25 Eylül 2005
<B>METİN Erksan</B>, <B>Galataport</B> tartışmalarına <B>Cumhuriyet Gazetesi’</B>nde 15.3.1998 tarihinde, yani yedi yıl önce kaleme aldığı bir yazıyla katılıyor. 1948’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi sanat tarihi bölümünü bitiren ve üniversite öğrenimi sırasında hocalarının dünyanın en büyük ve en ünlü Alman, Fransız, İngiliz sanat tarihi bilimcileri ve arkeologları olduğunu söyleyen Metin Erksan, bu süreçte Halide Edip Adıvar’ın İngiliz Dili ve Edebiyatı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Yeni Türk Edebiyatı’, Hilmi Ziya Ülken’ın ‘Felsefe/Toplumbilim’, Zeki Velidi Togan’ın ‘Türk Tarihi’, Mükremin Halil Yınanç’ın ‘Ortazaman Türk Tarihi’ gibi derslerini de izlemiş. Çeşitli gazete ve dergilerde ‘film eleştirileri’ ve ‘sinema/kültür’ yazıları yazmış.
Bunu hálá da sürdürüyor.
1952’de Aşık Veysel’in Hayatı adlı ilk konulu filmini çekmiş.
Hüseyin Cahit Yalçın’dan Ahmet Emin Yalman’a, Sedat Simavi’den Ali Naci Karacan gibi birçok gazete sahibi ve yazarının rahle-i tedrisinde açık öğrenim yaptığını söyleyen Metin Erksan, Salıpazarı’nı şöyle tanımlıyor:
İSTANBUL’UN UFUK ÇİZGİSİ
‘İstanbul’a Salıpazarı’ndan bakılır. İstanbul, Salıpazarı’ndan bakılarak seyredilir. İstanbul, Salıpazarı’ndan bakılarak görülür.
Minarelerin ve kurşun kubbelerin oluşturduğu İstanbul görünümü, Salıpazarı deniz kıyısından İstanbul’a baktığınız an tüm anlamıyla karşınızdadır.
İstanbul, Salıpazarı’ndan başka hiçbir yerden görünmez. İstanbul’a Salıpazarı’ndan bakarsanız; Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde oluşan tarihsel yarımadanın ufuk çizgisinde şu görüntüler vardır:
Topkapı Sarayı, sarayın eklerinden olan Sivri Kule, Aya İrini, dört minareli Ayasofya, altı minareli Sultanahmet Camii, Çemberlitaş, tek minareli Çemberlitaş Camii, iki minareli Nuruosmaniye Camii, iki minareli Beyazıt Camii, Beyazıt Yangın Kulesi, dört minareli Süleymaniye Camii...
Salıpazarı’ndan İstanbul’a bakıldığında İstanbul’un ufuk çizgisinde minareler ve kurşun kubbeler vardır. Minareler ve kurşun kubbeler şehri İstanbul, Salıpazarı’ndan görünür. İşte bu görüntü İstanbul’dur. Bu görüntü İstanbul’un hiçbir yerinden görülmez. Bu görüntü ancak Salıpazarı’ndan görünür.
1950’li yılların başında İstanbul’da Salıpazarı’nda bir cinayet işlenmiş, dönemin siyasal yetkesi ve siyasal yetkenin dalkavuğu şehir plancıları, bir toplukırım faciası yaparak Salıpazarı’nı öldürmüşlerdir.
İstanbul’un en güzel yeri olan Tophane’den Fındıklı’ya kadar uzanan, Salıpazarı sahil şeridine, devasa çirkin beton yığınlarından oluşan gümrük depo ve antredepoları yapılarak bu cinayet gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de ve dünyada bu cinayetin eşi benzeri yoktur.
‘Salıpazarı cinayeti’, dünya uygarlık tarihinin en büyük katliamıdır.’
Tüm siyasi partilerin bu cinayetin lekesini algılayıp silemediklerini anlatan Erksan, (o yıllarda) buranın insanların yararlanması olanaksız yabancı (acayip) ‘lüks’ bir yerleşim alanına dönüştürülmemesini isterken, bu işleri teşvik edenleri, ‘tanrısal ve kutsal Babil ve Asur kralları Hammurabi ve Nabukadnezar yönetimlerine taş çıkartacak akıl, bilim, kültür, uygarlık dışı zorba yönetimlerle ‘erk’lerini (iktidarlarını) sürdürmekle’ eleştiriyor.
Erksan yazısını özetle şöyle bitiriyor:
‘Tophane’den Fındıklı’ya kadar uzanan Salıpazarı sahil şeridine alanlar ve parklar yapmak, yaşamsal bir zorunluluktur. Bu alanlara ve parklara konacak heykeller, anıtlar çağdaş Türk uygarlığının göstergesi olacaktır. Örneğin, bu alanlardan birine konacak görkemli (monumental) anıt/yazıtlardan biri Atatürk’ün şu sözü olmalıdır:
‘Geldikleri gibi giderler.’
Atatürk bu sözü, savaş alanından İstanbul’a geldiği 13 Kasım 1918 günü, Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye gitmek için bindiği geminin güvertesinde söylemiştir. Atatürk’e bu sözü söylettiren görüntü şudur: İstanbul Limanı’nda ve Dolmabahçe önünde demirlemek için Sarayburnu önünden ağır ağır geçen 65 İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve diğer bağlaşık (müttefik) devletlerin savaş gemileri...
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak olan aklın, düşüncenin, bilginin, cesaretin, istencin (iradenin), önderliğin, ulusal bilincin, tarih bilincinin sesidir bu.
80 yıl önce söylenmiş bu büyük söz, bugüne değin taşa kazılmış bir anıt-yazıt olarak İstanbul’un hiçbir yerine konmadı. Örneğin; eski Haydarpaşa mendireği üstüne bu devasa anıt/yazıt konulabilirdi.
Roma İmparatoru Sezar’ın kazandığı bir savaş sonrası söylediği ünlü ‘Geldim, gördüm, yendim’ (Veni, vidi, vici) sözünü tarih okuyan çok kişi hatırlar da, Atatürk’ün bu sözünü kaç kişi bilir?
‘Karaaydın’lara soruyorum:
İstanbul’un orta yeri Salıpazarı sahil şeridinde işlenmiş bir cinayetin cesetleri görünümünde duran gümrük depo ve antredepolarını yok etmeden, bu gümrük depo ve antredepolarını işlevi değişik yeni bir yerleşim yeri olarak kullanmak, ikinci bir ‘Salıpazarı Cinayeti’ işlemektir.’
Konstantin, İzmir’e neden geldi
ATATÜRK’ün yaşamına ilişkin şöyle bir söylenti (efsane) vardır:
Atatürk 10 Eylül 1922 günü İzmir’de deniz kıyısında bulunan Kramer Otel/Lokantası’na gider. Rum garson, korkulu bir şaşkınlık içinde kim olduğunu bilmediği bu Türk paşasının yemek ve içki isteklerini büyük bir saygıyla yerine getirir.
Atatürk garsona sorar: ‘Yunanistan Kralı Konstantin 12 Haziran 1921’de İzmir’e geldi. Fakat buraya gelip bu denize karşı bir bardak içki içti mi?’
Rum garsonun şaşkınlık içindeki ‘Hayır pas(ş)am’ cevabı üzerine, Atatürk’ün saptaması şu olur:
‘O halde, Kral Konstantin İzmir’e neden geldi?’
Peki, bizim devletliler Salıpazarı sahiline gelip buradan İstanbul’a baktılar mı?
Yazının Devamını Oku 24 Eylül 2005
<B>ESNAF</B> odalarının seçimleri yaklaşıyor.TBMM’den çıkan yasaya karşı çeşitli mahkemelere yapılan karşı itirazlara son nokta konuldu. Yüksek Seçim Kurulu’nun 16.9.2005 tarihli ve 383 sayılı kararına göre 2 yıl üst üste başkanlık yapanlar bundan böyle seçimlere giremeyecek ve aday olamayacak.
