ÜÇ gün önce Werder Bremen maçını seyrettim ve F.Bahçe'nin bütününü beğendim.
Hep beraber düşünme, hep beraber oynama iştahı, futbolcuların birbirinin hatalarını kapama çabaları çok üst seviyedeydi. Böyle düşünen bir takım da 5 gol üretti. Hani bir yerde skor tabelasına asılan rakamlar, o maçın doğrusuydu. Ama her oyun ayrı ayrı oynanır. Dün akşam seyrettiğim Fenerbahçe'yi ikiye ayırıyorum. İlk yarıda başka bir F.Bahçe, ikinci yarıda seyrettiğim de başka bir F.Bahçe.
İlk yarı rakibin Fener kalesine geldiği tek pozisyon var. O da direkten döndü. F.Bahçe golü de buldu. Top da daha çok F.Bahçe'nin ayağındaydı. İkinci yarı yenilen iki hata golü, oyunu bozdu. Tabii ki gözardı etmiyorum, topu futbolcudan daha çok, rüzgar yönlendirdi. Onun için de fazla pas hatası oldu.
Boş takım değil...
Rakip takıma bakıyorum, Robben diye bir oyuncu var. Bir Türk takımında oynamasını isterdim, imrendim de. Ama onun dışında pek gözle görülür, elle tutulur bir oyuncuları yok. Yine de Hollanda futbolunun klasiği var. Oyunu fazla süslemeden, çok koşarak top oynayabilen bir takım. Yani, boş bir takım değil. Ama kaybetmek hoş bir duygu da değil. Hazırlık maçı deniyor, kaybederken bile ders almak lazım.
İlk yarıda iyiydi...
Werder Bremen maçında Semih'i çok beğenmiştim, vazgeçecek halim yok. Ama Semih hangi takımda oynuyorsa oynasın, oynadığı takım topu 18'in içine sokacak. O da kaleye... Çünkü ceza sahasının dışında fazla marifetli bir oyuncu değil. Hakan sağ kanat oyuncusu değilim diye sezon başından beri bağırdı durdu. İki maçtır seyrettiğim Hakan'ı beğeniyorum. Zaten iyi futbolcu. İyi piyano çalan bir adama dümbelek çaldırmayacaksın. Oğuz da bunu iyi yapıyor.
Neticede, iki ayrı devrede, iki ayrı F.Bahçe seyrettim. İlk yarısı iyi, ikinci yarıyı pek tutmadım.