"DAN... Dardanel’e yarının Galipolileri, dünkü Ruslar geldi."
Ünlü Rus şairi Vladimir Mayakovski böyle yazıyordu Gelibolu’da yaşananları.
1.Dünya Savaşı’ndan sonra Gelibolu bölgesi Fransızların işgali altındaydı. 1912’deki ünlü Şarköy-Hoşköy (Ganos) depremiyle de günlük yaşam perişan haldeydi. Ekim 1917 devriminden sonra çıkan iç savaşın sonunda Rusya’da Bolşevikler zafere ulaşmış, mağlup olan General P.N.Vrangel komutasındaki Beyaz Ordu, 1920 Kasım’ının başında son kalesi olan Kırım’ı da kaybetmişti. Ülke açlık ve perişanlık içindeydi. İnsanlar ülkelerini terk ediyorlardı.
İstanbul’a 130 gemi ve tekne ile 150 bin mülteci geldi.
15 gün soyunca süren tartışmalardan sonra Fransız işgal güçleri komutanlığı, İstanbul limanında beklemekten yorgun düşen insanlara karaya çıkma izni verdi. Bunların üç askeri kampta yerleştirilmesine karar verildi. Çatalca’ya, Gelibolu’ya ve Ege denizindeki Lemnos adasına... Bu izinlere karşılık tüm ticaret gemileriyle yükleri Fransa’ya teslim ediliyordu mültecilerin. Bu da savaşın bedeliydi.
GÜL VE ÖLÜM VADİSİ
’Herson’ ve ’Saratov’ adlı iki Rus gemisi, 22.11.1920’de Çanakkale Boğazı’nın Gelibolu açıklarında demir atıyordu. Korgeneral Nikolay Kutepov’un komutanlığındaki Rus 1. Ordusu’ndan 9.540’u subay olmak üzere 25.940 kişi geldi Gelibolu’ya... Ordu ile bağlantısı bulunmayan sivil mülteciler de vardı aralarında. Fransız işgal kuvvetleri kendilerine Gelibolu’dan 6 km. uzakta sıkıcı ve ıssız bir yer olan, yazın kuruyan Büyükdere Nehri vadisini gösterdiler. Yılanların çokluğu ve yabangülü çalılıklarından dolayı ’Gül ve Ölüm Vadisi’ ismini vermişlerdi Beyaz Ruslar... Bazıları ise alanın ıssız olmasına ve Gallipoli sözcüğüne sesçe benzemesinden dolayı ’Göleye Pole’ (Çıplak Vadi) diyorlardı.
Askeri birliklerin yaşam alanıydı artık burası. Anavatanlarında her şey belirsizdi. Ama kendilerini diri tutmak zorundaydılar: Komünistlere karşı belki bir şey yapabilirlerdi. Kolordu karargahı istihkam alayı askeri liseler ve subay okulları, Gelibolu’daki bazı yapılara yerleştirilmişti.
Ya insanlar... Camilerde barındırılıyordu. Veya yoksul Türk insanı iki odası varsa birini Rus mültecilere vermiş, birlikte yenilip içilmişti. Fırınlar kurulmuş, daktilo ile yazılmış ’Şifahi’ isimli gazete çıkarılmış, iki tiyatronun dışında çocuk tiyatrosu kurulmuş, futbol maçları yapılmış... Yunan kilisesinde ibaret etmişler, Kremlin Sarayı fotoğrafının önünde özlem fotoğrafları çektirmişlerdi.
VE MÜLTECİ GÖÇÜ
Geçmiş ’zenginlikleri’ ile düzenli bir yaşam kurmuşlar kendilerine.
1920-21 yılları arasında büyüklü-küçüklü 343 kişi vefat etmiş Gelibolu’nda... 16.6.1921’de General Kutepov’un çağrısı üzerine 20 bin taştan yapılmış bir anıt yapmışlar saygı için... Bu tarihten itibaren de Ruslar yavaş yavaş bölgeyi terk etmeye başlamışlar. Bazıları Bulgaristan’a, Yunanistan üzerinden Sırbistan’a, Macaristan’a ve Romanya’ya. Onlardan çok şey görüp öğrenen Gelibolulular ağlayarak uğurlamışlar konuklarını...
Son Beyaz Rus kafilesi 6.5.1923’te ayrıldı.
Gelibolu ile ilişkiler 1930’ların sonuna kadar sürmüş... Merkezi Paris’te olan Gallipoliler Derneği, anıtın yeri için Gelibolu’dan İsmail İsan ile teması kesmemiş. Hatta kendisine özel bir Rus askeri madalyası verilmiş. Anıt ve mezarlık, 1949’da, bakımsızlıktan ve depremler nedeniyle tahrip olmuş, yıkılmış...