Çoğu oda başkanının 10-20 yıllık başkanlık saltanatı artık sona eriyor. Bu nedenle esnaf kesiminde kazan kaynıyor. Bazı başkanlar arasında ‘Ne yaparım da güvendiğim birini başkan seçtirip kendimi de yönetim kuruluna atarım’ endişesi yaşanıyor. Böyle olunca da herkes birbirinin kuyusunu kazıyor, karşılıklı ihbarlar yağdırılıyor. Hedefteki bir isim de her zamanki gibi İstanbul Esnaf Odaları Birliği Başkanı Suat Yalkın... Özellikle de İstanbul’un yarısı kadar üyesi olmayan Ankara Esnaf Odaları Birliği’nin kasasında 10 trilyona yakın birikmiş aidat geliri olmasına rağmen İstanbul’daki birliğin kasasında neden 500 milyar bile bulunmadığı ve bu paraların nerelere harcandığı merak konusu...
Silivri Çantakent’te birliğe alınan 45 daire ve bunların kim tarafından tefriş edildiği.. Yine, Tekel ürünlerinin dağıtımını yapan ve Suat Yalkın’ın Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüttüğü Günbak’tan ötürü Tekel yönetimine açılmış olan dava... Motorlu Taşıyıcılar Odası Başkanı Nezih Mert’in vergi mükellefi olup olmadığı ve plaka gelirlerinin faiz de mi tutulduğu yoksa esnaf yararına mı kullanıldığı...
Oda yöneticiliğini rant kapısı haline dönüştüren yöneticilerle, bunlardan kurtulmak isteyenlerin arasındaki mücadelenin bir çok olaya gebe olabileceği söyleniyor.
Bu arada İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki bazı kooperatiflerde başkanlık yapan Temel Çoruh, hakkında müteşebbis heyet toplantılarına katılmadan maaşını şoförüyle aldırması karşısında ‘Toplantılara katılmamam mümkün değil, o nedenle paramı hiçbir zaman şoförüme aldırmadım’ iddiasında bulundu.
Tekel davaları
HATIRLATALIM... Tekel’in dağıtıcısı Günbak şirketi yüzünden Tekel’in eski ve yeni genel müdürleri Mehmet Akbay ve Sezai Ensari, 16 Eylül’de İstanbul 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde TCK’nın 240. maddesine muhalefetten hakim önüne çıktılar. Fatih Cumhuriyet Savcısı Fevzi Gümüşhan’ın hazırladığı iddianameye göre, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ve Tekel müfettişleri ile kontrolörlerinin raporunda, Tekel’i zarara uğrattıkları iddiası yer alan Günbak (Avrupa yakası) ve Esdağ’ın (Anadolu yakası) Tekel’le olan sözleşmelerinin neden feshedilmediği ve kayrıldığı konuları yeralıyor. Bu arada Ensari, bu esnaf şirketleri için idari ve adli süreci neden başlatmadığı konusunda da sorgulanıyor.
Akbay ve Ensari ilk duruşmaya katıldılar. Bilindiği gibi Sezai Ensari’nin akrabası Abdülkadir Ensari, İstanbul Esnaf Odaları Başkanı Suat Yalkın’ın ‘olur’uyla Günbak Genel Koordinatörlüğüne getirilmişti. Tekel Genel Müdürü Sezai Ensari ve arkadaşlarının, Tekel’in 2. el makine alımında ihaleye fesat karıştırılmak iddiasıyla İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan bir başka davadan yargılanmaları ise 21 Eylül’de başladı. Cumhuriyet Savcısı Kemal Çalışkan’ın hazırladığı iddianamede hakkında 5-12 yıl arasında hapis cezası istenen Ensari’nin duruşmaya mazeret bildirerek katılmaması dikkat çekti.
‘Her şey dahil’ turizmi öldürüyor
ALANYA’da hediyelik eşya ve kilim satışı yaparak 4 nüfuslu ailemi geçindirmeye çalışıyorum. Son 3-4 yıldır Alanya sokakları ve çarşı esnafı turiste hasret kaldı. Restaurantlar, eğlence mekanları, kafeler, hediyelik satıcıları birer birer kapanıyor.
10 milyon turist geldi diye seviniyoruz. Ama bu turistler inanın tesisten dışarı çıkmıyorlar. Yerli ve yabancı turistler, uçakla havaalanına geliyorlar, direkt tatil köyü veya otele transfer oluyorlar. Her şey dahil sistemi sayesinde, 4 ila 7 gün boyunca tam manasıyla ‘obezite’yi yaşıyorlar. Nasıl olsa parasını verdik diye, sabah 08.00’den gece 04.00’e kadar tesiste tıka basa yiyip içiyorlar. Tesisten dışarı çıkmıyorlar. Tatil dönüşü ise beraberlerinde sadece, aldıkları 3-4 kilo fazlalıklarıyla yine geldikleri yerlere geri dönüyorlar.
Peki tesislerdeki durum ne, bakın anlatayım.
Otel veya tatil köyünün sahibi, yabancı sermayeli kuruluşlar. Ön büro müdürü, otel müdürü İngiliz, aşçıbaşıları, resepsiyonistler Alman, animatörler ise Rus. Kullanılan pek çok gıda maddesi, içecekler, katkı maddeleri, özel mutfak ve damak zevki bahanesiyle yurtdışından geliyor. Bizden ise neredeyse sadece salataya maydanoz alıyorlar. Bahçıvan, temizlikçi ve bulaşıkçıları ise Türklerden istihdam ediyorlar.
Oteller 10 Eylül’de kapanınca tüm bu emek yoğun çalışan Türkler işten bir dahaki hazirana kadar çıkarılıyor, tesis kapanıyor. Çalışanlar bir yılını doldurmadığı için tazminat alamıyor. Önümüzdeki sene tekrar mevsimlik işçi alıyorlar.
Halbuki İtalya ve Yunanistan’da ‘her şey dahil’ sistemi uygulanmıyor. Böylelikle turist tesis dışına çıkıyor. Ekonomi daha canlı oluyor. Bizde de 5 sene önce daha az turist geliyordu ama piyasalarımız daha canlıydı.
Otellerimizde ve tatil köylerinde her şey dahil sistemine bir son verilsin. Oteller, sadece konaklama ve dileyene tam pansiyon hizmeti versin. Bunun haricinde, bıraksınlar turistler tesisin bulunduğu bölgedeki esnafı dolaşsın, alışveriş yapsın, yemek yesin, eğlence mekanlarına gitsin. Piyasalar daha canlı olsun.
Abdullah YILMAZ-ALANYA
‘Başarısız başarı’
İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Prof. Nurettin Sözen’in döneminde İSKİ Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ergun Göknel, eski dostu Sözen’in köşemizde yer alan açıklamaları için şöyle diyor:
‘Sözen’in yıllar sonra kendi döneminde yapılanları belirten ve kendini savunan yazısını okumak beni gerçekten sevindirdi. Yeni çıkan kitabım ‘Başarısız Başarı’da da belirttiğim gibi 1989-94 dönemi İstanbul’a sosyal demokrasinin başarılı yönetimini gösterebileceği halde o zamanki yönetimimiz maalesef başarısız olarak bilinmektedir. Ve gene maalesef bu güne kadar da bu konuda herhangi bir şey yazılıp söylenmemiş ve meydan yalnızca yanlışları söyleyenlere bırakılmıştır.
2002 seçimlerinde ne Deniz Baykal, ne de Nurettin Sözen bu konuda ağızlarını açmamışlardır. Tayyip Erdoğan’ın ‘yumuşak karnı’ olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni yönetmesi bence de söz konusu olmamıştır.
