulunmaya çalışacağım.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2005
<B>TEKEL </B>yönetimi hakkında 2. el makine alımıyla ilgili <B>İstanbul Cumhuriyet Savcılığı</B> tarafından dava açıldığını öğrendik.
Biz de köşemizde, İspanya’nın MTS firmasından alınan makinelerin 2. el olduğunu birçok kez gündeme getirmiş, yapılan ihalenin yasa ve yönetmeliklere aykırı olduğunu belirtmiştik. Sanıklar, ‘kamu kurum veya kuruluşlarının ihalesine fesat karıştırmak’la suçlanıyorlar.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Kemal Çalışkan’ın hazırladığı iddianamede, Tekel Genel Müdürü Sezai Ensari, Genel Müdür Yardımcısı Tekin Kaymakoğlu, İhale Komisyonu Başkanı Fahri Arıkan, komisyon üyeleri Mine Batova, Reyhan Almaç, Musa Eroğlu, Kazım Tekeli ve Mehmet Haldun Sağın’ın yeni TCK’nın 235/2 a-1, 4 yoluyla 235/1, 235-3 ve 53. maddelerine göre cezalandırılmaları isteniyor.
İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek davanın ilk duruşması 21 Eylül günü yapılacak.
‘Tekel’de kilit isim Şenol Çelik’ (1.9.2005) başlıklı yazımızda ‘Merak bu ya; bu makinelerin fiyatı Çin’de ne kadardır acaba’ diye sormuştuk. Hadi biz söyleyelim, 235 bin Euro.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2005
<B>ÇOĞU </B>dershanelerde üniversiteye hazırlık kursları şimdiden başladı bile... <B>‘Üniversiteye girmek için tek yol, iyi bir dershanedir’ </B>diyerek olanağı olsun ya da olmasın, biz anne-babalar, çocuklarımıza iyi bir gelecek sağlamak uğruna dershane yollarına düştük. ‘Üniversiteye girmese bile işe yaramıyorsa çocuğumuzu 4 sene niye liseye gönderdik?’ diye yaman bir çelişki içinde olsak bile böyle yapmaya mecbur hissettik kendimizi...
Şüphesiz, fen liseleri veya büyük şehirlerde ancak çok yüksek puan alabilen az sayıdaki öğrencinin girebildiği çok özel liseleri ayrı tutarsak çoğunluğu oluşturan diğer liselerin başarı durumu aslında milli eğitim sistemimizin başarı durumunu gözler önüne seriyor.
Ancak, pek fazla kimsenin adını bile duymadığı bazı liselerimizin de hakkını vermek gerekiyor. Bunlara en iyi örnek Tekirdağ Anadolu Öğretmen Lisesi’dir. Çünkü bu okulun 2005 yılı ÖSYS sonuçlarına göre başarı oranı % 100, öğrencilerin fen puanı ortalaması 350.919... Yani 28 kişilik sınıfın tamamı üniversiteye yerleşiyor. Bununla kalmıyor, 28 öğrencinin 7’si Türkiye’de ilk 100’e, 6’sı ilk 500’e, 7’si ilk 1000’e, 8’i ise ilk 5000’e giriyor.
Sınıfın üçte birinin Boğaziçi Üniversitesi’ne kaydolması müthiş bir başarı değil midir?
Bu okulun başarılı olmasının nedeni bir sır değil. Okul hakkında ilk bilgileri almaya giden aileyi, rehber Ahmet öğretmen karşılıyor. Öyle güler yüzlü ve ikna kabiliyetine sahip ki çocuğunuzun kaydını yapmadan çıkamıyorsunuz. Okul Müdürü Yusuf Bey, öğrencilere ağabeyleri kadar yakın. Müdür Yardımcısı Hilal Hanım, öğrencilerini kendi çocuklarından ayrı tutmuyor. Veliler ellerini kollarını sallayarak okul yöneticilerinin odasına girip çıkabiliyor. Bütün öğretmenlerin yüzü gülüyor ve hepsi de birbirinden donanımlı.
Ve okul bize şunu öğretiyor. Demek ki, istenildiği zaman oluyormuş! İyi bir kadroyla donatılmış okullarımızda başarıyı dershane değil okulun kendisi belirleyebiliyormuş.
Acaba böyle okullar yeterince takdir ediliyor mu?
Selime DODURKA
GÜNÜN SÖZÜ
‘Laik, öğretim birliği içinde verilen bilimsel eğitim AKP’nin 3 yıla yakın uyguladığı yanlış eğitim politikasıyla, partizanca kadrolaşmasıyla bozulmuş, eğitimin niceliği ve niteliği düşmüştür. Yeni öğretim yılında da tekil başarıların dışında eğitimin genelinde iktidarın tutumu yüzünden umut verici bir gelişme beklenmemelidir.’
(TBMM Milli Eğitim Komisyonu üyesi Mustafa Gazalcı)
Okullardaki su depolarına dikkat
ADINA ister kolera, ister parakolera (!) deyin. Çocuklarımızın sağlını korumak temel görevimiz. Ankara’da bütün resmi makamlar ve partiler sessiz kalırken 5 STK’nın (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği, Tüm Belediye Çalışanları Sendikası ve Biyologlar Derneği) cesaretle ortaya çıkıp ‘kolera’ konusunda uyarıcı bir açıklama yapması bize İstanbul, Sağmacılar’daki kolera salgınını hatırlattı.