BELEDİYENİN GAYRETİ
Alan bundan bir süre önce 2.Kolordu Komutanlığı,Gelibolu Belediyesi’ne devrilmiş... 1995’te Ecevit döneminde anıtın ve mezarlığın yeniden yapılması için Rusya ile Türkiye anlaşmış, bunu hayata geçirmek de ikinci dönem Belediye Başkanlığı’nda bulunan Cihat Bingöl’e düşmüş. Konya’dakinden daha büyük olan Mevlihane’yi de ayağa kaldıran Bingöl, Rus Anı Müzesi ve Anıtı’nın, Beyaz Rusların dünyada oluşturduğu ’Rus Milli Şeref Merkezi Vakfı’nın, sponsorlar vasıtasıyla sağladığı 750 bin dolara mal olduğunu söyledi. Ve "Türkiye’ye 3 milyon Rus turist geliyor. Tarihe ve insanlığa olan saygımız nedeniyle onların atalarının izlerini sürmesi için bu anıtın tıpkısının aynısını yeniden yaptık" dedi.
Bugün Gelibolu’da Rusya’nın Kültür Bakanı, Ankara Büyükelçisi ve işadamlarıyla birlikte 160 kişi ve 40 kişilik bir Rus çocuk korosunun, Cenevre’deki Batı Avrupa Ortodoksları Başkanı Bay Mikail ve yerel yöneticilerin katılacağı tören var... Buna keşke Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da katılsaydı... Davet edilen Putin gelseydi o zaman ne olurdu? Rusların çektiği fotoğraflar bize çok şey öğretiyor. Dostluklar yaşasın.
Rus yazar Bunin’in Gelibolu yorumu
NOBEL ödülü sahibi Rus yazar İvan Bunin, 15.2.1923’de Belgrad’da çıkan ’Gallipoli’ gazetesine verdiği röportajda şunları söylüyor:
"Gelibolu, Rusya’nın bu vahamet ve rezaletle dolu yıllarında ortaya çıkan büyük ve kutsal gerçeklerin bir parçasıdır. Bu Rus ulusunun dirilmesinin, Tanrı’nın ve beşeriyetin karşısında günah çıkarmasının ve özrünün kabulü için tek bir umuttur."
GS aslanına bu ceza yetmez
GALATASARAY’ın şampiyonluk törenine getirilen aslanın öyküsü bitmeyecek.
Antalya Büyükşehir Belediyesi Hayvanat Bahçesi’den bir kafes içinde getirilen aslan o kadar seyircinin arasına sokuluyor... Hayvan rahatsız, etrafa şaşkın gözlerle bakıyor. Oradan bir çıksa kim bilir kaç kişiyi parçalar!.. Peki Antalya’dan nasıl getirildi; barınağından çıkarılmasına kim izin verdi? Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel mi? Bu konuda ricacı olduğu belirtilen GS yöneticisi Yiğit Şardan bu ’izni’ nasıl aldı? Antalya Çevre ve Orman İl Müdürü Mine Kara’nın bu gelişmelerden haberi hiç olmadı mı yoksa? Kara daha önce ’cezai işlem uygulanmaz’ denmesine bakmasın; çünkü yasaların kesin müeyyideleri var.
Bakın İstanbul Çevre ve Orman İl Müdürü Mehmet Emin Birpınar hiç olmazsa kendi yetkisi çerçevesinde aslanı getiren aracı şirkete ’hayvanlara kasıtlı olarak kötü davranmak, bakımlarını ihmal etmek, fiziksel ve psikolojik acı çektirmek’ten 300 YTL ceza kesiyor. ’Yapılan şikayetlerin değerlendirileceğini’ açıklayan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu cezası bile yetersiz...
Çünkü bu olay bir ’ders’ olmalı..
Aslana gidiş-geliş olarak 1500 kilometre yolculuk yaptırılması uluslararası CITES sözleşmesine göre yasak... Nesli tehlike altında olan yabani hayvan ve bitki türlerinin uluslararası ticaretini içeren CITES, sözleşme kapsamında yer alan hayvan ve bitki türlerinin sürdürülebilir kullanımını sağlamak için uluslararası ticaretinin kontrol altına alınmasına yönelik usul ve esasları belirliyor. Bu sözleşmeler uygulanmayacaksa niye imzalanıyor ve taraf oluyoruz. İstanbul ’seyahatinden’ sonra stres içinde olan aslana ya bir şey olursa?...