Sözen yapılanları sayarken unuttukları da var: 1989 seçim bildirgesinde yazıldığı gibi, ayda 10 metreküpten az su sarf edenlere bedava su verilmesi (yürürlükten kaldırılmadan önce 450.000 abone bedava su kullanıyordu), bedava ekmek ve bedava süt projelerinin uygulanması, (Erdoğan’ın, biyolojik arıtma sistemlerini iptal edip, sistemi basit fiziksel arıtmaya dönüştürdüğünü unutmamak gerek. Belediyeler halkın gözünü boyayarak Kadıköy yakasına plaj yapmaya kalkıştılar.) Belediye televizyonunun (BRT) kurulması.
Daha derin bir incelemeyle şimdi unutulmuş pek çok proje sayılabilir. Mesela Florya’da kurulması planlanan ve projeleri hazırlanan Hayvanat Bahçesi gibi. Size gönderdiğim kitabımı gözden geçirebilirseniz, bu başarılı projeler gibi yapılmayanları da görebilirsiniz.’
Erdoğan Kasımpaşa’da
KASIMPAŞA’dan N.S. anlatıyor: Başbakanımız Tayyip Erdoğan, yarın (bugün) Kasımpaşa’ya gelerek ara bir sokaktan Bahariye Caddesi’ndeki bir binaya taşınan AKP Beyoğlu İlçe binasının açılışını yapacak. Pera Palas’ın karşısında bütün takımların imreneceği bir hale getirilen stadyum ve kapalı spor salonunun açılışını yapıp yapmayacağını ise bilmiyoruz. Çünkü, bugün otopark gelirleriyle zenginleşen Kasımpaşa Kulübü yönetimi, buraya adını vermek istiyor. Ancak Tayyip Bey’in kabul edip etmeyeceği henüz bilinmiyor. Çünkü, A. Müfit Gürtuna döneminde İDO bir yolcu gemisine ‘Recep Tayyip Erdoğan’ adını vermiş, Sayın Erdoğan bunun açılışına katılmamış, kızmıştı. Ama bu gemi aynı adla hizmet vermeye devam ediyor.
Bu vesile ile şunu öğrenmek de istiyoruz. Sayın Başbakanımız, kardeşi Mustafa Erdoğan’ın, Ofer denizcilik firmasında çalıştığını söylüyor. Ancak kendisini tanıyanlar, kardeş Erdoğan’ın Deniz Nakliyat’ın gemilerinde personel olarak çalıştığını bilirler. Daha sonra Fatih’te bir iş hanında saat mümessilliği yapıyordu. Son zamanlarda ne yaptığını bilmiyoruz, ancak altında Mercedes varmış.
AKP binasının açılışı öncesinde bunlar aklıma geldi.
Öncüpınar’a dikkat
GAZİANTEP’ten bir işadamı okurumuz anlatıyor:
Kilis Öncüpınar gümrük kapısı ne derece kontrol altında tutuluyor? Kilis Muhafaza Müdürü Metin Erdal’ın, iyi ay önce gelmesinin ardından şaibeli birtakım iddialar ortaya atılmaya başlandı. Bu iddialar, kontrollerde her gün değişik memur görevlendirilmişken, şimdi bunun ‘sabit memur’a dönüştürülmesinden sonra arttı. Bu da ‘kaçakçılık tezgahı’nın oluşmasına yol açıyor. Suriye üzerinden Türkiye’ye (Dubai çıkışlı) cep telefonu, çay ve şeker kaçakçılığı zaten alabildiğine sürüyor. Son iki aydır da, Suriye’den gelen otobüs ve TIR’larda bunların kaçak girişi iyice ‘serbestleşti’. Gaziantep Gümrükler Başmüdür Vekilliği’ne bakan Fikret Erol, bu oyunu fark etmiyor mu? Her gün sabit noktada görevlendirilen memurların müfettiş soruşturmasından geçmiş, akçeli işlere karışmış memurlar olduğu bilinmiyor mu?
Yazının Devamını Oku 24 Eylül 2005
Çoğu oda başkanının 10-20 yıllık başkanlık saltanatı artık sona eriyor. Bu nedenle esnaf kesiminde kazan kaynıyor. Bazı başkanlar arasında ‘Ne yaparım da güvendiğim birini başkan seçtirip kendimi de yönetim kuruluna atarım’ endişesi yaşanıyor. Böyle olunca da herkes birbirinin kuyusunu kazıyor, karşılıklı ihbarlar yağdırılıyor. Hedefteki bir isim de her zamanki gibi Başkanı Suat Yalkın... Özellikle de İstanbul’un yarısı kadar üyesi olmayan Ankara Esnaf Odaları Birliği’nin kasasında 10 trilyona yakın birikmiş aidat geliri olmasına rağmen İstanbul’daki birliğin kasasında neden 500 milyar bile bulunmadığı ve bu paraların nerelere harcandığı merak konusu... Silivri Çantakent’te birliğe alınan 45 daire ve bunların kim tarafından tefriş edildiği.. Yine, Tekel ürünlerinin dağıtımını yapan ve Suat Yalkın’ın Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüttüğü Günbak’tan ötürü Tekel yönetimine açılmış olan dava... Motorlu Taşıyıcılar Odası Başkanı Nezih Mert’in vergi mükellefi olup olmadığı ve plaka gelirlerinin faiz de mi tutulduğu yoksa esnaf yararına mı kullanıldığı...Oda yöneticiliğini rant kapısı haline dönüştüren yöneticilerle, bunlardan kurtulmak isteyenlerin arasındaki mücadelenin bir çok olaya gebe olabileceği söyleniyor.Bu arada İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki bazı kooperatiflerde başkanlık yapan Temel Çoruh, hakkında müteşebbis heyet toplantılarına katılmadan maaşını şoförüyle aldırması karşısında ‘Toplantılara katılmamam mümkün değil, o nedenle paramı hiçbir zaman şoförüme aldırmadım’ iddiasında bulundu.Tekel davalarıHATIRLATALIM... Tekel’in dağıtıcısı Günbak şirketi yüzünden Tekel’in eski ve yeni genel müdürleri Mehmet Akbay ve Sezai Ensari, 16 Eylül’de İstanbul 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde TCK’nın 240. maddesine muhalefetten hakim önüne çıktılar. Fatih Cumhuriyet Savcısı Fevzi Gümüşhan’ın hazırladığı iddianameye göre, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ve Tekel müfettişleri ile kontrolörlerinin raporunda, Tekel’i zarara uğrattıkları iddiası yer alan Günbak (Avrupa yakası) ve Esdağ’ın (Anadolu yakası) Tekel’le olan sözleşmelerinin neden feshedilmediği ve kayrıldığı konuları yeralıyor. Bu arada Ensari, bu esnaf şirketleri için idari ve adli süreci neden başlatmadığı konusunda da sorgulanıyor. Akbay ve Ensari ilk duruşmaya katıldılar. Bilindiği gibi Sezai Ensari’nin akrabası Abdülkadir Ensari, İstanbul Esnaf Odaları Başkanı Suat Yalkın’ın ‘olur’uyla Günbak Genel Koordinatörlüğüne getirilmişti. Tekel Genel Müdürü Sezai Ensari ve arkadaşlarının, Tekel’in 2. el makine alımında ihaleye fesat karıştırılmak iddiasıyla İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan bir başka davadan yargılanmaları ise 21 Eylül’de başladı. Cumhuriyet Savcısı Kemal Çalışkan’ın hazırladığı iddianamede hakkında 5-12 yıl arasında hapis cezası istenen Ensari’nin duruşmaya mazeret bildirerek katılmaması dikkat çekti.‘Her şey dahil’ turizmi öldürüyorALANYA’da hediyelik eşya ve kilim satışı yaparak 4 nüfuslu ailemi geçindirmeye çalışıyorum. Son 3-4 yıldır Alanya sokakları ve çarşı esnafı turiste hasret kaldı. Restaurantlar, eğlence mekanları, kafeler, hediyelik satıcıları birer birer kapanıyor. 