KORE'de, Dünya Kupası'ndayım. Aklımca, Hakan Şükür'ün oynadığı takımda forma bulamadığından dolayı hepimizin takımının golcüsü İlhan olur, diye düşünüyordum.
Tabii, ben düşünüyorum diye Şenol'un, Hakan-İlhan tercihine öyle bakması söz konusu değildi. Dünya üçüncülüğüne elimizi vurduğumuzda İlhan'ın ayağı var. Büyük sükse yaptı. Yalnız ülkenin içi değil, ben orada dünya insanlarının İlhan posterleriyle maça geldiklerini gördüm. Kafama, ‘‘Acaba bundan sonra ne olacak?’’ soru işaretleri takıldı.
Yükün ağır
Sahanın içinde 24 sene oyalanmış bir insanım. Şöhretin ne kadar ağır bir yük olduğunu iyi bilirim. İlhan'ın yeni sezonda bu yükle Dünya Kupası'ndaki performansını hemen yakalayamayacağını tahmin ediyordum. Öyle de oldu. Futbol ailesinin insanı olmak başkadır, magazin dünyasının malzemesi olmak, çok çok farklıdır. Bir ara bayağı korktum, İlhan gibi bir futbolcu her köşe başında yok. Özel adam. Beşiktaş'ın son oynadığı beş maçta İlhan, eski İlhan'ı bile geçti. Son Gençlerbirliği oyununda, maç kritiğimde İlhan'dan pek söz etmedim. Cumartesi kullandığım bu sütunlarda el kitabı çıkarayım istedim.
Gol, senin işin
Bak güzel kardeşim... Attığın üç gol var, tarifi zor. Golün dışında bir Beşiktaşlı'nın yüreği ne kadar kocaman, onu gösterdin. Gol atmak zaten senin işin. Kötü oynarken bile o topu içeriye itelersin. Bunu yapmak için yaratılmışsın. Oyuna koyduğun iştah, arkadaşlarına da sirayet etti. Sen yalnız iyi bir futbolcu değil, iyi bir Beşiktaşlıymışsın. Korkularım yersiz çıktı.
Yorgun, yokuş çıkılmaz
BEŞİKTAŞ'ın, düne kadar üç kulvarda koştuğunu, çok da geniş bir kadrosu olduğunu dile getiriyordum. İçin için, üçü birden gitmez, ilk terk edilecek de Türkiye Kupası olsun istiyordum. Kendimce sıraya koymuştum. Şampiyonluk birinci kulvardı, en büyük kariyer şampiyonluktur. Uzun yoldur, meşakkatlidir. Tribündeki insan da en fazla şampiyonluk ister. Karşılığı büyük paradır. Türkiye Kupası'nda hesap yok, prestij var. Kuru kuruya prestije de bugünün ekonomik şartları içinde pek kulak asar halim yok. Bir de ikisinin arasında oynanan Avrupa Kupası var. Rakip belli oldu. Roma yolcusuyuz. Şehir güzel de, rakip fazla ciddi.
Son üç oyuna sıkışan, yenilmiş dokuz gol var. Tedirgin olduğum yer, burası. Geçmiş sezondaki defans zaafiyetinin hortlamasından korkar oldum. Lig korkum hiç yok. Günün şartlarında Beşiktaş'tan daha iyi kadrosu olan bir takım da yok. Lig, telafisi olan maçlara gebe bir yolculuktur. İyi takımsan, iş kazası yaparsın da devamı gelmez. Beşiktaş'ın şimdiki görüntüsü orada oturuyor.
Rampada işi bıraktı...
Futbolda mükemmel takım yoktur. Çünkü mükemmel takım maç kaybetmez. Böyle bir takımın taraftarı da olmaz. En azından ben olmam. Tuttuğum takım hiç kaybetmeyecekse, gidip neyi seyredeceğim? Futbolun tadı tuzu burada.
Yazıyı başlığa bağlayayım... Beşiktaş'ın ligde ve Avrupa'da önünde çıkacağı iki yokuş var. Türkiye Kupası yoruyordu. Yorgun adam yokuşu zor çıkar. Beşiktaş'ın oyuncuları, kendileri utanmadan, tribünde oturan insanı da utandırmadan rampada işi bıraktı. Kalan iki zorlu yokuşu çıkacaklarsa iyi de oldu.
Sinsi Arzuman!..
BEŞİKTAŞ'ın son oyunu Gençlerbirliği. Sezonun ilk yenilgisi. Maç yazısında ‘‘kayıp ama ayıp değil’’ dedim. Üzerinden bir-iki gün geçti, kafamda hiçbir değişiklik yok da, kurcalayan bir şey var; maçın hakemi. Ben bu kardeşe çok iyi hakem olacak gözüyle bakıyordum. Dile getiriyor, yazıyorduk da. Şimdi geri vitese alıyorum. Arzuman'dan hakem olmaz. Olursa, ben bu işi bırakırım.
Sinsi kompleksleri olan insanlar her şeyi yapar, hakemlik yapamaz. Sakın ola da yanlış anlaşılmasın. Ne federasyonun, ne hakem komitesinin, ne de benim sevgili dostum İlhan Cavcav'ın bu işe dahli mümkün değil. O'nun savaşı kompleksleriyle oldu. ‘‘Büyük takımı takmam, ben aslanım, Gençlerbirliği'ni Beşiktaş'a yedirmem’’ diye kendini şartlandırıp maça çıkmış. Rüyasında ezberlediklerini sahaya da, maça da soktu. İşi uzatayım da istemiyorum. Bu kardeş ne iş yapar bilmem. Kısadan söyleyeyim; hakemlik dışında yapılacak çok iş var. Bulamazsan ben ayarlayacağım. Yeter ki, Türk futbolunun yakasından düş.