BEŞİKTAŞ, Diyarbakır'a gelirken, ‘‘Dönüm maçı oynamaya geliyorum. Kayba da tahammülüm yok’’ diye geldi.
Seyrettiğim oyun, hiç de öyle dönüm maçı gibi oynanmış bir oyun değil. Belki Diyarbakır'ın dönüm maçıydı. Bütün futbolcuları üç kişilik koştu. Üç kişilik de futbol oynama iştahıyla oyuna sarıldı.
Beşiktaş'ın sanki içi boşalmış. Her futbolcusunun sanki arkasından çeken var, tutan var. Belki hepsi iyi oynayıp kazanmak istiyor ama, yalnız istemekle olmaz. Zaten olmuyor da. Şöyle takıma bir göz gezdiriyorum.
Bu maçı şu kurtarır, diyebileceğim bir adam yok. Beşiktaş'ın attığı bir gol var, sayılmadı. Ama çıplak gözle, oturduğum yerden gördüğüm; gol, gol. Futbolda işler kötüye gitti mi, kambur üstüne kambur gelir. Sayılmayan gol gibi. Oyun 2-1 olduğu dakikalarda Beşiktaş bir 10 dakika sallanır gibi oldu. Ama 10 dakikayla maç kurtulmaz.
Nasıl kazanacaksın ki?
Beşiktaş, sezonun ikinci yarısından bu yana kamyon dolusu gol yedi. Girdiği gol pozisyonlarına bakıyorum, koca 90 dakikada 3 taneyi geçmiyor. Nasıl kazanacaksın ki? Maçın hakemine bulaşayım da istemiyorum. Yardımcısı ofsaytı atladı. Çekilen bayrağa o da düdük üfledi. Sahanın da top oynamaya müsait olmayan bir saha olduğunu gözardı etmiyorum.
Tabii ki topu kontrol etmek zor. Top kaybı da bu sahada çok olacak. Ama rakip de havada oynamıyor ki! Ayakları yere basıyor. Bir daha tekrar edeyim, bu iş, istemek işi, gönül işi. Yüreğini sahaya koyma işi. Ben Beşiktaş'ta bunları göremedim. Dibini de bağlayayım, bu nasıl dönüm maçı?