10 milyon turist geldi diye seviniyoruz. Ama bu turistler inanın tesisten dışarı çıkmıyorlar. Yerli ve yabancı turistler, uçakla havaalanına geliyorlar, direkt tatil köyü veya otele transfer oluyorlar. Her şey dahil sistemi sayesinde, 4 ila 7 gün boyunca tam manasıyla ‘obezite’yi yaşıyorlar. Nasıl olsa parasını verdik diye, sabah 08.00’den gece 04.00’e kadar tesiste tıka basa yiyip içiyorlar. Tesisten dışarı çıkmıyorlar. Tatil dönüşü ise beraberlerinde sadece, aldıkları 3-4 kilo fazlalıklarıyla yine geldikleri yerlere geri dönüyorlar.Peki tesislerdeki durum ne, bakın anlatayım.Otel veya tatil köyünün sahibi, yabancı sermayeli kuruluşlar. Ön büro müdürü, otel müdürü İngiliz, aşçıbaşıları, resepsiyonistler Alman, animatörler ise Rus. Kullanılan pek çok gıda maddesi, içecekler, katkı maddeleri, özel mutfak ve damak zevki bahanesiyle yurtdışından geliyor. Bizden ise neredeyse sadece salataya maydanoz alıyorlar. Bahçıvan, temizlikçi ve bulaşıkçıları ise Türklerden istihdam ediyorlar.Oteller 10 Eylül’de kapanınca tüm bu emek yoğun çalışan Türkler işten bir dahaki hazirana kadar çıkarılıyor, tesis kapanıyor. Çalışanlar bir yılını doldurmadığı için tazminat alamıyor. Önümüzdeki sene tekrar mevsimlik işçi alıyorlar.Halbuki İtalya ve Yunanistan’da ‘her şey dahil’ sistemi uygulanmıyor. Böylelikle turist tesis dışına çıkıyor. Ekonomi daha canlı oluyor. Bizde de 5 sene önce daha az turist geliyordu ama piyasalarımız daha canlıydı.Otellerimizde ve tatil köylerinde her şey dahil sistemine bir son verilsin. Oteller, sadece konaklama ve dileyene tam pansiyon hizmeti versin. Bunun haricinde, bıraksınlar turistler tesisin bulunduğu bölgedeki esnafı dolaşsın, alışveriş yapsın, yemek yesin, eğlence mekanlarına gitsin. Piyasalar daha canlı olsun.Abdullah YILMAZ-ALANYA‘Başarısız başarı’İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Prof. Nurettin Sözen’in döneminde İSKİ Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ergun Göknel, eski dostu Sözen’in köşemizde yer alan açıklamaları için şöyle diyor:‘Sözen’in yıllar sonra kendi döneminde yapılanları belirten ve kendini savunan yazısını okumak beni gerçekten sevindirdi. Yeni çıkan kitabım ‘Başarısız Başarı’da da belirttiğim gibi 1989-94 dönemi İstanbul’a sosyal demokrasinin başarılı yönetimini gösterebileceği halde o zamanki yönetimimiz maalesef başarısız olarak bilinmektedir. Ve gene maalesef bu güne kadar da bu konuda herhangi bir şey yazılıp söylenmemiş ve meydan yalnızca yanlışları söyleyenlere bırakılmıştır. 2002 seçimlerinde ne Deniz Baykal, ne de Nurettin Sözen bu konuda ağızlarını açmamışlardır. Tayyip Erdoğan’ın ‘yumuşak karnı’ olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni yönetmesi bence de söz konusu olmamıştır.Sözen yapılanları sayarken unuttukları da var: 1989 seçim bildirgesinde yazıldığı gibi, ayda 10 metreküpten az su sarf edenlere bedava su verilmesi (yürürlükten kaldırılmadan önce 450.000 abone bedava su kullanıyordu), bedava ekmek ve bedava süt projelerinin uygulanması, (Erdoğan’ın, biyolojik arıtma sistemlerini iptal edip, sistemi basit fiziksel arıtmaya dönüştürdüğünü unutmamak gerek. Belediyeler halkın gözünü boyayarak Kadıköy yakasına plaj yapmaya kalkıştılar.) Belediye televizyonunun (BRT) kurulması.Daha derin bir incelemeyle şimdi unutulmuş pek çok proje sayılabilir. Mesela Florya’da kurulması planlanan ve projeleri hazırlanan Hayvanat Bahçesi gibi. Size gönderdiğim kitabımı gözden geçirebilirseniz, bu başarılı projeler gibi yapılmayanları da görebilirsiniz.’Erdoğan Kasımpaşa’daKASIMPAŞA’dan N.S. anlatıyor: Başbakanımız Tayyip Erdoğan, yarın (bugün) Kasımpaşa’ya gelerek ara bir sokaktan Bahariye Caddesi’ndeki bir binaya taşınan AKP Beyoğlu İlçe binasının açılışını yapacak. Pera Palas’ın karşısında bütün takımların imreneceği bir hale getirilen stadyum ve kapalı spor salonunun açılışını yapıp yapmayacağını ise bilmiyoruz. Çünkü, bugün otopark gelirleriyle zenginleşen Kasımpaşa Kulübü yönetimi, buraya adını vermek istiyor. Ancak Tayyip Bey’in kabul edip etmeyeceği henüz bilinmiyor. Çünkü, A. Müfit Gürtuna döneminde İDO bir yolcu gemisine ‘Recep Tayyip Erdoğan’ adını vermiş, Sayın Erdoğan bunun açılışına katılmamış, kızmıştı. Ama bu gemi aynı adla hizmet vermeye d
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2005
<B>GALATAPORT </B>projesi üzerindeki tartışmalar ilginç görüşlerle sürüyor. Ortaköy ve Nişantaşı projelerinin mimarı Erhan İşözen, meslektaşı Ersen Gürsel’in ‘Denize Duvar’ (21.9.2005) başlıklı yazısındaki görüşlerinin kısmen doğru olduğunu ancak Karaköy’ün yeni bir yaşamla buluşması gerektiğini söylüyor. ‘Çünkü’ diyerek devam ediyor:
‘Projeyi peşinen reddedilmesi gereken bir proje olarak görmüyorum. Kent ve insanı bir araya getirmek gerekiyor. Buraya getirilecek fonksiyonlarla birlikte Karaköy’de yeni bir yaşam alanı yaratılması doğrudur.’
İstanbul’daki projeler üzerinde sohbet ederken, Galataport projesinde çok büyük bir yoğunluk olduğuna dikkat çeken İşözen, bu alanda ‘cruise’ gemilerinin Galata ve Karaköy’ü boğacağını, o alana daha küçük gemilerin yanaşmasının doğru olacağını, ‘apartman gemilerin’ yanaşma yerinin ise Mimar Ersen’in önerdiği gibi Yenikapı olabileceğini söylüyor.
NUSRETİYE SAAT KULESİ VE ÇEŞMESİ
İşözen, Karaköy için şöyle konuşuyor:
‘Tarihi yarımadanın da, Karaköy ve Galata’nın da geceleri mutlak yaşaması gerekmektedir. Ne yazık ki Karaköy ve Galata’nın ışığı, rengi ve yaşamı yok; her yer kapkaranlık... Bu nedenle bölgeye yeni bir yaşam getirmek zorunludur. Az ilerde ‘İstanbul Modern’ var; bölgeye şimdiden büyük bir etkinlik kazandırdı. Galataport ve Beyoğlu arasında iki yönlü insan akımının düşünülmesi doğrudur. Tophane-i Amire’nin yanındaki İtalyan yokuşu ve Çukurcuma yolu Beyoğlu ile bu bağlantıyı sağlayacaktır. İstanbul ancak kent bütünlüğüne hizmet eden bu tür projelerle ayağa kalkabilir.’
İşözen 1950’lerde Menderes döneminde yol çalışmaları sırasında Nusretiye Camii’nin bünyesindeki Saat Kulesi’nin kaldırılarak antrepoların içine konulduğunu, aynı şekilde Nusretiye Çeşmesi’nin de Maçka’ya götürülmüş olduklarını hatırlatarak Galataport projesiyle bunların yerlerine konulmasını öneriyor.
