2500 yıllık İstanbul’da o günden bu yana ne değişti?
Popüler bilim ve kültür dergisi ‘Focus’un ekim sayısında çok önemli bir araştırma yer alıyor.
Yazı İşleri Müdürü Ali Işıngör, iki yıl boyunca Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nden, Venedik kütüphanelerine, ortaçağın Nürnberg yazmalarından Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne kadar pek çok kaynağa başvurmuş. Bu çalışmada İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin efsanevi arkeologlarından Fırat Düzgüner de, Latince de bilen Işıngör’e danışmanlık yapmış.
32 sayfalık ‘Kayıp Kentin Sokak Haritası’ başlıklı kitapçıkta, İstanbul’un, Megara Kralı Byzas tarafından yani M.Ö. 700 yüzyılda kurulmasından bu yana geçirdiği tüm evreler mahalle-mahalle, sokak-sokak anlatılıyor. İlk yerleşim yeri bugünkü Sirkeci civarında olan eski İstanbul’un
Sarayburnu’ndan Topkapı’daki kara surlarına kadar uzanan tarihi ‘Suriçi’, Roma öncesi döneme dek uzanan 2500 yıl içerisinde sokak adları dışında hep de değişmeden bugünlere gelmiş.
Fatih semti Bizans döneminde kentin en ‘dindar’ sakinlerinin yaşadığı mahalle olmasıyla ünlüymüş... Bizans’taki tüm din kökenli isyanlar, bu semtten çıkmış. Öyle ki, İstanbul’un fethi
öncesinde Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesine karşı çıkan Gennadios Scolaris(Fatih’in atadığı ilk patrik), buradan yazdığı bir bildiriyle halkı isyana çağırmış. Bugün Zeyrek Camii olan ‘Pantokrator Manastırı’nda, ünlü ‘Latin serpuşunu görmektense Türk’ün sarığını tercih ederim’ sözünü sarfetmiş Scolaris... Aksaray’dan Yenikapı’ya inince solda kalan cadde, kentin en hareketli sokaklarından biriymiş. Bizans döneminde bu cadde hayat kadınlarının işgali altındaymış... Bugün de öyle değil mi?
Bizans’taki bazı semtlerin adı bugün de yaşıyor... Adını Blakhernai’dan (Tekfur Sarayı) alan Balat, ‘Palation’ yani saray kelimesinden bozma bir isme sahipken, Fener ise Haliç’teki balıkçılara yol gösteren ‘Panarion’dan almış ismini... Panarion sadece bu mahallenin adına değil, Türkçedeki ‘Fener’ kelimesinin de kökeni olmuş..
DOĞUBANK O ZAMANDA VAR
Sirkeci-Eminönü arasında ise ‘Porta Bona’ isimli bir pazar yeri varmış... Kentteki tüm ithal mallar burada satılırmış... 2500 yıl sonra burada kurulan Doğubank İşhanı bugün ‘ithal’ malların pazarı işlevini görüyor.
Beyoğlu’nun ismi ‘Venedik balyozu (Elçisi)’ Alviro Gritti’nin gayrimeşru oğlundan geliyor. Türkler buraya biraz da alaycı bir şekilde ‘Bey Oğlu’ demeye başlamışlar ve bugünlere kadar taşınmış bu isim... Maçka’nın adının ilginç bir öyküsü var: Bizans İmparatoru’na paralı askerlik yapmaya gelen Rus ve Viking askerlerinin şehre girmelerine izin verilmiyor, bugünkü Beşiktaş ve Dolmabahçe sırtlarında barındırııyorlarmış... Vikinglerin’in bu bölgede kurdukları en önemli ‘türbe’ ise ‘Machukov’ adında bir dervişe aitmiş. Maçka, yaklaşık 1500 yıldır bir Viking-Rus azizi’nin adını taşıyor.
Kitapçıkta, İstanbul kentinde 65 semtin Türkiye’de pek yayınlamamış ilginç öyküler ve efsaneler yer alıyor. Roma, Bizans, Osmanlı’dan beri aynı yaşam sürüyor.
İstanbul hala ‘dünyanın merkezi’ olmaya devam ediyor; horlanmış, hırpalanmış ve korunmamış olsa da...
Focus’un bu ekini kültür adamlarının, siyasetçilerin özellikle de yerel siyasetçilerin okumaları sonra da şapkalarını önlerine koymaları gerekiyor galiba...
Üç senaryo
TÜRKİYE Araştırmalar Merkezi (TAM) Direktörü Prof. Faruk Şen, 3 Ekim için üç farklı senaryonun gerçekleşebileceğini söylüyor:
AB’nin Türkiye’ye verdiği sözleri ciddi bir biçimde yerine getirmesi, 3 Ekim’de 35 ana maddede başlaması öngörülen müzakerelerin AB’den gelecek herhangi bir art niyetli veto girişimine uğramadan gerçekleştirilmesi... Türkiye, bugünkü altyapısı ve Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmede gösterdiği başarı sayesinde, müzakereleri 5-6 yıl içerisinde tamamlayarak 1.1.2014 yılında başlayacak 7 yıllık bütçe döneminde AB’ye tam üye olabilir. Böylece AB, Güvenlik ve Savunma Kimliği çerçevesinde güvenli bir ortağa sahip olur. Ayrıca Gümrük Birliği çerçevesindeki tüm sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmiş olan Türkiye, 2014’ten sonra AB bütçesine TAM’ın hesaplamalarına göre 1.8 milyar Euro katkı yapabilir.