Cumhuriyet’ten Şükran Soner’in 1970 yılının Ekim ayında ortaya çıkardığı kolera salgınını ilgililer yalanlamaya çalışmış, sonradan gerçekler ortaya çıkınca salgın vakasını itiraf etmişler ve mahcup olmuşlardı. 1160 kişi hastalanmış, 100’den fazla kişi ölmüştü. Bu salgın olayı bütün ilgililere ders olmuştu.
Ankara’da da aynı manzara yaşanıyor şu günlerde... Bütün bunların nedeni, sağlıksız bir çevre oluşturulması.
Dünkü, ‘Kolera kamusal bilinçle çözülür’ başlıklı yazımızdan sonra arayan DSP Genel Sekreteri Tayfun İçli, ‘Bu duyarlı 5 STK’nın açıklamasına sizden başka kimse yer vermedi. AA bile kolera sözcüğünü haberinden çıkartarak olayı perdelemeye çalıştı. AKP iktidarı, halkın sağlığı konusunda da ne yazık ki karartma uyguluyor’ diyor.
Okulların açılmasıyla beraber, Ankara’nın yoksul bölgelerinde çocukların sağlığının çok büyük bir risk altında bulunduğunu söyleyen İçli şöyle devam ediyor: ‘Su depolarının temizlenmesi ve ilaçlanması gerekir. Bu karartmayı uygulayanlara istemeyerek de olsa alet olanlar, kendi çocukları ve torunlarının da olduğunu unutmamalıdırlar.’
İğneada’ya nükleer santral geliyor
KIRKLARELİ’nden Tahir Mayda anlatıyor: Demirköy’e bağlı İğneada beldesine ‘nükleer santral’ kurulmasına yönelik yer seçimi amacıyla Türk Atom Enerjisi Kurumu’ndan bir heyet geldi. Perşembe günü ellerindeki haritalarla bölgede incelemelerde bulundular. Geçmiş yıllarda da İğneada’ya nükleer santral kurulacağı söylentileri ortaya çıkmıştı. O zaman bu işe karşı olduğumuzu tüm yetkililere anlatmış, yapıma karşı olduğumuzu belirtmiştik. Ekonomik kriz olunca hiçbir çalışma yapılmadan olay kapanmıştı. Şimdi ise heyet gelip incelemeler yapmaya başladı. Anlaşılan iş ciddiye bindi. Hükümetin, ‘8 nükleer santral yapılacak’ açıklamalarını duyuyorduk. Demek ki bu işte bir doğruluk payı var.’
Tramvay çilesi
FINDIKLI-Zeytinburnu tramvay hattı artık neredeyse durma noktasına geldi. Sultanahmet’te yaşanan turist yoğunluna bölgedeki resmi dairelerin makam araçları ve tramvay yolunun ‘normal bir yol’muş gibi kullanması seferleri dakikalarca aksatıyor. Hergün yaklaşık olarak 30 kısmi sefer iptali yaşanan hat üzerinde on binlerce vatandaş mağdur olurken yetkililer bir türlü önlem almıyor. Fındıklı-Zeytinburnu hattında günde 447 sefer yapılıyor ve her seferde yaklaşık olarak 600 kişi taşınıyor. Büyükşehir’in, web sitesinde 14 km. uzunluğundaki hattın her 5 dakikada bir sefer yaptığı yazıyor. 06.00- 24.00 arasında hizmet veren tramvay hattının bir seferi 42.5 dakikada tamamlaması gerekirken, çoğu zaman Sultanahmet-Eminönü hattı arasında bu süreyi aşan beklemeler yaşanıyor.
Büyükşehir’in Beyaz Masa’sı tramvay işletme şefliğini; tramvay işletmesi de Trafik Müdürlüğü’ne suçu yüklüyor. Ulaşım A.Ş. İşletme Şefi Mehmet Oluklu, Ulaşım Koordinasyon Merkezi’nin konuya geç de olsa el attığını ve bu konuda çalışmalarının yoğunlaştırarak geçen ay bir karar aldığını ifade ediyor. Karar uyarınca tramvay hattını kullanan taşıtların güzergáhı değiştirileceğini ve gerekli yerlere girişin yasak olduğunu gösteren tabelalar asılacağını söyleyen Oluklu, alınacak önlemlerin de sorunu halledeceğine inanıyor.
Ancak alınan önlemler halen bir sonuç getirmiş değil... İsmail ŞAHİN-FINDIKLI
MESAJ PANOSU
TÜMAMİRAL Fahri Çoker arşivinden ‘50. Yılında 6-7 Eylül Olayları’ sergisi 26 Eylül’e kadar Karşı Sanat’ta (Elhamra Han-Beyoğlu) görülebilir. KUŞ belgeselcisi Fatih Orbay’ın ‘Türkiye Kuşları’ sergisi 17 Eylül’e kadar İstanbul Arkeoloji Müzesi Asos Salonu’nda. (0-212 283 78 16)
Yazının Devamını Oku