İŞÇİ HEYKELİ
- Peki Tophane’deki işçi heykeli...
- Cumhuriyet’in 50. yılı nedeniyle İstanbul’un birçok yerine heykeller konulmuştu. Tophane’deki işçi heykelini de rahmetli heykeltıraş Muzaffer Doğan Ertoran yapmıştı. Almanya’ya işçi göçü nedeniyle gerekli işlemler Tophane’deki İş ve İşçi Bulma Kurumu’nda yapılıyordu. Bu heykel de emeği simgeliyordu. Ne yazık ki, siyasi amaçla kolu başı kırıldı. Diğerleri de zaman içinde ortadan kayboldu.
İşözen; eski İstanbul Valisi Nevzat Ayaz’ın Beyoğlu Güzelleştirme ve Koruma Derneği Başkanı olduğu dönemde heykel, heykeltıraş Tankut Öktem’e yeniden döktürülmüş. Ama yerine koymak için kimse ilgilenmemiş o zamandan beri... Heykel, Öktem’in Gemlik’teki atölyesinde duruyormuş halen. İşözen, ‘Avrupa’daki 3 milyona yakın işçimizin anısına yaptırılan yeni heykel mutlaka aynı yere konulmalıdır. Bunun için bir kampanya başlatılabilir. Bunu yapmak da Büyükşehir Belediyesi’ne düşer’ diyor.
- Sizin cami projeleri yaptığınızı da biliyoruz. Karadeniz’de, Çayeli’ndeki Çavuşoğlu Camii, Ağa Han Ödülü’ne aday gösterilmişti. Şimdi bazı bölgelerde çirkin cami yapıları dikkat çekiyor.
- İlk önce şunu söyleyeyim; iki şerefeli, iki minareli camileri herkes yaptıramaz. Osmanlı döneminde bunları ancak padişah ve padişah soyundan gelenler yaptırabilirdi. İstanbul’da yaptırılan padişah camileri yani ‘selatin’ camileri 11 adettir. Örneğin, Süleymaniye Camii’nin dört minareli, 10 şerefeli olması, Kanuni Sultan Süleyman’ın 10. padişah olduğunun simgesidir. Evet dediğiniz doğrudur, bazı camiler çok çirkindir; her önüne gelen de iki şerefeli cami yaptırmamalıdır. Bazı camilerin külahlarının kurşun yerine plastik camla yeşil ve mavi renklerle kaplatılması ayrı bir çirkinliktir. Diyanet plansız ve çirkin projelere izin vermemelidir.
‘İSTANBUL ALİMİ’
Bundan bir süre önce Yunanistan’da vefat eden ‘İstanbul Alimi’ Stefanos Yerasimos’un ardından onu anlatan ciddi bir yazı görmediğine üzülen Erhan İşözen, ‘Yerasimos gibi değerlerin farkına varılmazsa İstanbul gerçek değerini bulamayacaktır. Adının bir caddeye verilmesini veya bir anıtının yapılmasını bakalım düşünebilecek miyiz?’ diyor.
İstanbul’u ayağa kaldırmak, kent bütünlüğüyle bir vizyon sahibi yapmak istiyorsak bu çalışmaları çeşitli kolekyumlarla gündeme taşımak gerekmiyor mu?
‘Yazmadan kátip, okumadan alim olunmaz.’
İDO ve Göcek
ESKİ bakanlardan Bülent Akarcalı iki not göndermiş; can alıcı noktaları vurguluyor:
‘Deniz otobüsleri yazını okudum. Az bile yazmışsın. Türkiye’de bugün her türlü gemi inşa edilebilirken bu ‘otobüs’ adı verilen gemileri ta Avustralyalara sipariş etmek neden?
İşin püf noktası, bu gemilerin ithalatındaki mümessillerin kimler olduğu ve bunların ne kadar komisyon alacağında...
Türkiye’de inşa ettirildiğinde ne mümessil komisyonu, ne de komisyona gizlenmiş diğer ödemeler oluyor!
Her yazın gibi Göcek’le ilgili yazın da bamtelimize basıyor.
Ben bu arada Boğaz’ın elden gitmesi endişesi içindeyim. Şu anda 100’e yakın büyük tekne Boğaz’da yemekli-yemeksiz turlar düzenliyorlar. Hafta sonu bu teknelerle toplam belki on bin kişi Boğaz havası alıyor. Teknelerin bir kısmı her on dakikada bir Ortaköy’den kalkıyor. Araştırdım, hiç birinde pis su tankı yok. Her gün on binlerce kişinin tuvalet atığı direkt denize veriliyor. Ayrıca bu teknelerin hiçbirinde de makbuz verildiğini görmedim. Yani vergi dahi vermeden bol bol kirlet!’
MESAJ PANOSU
AYAZAĞA-Beşiktaş minibüs hattı Ayazağa-Levent olarak değiştirildi. Levent’ten Beşiktaş’a gitmek için bir vasıta daha kullanmak gerekiyor. Uygulama, gelir seviyesi düşük vatandaşlara ikinci bir mali külfet getirmektedir. İlgililerin bu düzenlemeleri yaparken maddi hususları da göz önüne almaları gerekmez mi? Okan DÜZAĞAÇ
BALKAN, Galiçya, Arabistan, Kafkas ve Doğu cephelerinde askerlik yapmış, yaralanıp esir düşmüş 90 gazinin fotoğraflarıyla, savaş öykülerinin yer aldığı sergi 5 Ekim’e kadar Türkiye Muharip Gaziler Derneği lokalinde (Sirkeci Polis Karakolu yanı) görülebilir. (0212-511 26 21)
BAKIRKÖY Belediyesi tarafından yaptırılan Geriatri (Yaşlı Sağlığı) Merkezi 12.00’de hizmete açılıyor.
TOKAT’ta üç yıldızlı Yimpaş Oteli’nin yaptığına bir bakın... Geçenlerde iki turisti dışarı atmışlar. İlle de evlilik cüzdanı istemişler. Türk vatandaşlarından istesinler ama turistlerden böyle bir şey talep edilirse gülerler adama. Nitekim öyle olmuş. Bir Türk buna müdahale edince görevli ‘Müdürüm öyle emir verdi’ demiş... YİMPAŞ ahlak bekçiliğine soyunacağına önce topladığı ‘yeşil’ paraların mağdurlarına ahlaklı ve dürüst davransın.