AB’nin Türkiye’den müzakereler süresince taviz üzerine taviz isteyeceği öngörüsüne göre... Bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin artık aday ülkelerden sadece kendisi için öne sürülen kriterlere ve bahanelere hayır diyerek tam üyelik müzakerelerinden çekilebileceği, Çin veya Hindistan gibi yüksek büyüme oranını sürdürerek AB’nin yanında yepyeni bir güç haline gelmesi...
AB içerisindeki Avusturya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin istemleri doğrultusunda tam üyelik müzakerelerinin sona ermeden kesilmesi ve buna karşılık Türkiye’ye getirilen ‘imtiyazlı ortaklık’ önerilerinin hayata geçirilmesi... Bu durumda biraz daha fazla söz hakkı, serbest dolaşımda üçüncü ülkelere göre öncelik ve bütçeden kaynak aktarılması önerilebilir Türkiye’ye... Bu Almanlarındeyimiyle ‘yarım hamilelik’ olur. Yine Almanatasözüne göre, ‘Yarım hamilelik yoktur, bir insan ya hamiledir ya da değildir’.Almanya’daki seçim sonuçlarından sonra bu şıkkın, Türkiye’nin önüne güçlü bir biçimde gelme olasılığı çok azalmıştır.
Gönlüm birinci senaryodan yana; ancak AB gün geçtikçe bizimle daha çok oynuyor ve ümitlerimizi azaltıyor.’
Bu koşullar altında AB,Türkiye için tek yol değildir.
Kıbrıs ‘cebir’dir
AMERİKA’da yaşayan Kıbrıs kökenli Fevzi Yalın bir anısını anlatıyor:
1979’da BM Güvenlik Konseyi toplantısında Türkiye her zamanki gibi Kıbrıs Rumlarına ‘GKRY’ diye hitap ediyordu.
Rum temsilci Mavromatis buna kızdı, ‘150 BM üyesi bizi Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıyor. Sizin tanımamanız önemli değil’ dedi.
Buna rahmetli büyükelçi Orhan Eralp’in o müthiş İngilizce’siyle verdiği cevap hálá kulaklarımdadır:
‘Kıbrıs sorunu bir aritmetik toplama işlemi değildir. Bir cebir denklemidir. Bu denklemin ‘x’i de Türkiye’dir. Tüm dünya sizi tanısa bile Türkiye sizi tanımadıkça bu denklem çözülemez. Şimdi kendinize isterseniz ‘Kıbrıs Rum İmparatorluğu’ bile diyebilirsiniz.’
Salondakiler gülüşürken Eralp yerine döner.
‘İmparatorluk’ AB’ye kutlu olsun!
Mühür fekki
NENEHATUN Caddesi 53 Numara’da bulunan Raja Gazinosu’na müzik sesini çok açtığı için Çankaya Belediyesi para cezası kesiyor ve 7 gün kapatma cezası veriyor. Fakat ertesi gün belediyenin vurduğu mühür sökülerek gazino açılıyor. Bu gazinonun Güneydoğu’dan bir milletvekilinin oğlunun olduğunu duyduk ama inanmadık. Koskoca milletvekilinin oğlu hiç ‘mühür fekki’ suçu işler mi? Hadi işledi diyelim, milletvekili baba oğlunun kulağını çekmez mi? Çankaya Belediyesi’ne telefon açıp ‘Gazinoyu derhal mühürleyin, oğlumun hiçbir ayrıcalığı olamaz’ demez mi?
Y.GÖNENLİ-ANKARA
Taşra sanatçısının hiç değeri yokmuş
KÜLTÜR ve Turizm Bakanlığı’nın ödenekli oyuncuları olduğunu söyleyen bir grup sanatçının, ramazan eğlencelerinde görev verilmediği gerekçesiyle Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey’i protesto ettiklerini TV’den seyrettim. Protestoculardan biri, ‘Ramazan ayında düzenlenecek eğlencelerde her yıl bize görev verilirdi. Ancak bu yıl İstanbul’dan bir firmaya 300 milyara ihale edilmiş’ diyor. Gaziantep nere, İstanbul nere? İhale yapılmış mıdır? En düşük teklifi İstanbul’daki firma mı vermiştir? Olayı protesto eden sanatçılar, 300 milyardan fazla mı istemişlerdir? Asım Güzelbey bu soruların yanıtlarını ‘ramazan’dan önce vermelidir.
T.Y.-GAZİANTEP
Mesaj Panosu
LAVİTE lokantasında gece yemek yerken, ortalığı bir anda kesif bir kanalizasyon kokusu sardı. Süleyman Demirel Bulvarı’nın altında kanalizasyon hattı varmış; ‘Karslı’ Mahallesi’nin atıkları doğrudan gece Seyhan Gölü’ne salınıyormuş. Kapakları açan da ASKİ idaresi... Unutmadan söyleyeyim; ASKİ Genel Müdürü Bayram Merdan’a bir basın kuruluşu ‘başarı plaketi’ vermiş. Hangi başarısından ötürü; Seyhan’ın kirletilmesine yol açmasından mı?
A.ÇOPAN-ADANA
SİVAS İmranlı’dan Kemal Ayyıldız yazıyor: İlçemiz merkeze 105, Erzincan’a da 135 km uzaklıkta, E 88 Karayolu üzerindedir. Buraya yapılan devlet hastanesi inşaatı uzun zaman önce bitirildi. Her yıl 4 Eylül’de hizmete açılacağı söyleniyor; ancak gerçekleşmiyor. Bizler, acil hastalarımız için Sivas’a gitmeye devam mı edeceğiz?