Paylaş
Gelen ekip, hastaneye götürmemiz gerektiğini söyledi ve Ankara’nın önde gelen üniversite hastanelerinden birisinin acil servisine götürüldük.
Düşme söz konusu olduğundan, öncelikle travma servisine alındı annemiz. Burada, öncelikle kan örnekleri alındı, röntgen ve tomografi çekimleri yapıldı. Sonuçlar alındıktan sonra, tekrar kan alındı, ultrasonografi çekildi vs.
Bu rutin işlemler yapılırken, bu çok bilinen üniversite hastanesinin travma acil servisindeki klima ve havalandırma çalışmıyordu. Bunaltıcı sıcak, zaten pek çoğu trafik kazası geçirmiş, bir yerlerden düşmüş insanlar için hayatı zehir ediyordu ama ilgililerin ifadesine göre yapacak bir şey yoktu.
Bu arada, bir hastanın sonda torbası dolup taşmış, koku, ter ve sıcaklık ile karışıp dayanılmaz hal almıştı. Taşan torbayı değiştirmek için aranan “personel” bir türlü bulunamıyor, doktor ve internler, personel eksikliğinden yakınıyordu sürekli.
Hasta yakını doktor
Herkes can derdinde ve de doktor, hemşire, personel peşindeyken, film ya da tahlil sonucunu öğrenme çabalarımız ise tam bir kaçma/kovalama şeklinde sürüp giderken, biri tam bir “kâbus” olmak üzere 2 (İki) adet “hasta yakını doktor” sahne alıyordu. Bunlardan adı N. olanı, söz konusu hastanede hoca olduğunu beyan ederek, bankonun arkasına geçiyor ve Kenan Evren misali servise el koyuyordu. Cümle doktor ve internün işlerini yapmasını engelleyerek bilgisayar ekranına bakıyor, sonuçları inceliyor, doktorları çağırıyor talimatlar yağdırıyor, sürekli başında 3-5 kişi, kulağında telefon bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyordu. Bu durum, “ya sabır” nidalarımız ve birbirimizi yatıştırıcı sözlerle saat 20.00’ye dek, (zaman zaman fotoğraflarını çekerek) sürdü. Beklediğimiz bir tahlil sonucu ve ne olacağımızı bir türlü öğrenemiyorduk, çünkü hanımefendi herkesin kendisiyle ilgilenmesini istiyordu. O saatte artık açtık ağzımızı, yumduk gözümüzü, bir iki itiraz cümlesinin ardından zaten gereken her şeyi yaptıran “hasta yakını doktor” da kabahatinin farkındaydı ki kayboldu ortalıktan.
Güvenlik görevlileri arada bir gelip koridoru terk etmemizi emretmekteydiler. kardeşim, kendilerine, o hanımefendi çıkmadan çıkmayacağımızı “beyan etti” .. Bir doktor “hanım kızımız” da beni “çıkın diyorsak çıkacaksınız hanımefendi” şeklinde kibarca bağırarak uyarınca, kendisine “yatalak/Alzheimer” bir hasta ile, yakını olmadan nasıl iletişim kuracaklarını sual ettim, yanıt vermediler. Ortalıkta hasta yakını istemiyorlardı ama, sonda torbası delinince, serum bitince, oksijen suyu bitince kimse ortalıkta görünmüyor, tomografi vs çekilirken görevliler ille de bir hasta yakını gelsin diyorlardı. Hatta bir görevli, hayatımızda ilk kez gördüğümüz oksijen suyunun bittiğini söylediğimizde “kendiniz değiştirseydiniz” şeklinde son derece mantıklı bir yaklaşım sergiliyordu.
Bu konuları aktarmak için aradığımız alo 184, tamamen ayrı bir alem .. Telefondaki hanımefendiye, “herkesin personel diye seslendiği çalışanların sayısı yetersiz, doktorlar da yakınıyor” diyorum o bana, “beyefendi, doktor da personeldir, hemşire de” diye ayar veriyor..
Her derde ayrı renk
Aklıma gelmişken, hastane çalışanları, rengarenk giyiniyorlar ve bu çok hoş. Ancak kimin ne görev yaptığını anlamak kesinlikle olanaksız. Bir köylü kadın bir şey soruyor, bankodaki kız “görevliyi bulun” diyor. Kadın çaresiz, “hangisi görevli ne bileyim” diye yine soruyor. Yanıt : yeşil ya da açık mavi giyinenlerden birine söyleyin” .. Yeşil, açık mavi, gri, bordo, kırmızı, lacivert, beyaz … giysililer var ve gerçekten çok renkli (!) bir ortam ..
İki gün sonra artık çıkış vaktidir. İşlemleri yaparken, “bize ambulans vereceksiniz herhalde” diyoruz, “yoo” diyorlar, nasıl götüreceğimizi soruyoruz, “kendi imkanlarınızla” diyorlar .. Büyükşehir Belediyesinin böyle bir hizmeti var, onları arıyoruz, akşam 18.00’den sonrasına randevu verebiliriz diyorlar, bizim çıkma saatimiz 12.00, teşekkür ediyoruz; nasılsa 112 var ..
112’yi arıyoruz, görevli, “Hastanelerin hasta nakil ambulansları vardır, onunla göndermeleri gerek. Yoksa doktorunuz bizi arasın halledelim” diyorlar. Arayıp 112’yi doktora uzatıyoruz, konuşuyorlar, doktor tekrar bize uzatıyor telefonu, karşıdaki görevli “saat 22.00’ye randevu verebilirim” diyor. “Şaka mı” diye soruyoruz, şaka sizin konuşmanız diye üst perdeden yanıtlıyor, uzatmayıp kapatıyoruz .. Kardeşim gidip arabasını getiriyor, acil önünde bekliyor. Güvenlik görevlisi gelip “arabanı çek yassah” diyor. Hasta beklediğimizi söylüyoruz, “yassah” diyor. Saygısız, kaba ve sürekli “sen” diye hitabeden güvenlikçiyle dalaşmaktansa, çalıyı dolaşıyoruz. Gidip uzaklara park ediyoruz. Sonra bakıyoruz ki orada başka arabalar duruyor ve biz de onları fotoğraflıyoruz. Memleketimden hiç eksik olmayan bu insan laf/manzaraları sürerken, annemiz çıkıyor sedye ile, bekliyor, kardeşim gidip arabayı getiriyor, vücudunu hiç bükemeyen annemizi, zorla sıkıştırarak arabaya “yüklüyoruz” ve ardımıza bakmadan o ünlü hastaneden uzaklaşıyoruz, bir yandan da “Allah düşürmesin” diyerek ..
KARABUDAK AİLESİ
Paylaş