M.E.-KARS
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2005
GALATAPORT projesi üzerindeki tartışmalar ilginç görüşlerle sürüyor.Ortaköy ve Nişantaşı projelerinin mimarı Erhan İşözen, meslektaşı Ersen Gürsel’in ‘Denize Duvar’ (21.9.2005) başlıklı yazısındaki görüşlerinin kısmen doğru olduğunu ancak Karaköy’ün yeni bir yaşamla buluşması gerektiğini söylüyor. ‘Çünkü’ diyerek devam ediyor:‘Projeyi peşinen reddedilmesi gereken bir proje olarak görmüyorum. Kent ve insanı bir araya getirmek gerekiyor. Buraya getirilecek fonksiyonlarla birlikte Karaköy’de yeni bir yaşam alanı yaratılması doğrudur.’İstanbul’daki projeler üzerinde sohbet ederken, Galataport projesinde çok büyük bir yoğunluk olduğuna dikkat çeken İşözen, bu alanda ‘cruise’ gemilerinin Galata ve Karaköy’ü boğacağını, o alana daha küçük gemilerin yanaşmasının doğru olacağını, ‘apartman gemilerin’ yanaşma yerinin ise Mimar Ersen’in önerdiği gibi Yenikapı olabileceğini söylüyor.NUSRETİYE SAAT KULESİ VE ÇEŞMESİİşözen, Karaköy için şöyle konuşuyor:‘Tarihi yarımadanın da, Karaköy ve Galata’nın da geceleri mutlak yaşaması gerekmektedir. Ne yazık ki Karaköy ve Galata’nın ışığı, rengi ve yaşamı yok; her yer kapkaranlık... Bu nedenle bölgeye yeni bir yaşam getirmek zorunludur. Az ilerde ‘İstanbul Modern’ var; bölgeye şimdiden büyük bir etkinlik kazandırdı. Galataport ve Beyoğlu arasında iki yönlü insan akımının düşünülmesi doğrudur. Tophane-i Amire’nin yanındaki İtalyan yokuşu ve Çukurcuma yolu Beyoğlu ile bu bağlantıyı sağlayacaktır. İstanbul ancak kent bütünlüğüne hizmet eden bu tür projelerle ayağa kalkabilir.’İşözen 1950’lerde Menderes döneminde yol çalışmaları sırasında Nusretiye Camii’nin bünyesindeki Saat Kulesi’nin kaldırılarak antrepoların içine konulduğunu, aynı şekilde Nusretiye Çeşmesi’nin de Maçka’ya götürülmüş olduklarını hatırlatarak Galataport projesiyle bunların yerlerine konulmasını öneriyor.İŞÇİ HEYKELİ - Peki Tophane’deki işçi heykeli...- Cumhuriyet’in 50. yılı nedeniyle İstanbul’un birçok yerine heykeller konulmuştu. Tophane’deki işçi heykelini de rahmetli heykeltıraş Muzaffer Doğan Ertoran yapmıştı. Almanya’ya işçi göçü nedeniyle gerekli işlemler Tophane’deki İş ve İşçi Bulma Kurumu’nda yapılıyordu. Bu heykel de emeği simgeliyordu. Ne yazık ki, siyasi amaçla kolu başı kırıldı. Diğerleri de zaman içinde ortadan kayboldu.İşözen; eski İstanbul Valisi Nevzat Ayaz’ın Beyoğlu Güzelleştirme ve Koruma Derneği Başkanı olduğu dönemde heykel, heykeltıraş Tankut Öktem’e yeniden döktürülmüş. Ama yerine koymak için kimse ilgilenmemiş o zamandan beri... Heykel, Öktem’in Gemlik’teki atölyesinde duruyormuş halen. İşözen, ‘Avrupa’daki 3 milyona yakın işçimizin anısına yaptırılan yeni heykel mutlaka aynı yere konulmalıdır. Bunun için bir kampanya başlatılabilir. Bunu yapmak da Büyükşehir Belediyesi’ne düşer’ diyor.- Sizin cami projeleri yaptığınızı da biliyoruz. Karadeniz’de, Çayeli’ndeki Çavuşoğlu Camii, Ağa Han Ödülü’ne aday gösterilmişti. Şimdi bazı bölgelerde çirkin cami yapıları dikkat çekiyor. - İlk önce şunu söyleyeyim; iki şerefeli, iki minareli camileri herkes yaptıramaz. Osmanlı döneminde bunları ancak padişah ve padişah soyundan gelenler yaptırabilirdi. İstanbul’da yaptırılan padişah camileri yani ‘selatin’ camileri 11 adettir. Örneğin, Süleymaniye Camii’nin dört minareli, 10 şerefeli olması, Kanuni Sultan Süleyman’ın 10. padişah olduğunun simgesidir. Evet dediğiniz doğrudur, bazı camiler çok çirkindir; her önüne gelen de iki şerefeli cami yaptırmamalıdır. Bazı camilerin külahlarının kurşun yerine plastik camla yeşil ve mavi renklerle kaplatılması ayrı bir çirkinliktir. Diyanet plansız ve çirkin projelere izin vermemelidir.‘İSTANBUL ALİMİ’Bundan bir süre önce Yunanistan’da vefat eden ‘İstanbul Alimi’ Stefanos Yerasimos’un ardından onu anlatan ciddi bir yazı görmediğine üzülen Erhan İşözen, ‘Yerasimos gibi değerlerin farkına varılmazsa İstanbul gerçek değerini bulamayacaktır. Adının bir caddeye verilmesini veya bir anıtının yapılmasını bakalım düşünebilecek miyiz?’ diyor.İstanbul’u ayağa kaldırmak, kent bütünlüğüyle bir vizyon sahibi yapmak istiyorsak bu çalışmaları çeşitli kolekyumlarla gündeme taşımak gerekmiyor mu?‘Yazmadan kátip, okumadan alim olunmaz.’İDO ve GöcekESKİ bakanlardan Bülent Akarcalı iki not göndermiş; can alıcı noktaları vurguluyor:‘Deniz otobüsleri yazını okudum. Az bile yazmışsın. Türkiye’de bugün her türlü gemi inşa edilebilirken bu ‘otobüs’ adı verilen gemileri ta Avustralyalara sipariş etmek neden?İşin püf noktası, bu gemilerin ithalatındaki mümessillerin kimler olduğu ve bunların ne kadar komisyon alacağında...Türkiye’de inşa ettirildiğinde ne mümessil komisyonu, ne de komisyona gizlenmiş diğer ödemeler oluyor!Her yazın gibi Göcek’le ilgili yazın da bamtelimize basıyor.Ben bu arada Boğaz’ın elden gitmesi endişesi içindeyim. Şu anda 100’e yakın büyük tekne Boğaz’da yemekli-yemeksiz turlar düzenliyorlar. Hafta sonu bu teknelerle toplam belki on bin kişi Boğaz havası alıyor. Teknelerin bir kısmı her on dakikada bir Ortaköy’den kalkıyor. Araştırdım, hiç birinde pis su tankı yok. Her gün on binlerce kişinin tuvalet atığı direkt denize veriliyor. Ayrıca bu teknelerin hiçbirinde de makbuz verildiğini görmedim. Yani vergi dahi vermeden bol bol kirlet!’MESAJ PANOSUAYAZAĞA-Beşiktaş minibüs hattı Ayazağa-Levent olarak değiştirildi. Levent’ten Beşiktaş’a gitmek için bir vasıta daha kullanmak gerekiyor. Uygulama, gelir seviyesi düşük vatandaşlara ikinci bir mali külfet getirmektedir. İlgililerin bu düzenlemeleri yaparken maddi hususları da göz önüne almaları gerekmez mi? Okan DÜZAĞAÇBALKAN, Galiçya, Arabistan, Kafkas ve Doğu cephelerinde askerlik yapmış, yaralanıp esir düşmüş 90 gazinin fotoğraflarıyla, savaş öykülerinin yer aldığı sergi 5 Ekim’e kadar Türkiye Muharip Gaziler Derneği lokalinde (Sirkeci Polis Karakolu yanı) görülebilir. (0212-511 26 21)BAKIRKÖY Belediyesi tarafından yaptırılan Geriatri (Yaşlı Sağlığı) Merkezi 12.00’de hizmete açılıyor.TOKAT’ta üç yıldızlı Yimpaş Oteli’nin yaptığına bir bakın... Geçenlerde iki turisti dışarı atmışlar. İlle de evlilik cüzdanı istemişler. Türk vatandaşlarından istesinler ama turistlerden böyle bir şey talep edilirse gülerler adama. Nitekim öyle olmuş. Bir Türk buna müdahale edince görevli ‘Müdürüm öyle emir verdi’ demiş... YİMPAŞ ahlak bekçiliğine soyunacağına önce topladığı ‘yeşil’ paraların mağdurlarına ahlaklı ve dürüst davransın.M.E.-KARS
button
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2005
<B>İstanbul </B>Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı (1989-94) ve <B>CHP </B>Sivas Milletvekili Prof. <B>Nurettin Sözen </B>(kendinden sonraki belediye başkanı 1994-1999; 1999-2000), Başbakan <B>Tayip Erdoğan’</B>ı sert bir dille eleştiriyor, ‘Benim gerçekleşmiş veya başlamış uluslararası çapta en az 10 büyük projemi sayabilirim; ama kendisi belediye başkanlığı döneminde böyle bir proje açıklayamaz’ dedi. Başbakan’ın, Rize’de Hemşin’den geçerken yolda çöp yığınları gördüğünü söyleyerek ‘Çöp sorununu çözmek merkezi yönetimin değil, belediyelerin işidir. 1994 öncesini şöyle bir hatırlarsak İstanbul’da da yollar çöp yığınlarıyla doluydu. Niye, CHP zihniyeti işbaşındaydı. Bu zihniyet ancak çöp üretir’ demesi üzerine Prof. Sözen, ‘Söylenenler hiç de Başbakan’ın söylediği gibi değil’ diyerek bize gerçekleri açıklamak istediğini belirtiyor:
Prof. Sözen diyor ki:
‘Sayın Başbakan gerçekleri söylemiyor. Evet bir kez çöp yığınları oldu, bu da grev dolayısıyladır. Toplu sözleşme görüşmelerinde sendika demokratik bir şekilde hakkını kullanmış, eylem yapmıştır.
Demokratik bir ülkede bunlar olağandır.
İstanbul’un çöp sorunu Bizans’tan beri çözümlenememiştir. Çöpler mavnalarla ya denize atılır ya da bir yere yığılıp yakılırdı. Çöp ciddi bir sorundu İstanbul için. Göreve geldiğimizde büyük bir çöp projesini hayata geçirdik. Amerikalı bir şirket hiç para almadan bu projeyi verdi, Kopenhag Belediyesi’nin bir şirketi ile bir Türk şirketi, belediyenin bulduğu dış bir kaynakla bu projeyi gerçekleştirdi. Kapasite olarak dünyanın en büyük çöp projesidir bu. Çöpler kurduğumuz ara istasyonlara taşınıyor, oradan sıkıştırılmış olarak Kemerburgaz’a götürülüyor, ayrışımı yapılarak bunlardan geri kazanım sağlanıyor, çöp suları da biyolojik arıtmadan geçiriliyor. Ayrıca elektrik de üretiliyor. Bunların taşınması için yine dış kredi ile özel bir taşıma filosu oluşturuldu. Bugün bunlar hálá çalışıyor. Ayrıca, hastane çöpleri için bir yönetmelik çıkartıldı ve bunlar özel bir tesiste zararsız hale getirilmeye başlandı.
Bu arada projenin bazı bölümlerinin bitirilmesinin kendi dönemine yansıması da doğaldır.
15 yıl önce bunları yapan bir belediye başkanına dönük bu sözleri sarf etmek iftira olduğu kadar da haksızlıktır. Mavnalarla çöpü denize atan bir anlayıştan nereye gelindiğini unutmamak lazımdır.
BİR TEK PROJESİ BİLE YOK
Bu vesileyle vurgulamak istiyorum.
Sayın Başbakan, büyük bir belediyeci gibi konuşuyor... Şimdi kendisine soruyorum: Döneminde başlanmış ve bitirilmiş, kendi felsefesini ortaya koyan kaç projesi vardır? Yoktur. Ben ve ekibim için en az 10 proje sayabilirim; doğalgaz, metro, kentiçi tramvayı (25 km), onlar 10 km yapamadılar. Mevcut Darülaceze’den daha büyük 2. bir Darülaceze, 2500 otobüs, çöp projesi, Lütfi Kırdar Kongre Sarayı, Istranca derelerinin Terkos’a akıtılması, Sazlıdere Barajı, Kazlıçeşme’ndeki dericilerin kaldırılması, atıksulardan arındırılması ve sahillerin düzenlemeleri... Bunların tümü uluslararası büyüklükteki ciddi projelerdir. Benzer bir tek projeyi yaptım diyemez. Sakın, 20 yıllık tüpgeçit projesinin Başbakanlığı döneminde temelini atmasını, Harem-Pendik tramvay hattını söylemesin. Üstgeçitleri söylemeye kalkarsa, bizim yaptığımız yol ve geçitleri de söylerim o zaman. Hangi uluslararası projeyi kazandırdı Sayın Erdoğan lütfen söylesin. Meclis’te de bu konuyu bir iki kez gündeme getirdim, cevap verilmedi.
GALATAPORT YASALARA AYKIRI
Galataport denilen projeyle ilgili olarak önemli bir şey söyleyeceğim.
Dalan döneminde Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile İmar Kanunu’nun bir maddesi değiştirilerek, plan yapmak ve turizm alanı ilan etmek yetkisi hükümete verilmişti. Bu nedenle 9-10 bölge turizm alanı ilan edilmişti. Biz gelince bu uygulamanın kent plan anlayışına uygun olmadığı gerekçesiyle Danıştay’a gittik ve iptal ettirdik. Danıştay, ilgili maddenin, yani hükümete yetki veren maddenin iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Anayasa Mahkemesi de İmar Kanunu’ndaki bu yetkiyi iptal etti.
İptal gerekçesinde, kentle ilgili planlar kent meclisinin vereceği kararlarla yapılır, yani hükümet bu konuda yetkili değildir, dedi.
NEREDE YEREL YÖNETİMLER
Bu hükümet döneminde de Anayasa’ya aykırı görüşlere ve ilkelere karşın, kentin yetkilerine müdahale eden yasalar çıkartıldı. Mesela, Büyükşehir’i devre dışı bırakan Haydarpaşa ve Süleymaniye, Zeyrek ve Zeytinburnu gibi koruma adı altında rehabilite bölgeleri için... Büyükşehir Belediye Meclisi yok bunların içinde, plan yapma yetkisine Ankara sahip, karar mercii o. TOKİ’ye de, belediye meclisinin kararları dışında böyle yetkiler verildi. Galataport projesi de buna dahil. Fakat kanundan yasadışılıkla kaçarken belediyenin önüne gelinecek yine; çünkü beş ve binlik planları çıkarmak belediyelerin işi.
Peki belediyelerin planlarına uymak zorunda değiller mi? O zaman ne olacak? AKP iktidarı, ‘Yerel yönetimleri güçlendireceğiz’ diyordu. Doğru güçlendiriyor; ama asıl yetkisini de elinden alıyor.’
Bağdat Caddesi’ne 5. cami
‘İSTANBUL’u hiç bu kadar yeşil gördünüz mü’ diye pankart asanlar Göztepe’de cami yapmak için 2.500 m2 yeşil alanı katlediyor, Yenisahra Mahallesi’ndeki cami yapılabilecek alana akaryakıt istasyonu yapıyorlar.
Bizler buraya cami yapılmasına karşı çıkarken buraya cami değil okul yapın popülizmi de yapmıyoruz. Kadıköy’ün çağdaş insanları kentlerine ve yeşil alanlarına sahip çıkmaya devam edecektir. Büyükşehir Belediyesi bu kararından vazgeçmek zorundadır.
Türer ERCAN
CHP Kadıköy İlçe Başkanı
Biliyor musunuz
OKAN Üniversitesi ile Beijing Language and Culture University arasında sağlanan protokolun YÖK’ün onayından geçerek kesinlik kazanmasıyla, Okan Üniversitesi’nde Çince Mütercim Tercümanlık Programı’nın açılacağını...
Camiye destek sanata köstek
ANKARALILAR Caddesi üzerindeki 200 metre aralıklı iki inşaattan biri cami, diğeri tiyatro binasıdır. Tiyatro inşaatı öylece dururken, cami bütün hızıyla ve Büyükşehir Belediyesi’nin makine ve kamyon desteğiyle bitirilmek üzere.
Daha önce ‘Çayyolu’nda Cami İnşaatı’ (14.7.2004) başlıklı yazınızda da konu etmiştiniz. Maalesef durum aynen devam ediyor.
Kamu hizmetindeki mevcut zihniyetin tipik tezahürü açısından ilginç bir örnek değil mi?
Metin ALTAY ANKARA
MESAJ PANOSU
BAREM Dergisi ikinci yayın yılı nedeniyle Konya 100. Yıl Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda 24 Eylül Cumartesi günü saat 16.00’da yapılacak ‘Yeni Dünya Düzeninde Türklüğün Geleceği’ konferansının konuşmacıları Ahmed Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Namık Kemal Zeybek ve Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün.
İDO, ‘Sea Life’ adında aylık bir dergi çıkarıyor. İçindeki tüm yazı ve röportajlar Türkçe iken, derginin ismi İngilizce. THY’nin dergisinin ismi de İngilizce ancak yazılar hem Türkçe hem İngilizce yayınlanıyor. Tek dilde yayın yapan İDO’nun bu özentisi nereden kaynaklanıyor?
Sevimgül CANTAŞKIN
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2005
<B>SULTANAHMET</B> ve <B>İzmir</B> Konak meydanlarını yaratan mimar <B>Ersen Gürsel</B>, <B>Galataport </B>projesinin tartışılmamasına tepkili... <B>‘Beyoğlu’nun denizine yeni duvarlar örülecek’ </B>diyor. Daha bu proje ortaya atıldığında karşı çıkmıştı Gürsel... ‘Eminönü ve Boğaz trafiği bunu taşımaz’ diyerek, böyle bir projenin ideal yerinin Yenikapı olduğunu ve nazım planlarda da bunun gösterilmiş olduğunu hatırlatıyor.
İstanbul’da geçen yaz yapılan Dünya Mimarlık Kongresi’ne mimar Ersen Gürsel, bir mimar grubuyla bir çalışma hazırlıyor. Karaköy’de, Tophane’de, Salıpazarı’nda ve Fındıklı’da denizi görebilecek bir yer arıyorlar ancak pek bulamıyorlar.
İhale edilen Galataport projesi ile kıyıya gemilerden duvarlar örüleceğini tespit ediyorlar.
Arada hep yüksek duvarlarla karşılaşıyorlar. Duvarların arkasında da depolar, otoparklar ve işyerleri...
Karşı kıyıyla görsel anlamda bağlantı kurmak için duvarları delmek gerekiyor.
Mimar Gürsel, ‘Beyoğlu’ (Celal Başlangıç) ve ‘Yenimimar’ (Ece Aksakoğlu) dergilerinde bu olumsuzluğa dikkat çeken görüşler açıklıyor: Gürsel şöyle diyor:
KORUMA KURULU
‘Kentlerin geleceğe yönlendirilmesinde kentli olma bilinci ve işlevi konularında, sorumluluk ve duyarlılığı ön plana çıkaran, İstanbul kentinin geleceği üzerine hayati önem taşıyan konular tartışılmıyor. Biz projemizle kent halkına ve kentsel yönetimlere açık bir çağrıda bulunduk. İstanbul kent halkının her gün üzerinden geçtiği önemli bir merkez alanı üzerinde ve de içinde nelerin farkında oldukları ya da nelerin farkında olmadıkları konusunu gündeme getirmek istedik.’
Gürsel ve ekibinin ilgi alanında Beyoğlu ilçesinin kıyıları önemli bir yer tutuyor. Çünkü kıyısı bu kadar çok olup, kendi kıyısıyla bu kadar az buluşan başka bir ilçe bulmak zor.
Karaköy, Salıpazarı ve Tophane aksı da ayrı bir önem taşıyordu Mimar Gürsel’e göre: ‘50 yıldır bir yükleme boşaltma iskelesi olan bu bölgenin bu işlevinden kurtulmasının ardından ‘cruise’ gemileri vesilesi ile yoğun bir yolcu trafiği ile yükleneceği, alt ve üst destek hizmetlerinin çevresine yapacağı olumsuz gelişmeleri sadece mimari boyutta tasarlanan bir proje ile değerlendirmek maalesef mümkün değildir. İstanbul l No’lu Koruma Kurulu’nun da konuyu gereği gibi irdeleyip değerlendirme yapmadığını maalesef aldığı kararla öğrenmiş bulunuyoruz. Tarihi kent merkezinin bu çok önemli kıyı bandının geleceği üzerine kararlar kentsel ölçekte planlama çalışmaları ile verilmelidir. Bu alanın yeniden bir ticari liman bölgesine dönüştürülme projesi İstanbul Koruma Kurulu’nun da üzerinde, kent yönetiminin ve kent halkının katılımıyla çözümlenecek bir projedir, çünkü İstanbul kentinin geleceği tasarlanıyor.’
BARCELONA DENİZE KAVUŞTU
Bu gemilerin kıyı üzerinde yapılarla oluşturduğu duvara benzer şekilde bir duvarın deniz tarafından da oluşması söz konusudur. Bir yolcu limanı olarak planlanan, gelişmesiyle birlikte gelecek gemi sayısı her yıl artacak ticari alanların büyüme eğilimleri zenginleşecek ve dolayısıyla kara tarafında üstyapısı ile içinden çıkılmaz bir problem alanı haline dönüşecektir. Bir liman kenti olan Barcelona, Barcelona Olimpiyatları sayesinde denize kavuşmuştur. Dünyada benzer tarihi kimlikli kentler, kent merkezlerinin sosyal ve kültürel işlevlerle yeniden dönüşümlerini sağlamak için fırsatlar ararken, İstanbul kentinde bu merkez alanının bir yolcu ticaret limanı olarak dönüşüme hazırlanması konusunda ilgilileri tartışmaya çağırıyor. Tabii böyle bir şey yapılmıyor, hükümet yerel yönetimleri dışlıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş hiçbir tepki ya da düşüncesini ortaya koymuyor.
Ata’yı kim öldürdü?
ADI Ata olan bir genç insan dramatik şekilde öldü. Beğenelim, beğenmeyelim; kızalım veya destekleyelim. O medyatik sembol olmuş/yapılmıştı. Doğdu-yaşadı-öldü. Allah rahmet eylesin.
Bugün artarak yaşanan medyatik kirlilikle, toplumu yozlaştırmak, bireyselleştirmek, kendi iç dünyasına hapsetmek ve kendi öz değerleri dahil her şeyi tüketmek için çırpınan, bir ‘ekrankolik izlerkitle’ halinde gören ‘sorumsuz yayıncılık’, maalesef bireylerin psikolojik ve sosyolojik çöküntüsünde rol almaktadır.
Aile fertleri TV programlarıyla iç içe, sansasyonel programların etkisi altındadır. Lüks yaşam, medyatiklik, mafya özentiliği, temel sorunlarını çözememiş, eğitimini tamamlayamamış gençlerin büyük bir kısmı için model haline gelmekte, negatif etkilenme artmaktadır.
Bulunduğu günlerde ‘sihirli kutu’ diye nitelendirilen televizyon bazı yayınlara bakıldığında bir ‘kara kutu’ haline gelmiştir. Anahaberlerin önem sırasına ve ülke sorunlarının tartışıldığı programların azlığına bakıldığında, Türkiye’de TV yayıncılığının yaşadığı başarısız evrim, RTÜK kadar, başta yayıncılar olmak üzere hemen herkesin ortak sorunu ve sorumluluğudur.
Dr. Cengiz Özdiker RTÜK Uzman Denetçisi
Reklam yapma!
14 Ağustos Pazar günü İş Bankası birçok gazetenin 4. sayfalarına kocaman ilanlar vererek 81. kuruluş yıldönümü şerefine ÖSS’de ilk 81’e giren altın gençlere geleceğimizin güvencesi diyerek 1000 YTL ödül ve başarı plaketi vereceğini söyleyerek reklamını yaptı. Aradan 1 aydan fazla zaman geçti, para pul yok. Sadece oyalama. Ben ÖSS EA 41.’si Gizem Dilber’in babasıyım. Bizim çocuklarımızın adını kullanarak reklamını yapan İş Bankası ‘O altın gençler’ dediği çocuklara vaat ettiği parayı ödememek içi adeta kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor.
Şimdi soruyorum; ne benim ne çocuğumun iznini almadan ismini reklamlarınızda kullandınız. Ben bir emekliyim, bunlara güvendim. 20 Eylül kayıtların son günüydü. Şimdi ben ne yapayım bilmiyorum.
İsmail DİLBER-İSTANBUL
Yazının Devamını Oku