1 Mayıs 2003
<B>BİZ, </B>7 Haziran'da Slovakya ile çok önemli bir maç yapacağız. Onun için Çeklerle oynamak akıllı seçim. Çünkü Slovaklarla hemen hemen aynı tertip top oynayan bir takım. İsmi üstünde hazırlık maçı. Ama böyle hazırlık olmaz. Rakip seçimi tamam, oynadığımız top tamam değil. Hatta ürkütücü. Onun için ‘‘özelliğimizi kaybediyoruz’’ diyorum. Yahu koca Dünya Kupası turnuvasında bütün maçlara baktığımda bile bu kadar gol pozisyonu vermedik. Ne oluyor bize? Bize çok şey oluyor. Antrenörümüzün federasyonla arasına kara kedi girdi. O kara kedi de maalesef şimdi sahada tur atıyor.
Bizim takımımızın ayağında çok top kalıyordu. Topla arası iyi olan oyuncularımız var. Dün akşam seyrettiğim takımda bu kadar üst seviyede top kaybı nasıl olur diye düşünüyorum, düşünüyorum, kafam basmıyor. Sakın ola da birileri çıkıp ‘‘İlhan'ın topu direğe gitti, iki-üç pozisyonumuz vardı’’ demesin. Hatta bana göre de bir de penaltımızı da vermediler. O da tamam da, tamam olmayana geleyim. Biz bu takım değiliz.
Takımın ruh hali bozuldu
Oyuncu kalitemiz çok üst düzeyde. Ben de biliyorum, rakip iyi bir takım. Kendi grubunda hiç maç kaybetmemiş, lider de. Büyük bir ihtimal de bu turnuvadan lider çıkacak. Ama bizim ilk yarıdaki görüntümüz hiç hoş değil. Başta ürktüm dedim, Slovakya maçından karşımıza öcü çıkacak diye korkuyorum. Tek tek futbolcuların arasına girip, bir tur atayım, dolaşayım da istemiyorum. 4-0 kaybeden bir takımın oyuncularına ne söyleyeyim ki?
Nihat sakat, Emre sakat. Bunlar hem genç, hem de bizim takımımız için önemli oyuncular. Yoklukları zaaf. O da tamam. İkisi birden bu takımı nasıl ayağa kaldırır ki? Bu takımın ruh hali bozuldu. Onu gördüm, üzüldüm. Hep beraber düşünüp, hep beraber oynuyorlardı. Bir futbol ailesiydiler. Ailelerinden şikayet edercesine oynadılar. Ben oyunu sahiplenen bir oyuncuya rastlamadım.
İkinci yarı oyun biraz dengelenir gibi oldu ama, o beni aldatmaz. Böyle maçların karşılığı 3 puan değil. ‘‘İsmi üstünde hazırlık’’ denmesin. Hazırlık maçında bile kaybetmek alışkanlık yapar. İşte o alışkanlıktan korkuyorum.
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2003
<B>LİG </B>öyle bir hale geldi ki, pek vıdı vıdı yapmanın zamanı geçti. Hem zirve sıcaklığını yaşayanlar, hem dipte iğneli fıçıda olanlar, <B>‘‘iyi oynadım da kaybettim’’</B> denilecek halden çıktı. Ne oynadığına değil, ne kazandığına bakılacak saatler yaşıyoruz. Dün de Elazığ'da ilk yarı seyrettiğim Beşiktaş'tan bir şey anlamış değilim. Koca bir 45 dakikayı sokağa attılar. ‘‘Ah şu da kaçar mı?’’ denilecek pozisyon yok. Hep söylerim, yine söyleyeyim. Bir maçın en önemli dakikaları devre arasındaki 15 dakikalık aradır. Tamirat orada yapılır. Lucescu da tamiratını yapmış. İkinci yarı, yine çok iyi oynayan bir Beşiktaş seyretmedim. Ama kazanma arzusu üst seviyede bir takım seyrettim.
İkinci yarının hemen başında gelen gol, maçın havasını indirdi. Ondan sonrası Beşiktaş için yeterliydi. Her azalan dakikayı da öyle bitirelim diye oynadılar. Becerdiler de. Dün Zago'nun oynadığı topa şapka çıkarıyorum. Oyunun başından sonuna kadar sıfır hata ile top oynadı. Yalnız kendi takımının değil, sahanın en iyi oyuncusuydu. Attığı gol, oynadığı futbolun mükafatı oldu. Tabii ki, Beşiktaş'ın da.
Tümer oynamalı
Zago'dan sonra, sahada iyi oyuncu aramadım. Hakemi buldum. Serdar Tatlı, benim çok beğendiğim bir hakem. Herhalde oynayanlar da çok beğeniyor ki, adama itiraz eden yok. Ne görürse onu çalıyor. Hep topun yanında kalıyor. Topu da canlı tutuyor. Futbolu patlak topla oynatmayan hakem, geçerli hakemdir. Serdar Tatlı, öyle bir hakem.
Neticede Beşiktaş, maç öncesi düşüncelerde zor bir oyunu kazandı. Zaten şampiyon olacağım diyorsa, ligin bu matematiğinde hep kazanmak mecburiyetindesin.
İki lafım da Lucescu'ya. Senin takımında Tümer diye bir adam varsa, sakat veya cezalı da değilse oynar kere oynar be kardeşim. Böyle bir adamı dışarıda tutmanın, mantıkla yakın uzak alakası yok. Sergen usta, dün futbol molası verdi. Ama bu adam robot değil. Kurup kurup da hep iyi oynayacak diye bekleyemezsin. Onun yanına Tümer'i takarsın, oyunu da paylaşırlar. İkisi bir arada oynarken geri dönerken zaafım olur diye düşünmek hiç akılcı değil. İkisini birlikte oynattığın zaman sen değil, rakip takım bu ikisini düşünsün. Neticede Beşiktaş işini gördü.
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2003
<B>MAÇ </B>sonrası yorumlarında, <B>‘‘Yerimiz dar, aman ağabey 25 satırı geçmeyelim, 30'da bile sıkışırız. Kısa geç’’ ricalarıyla karşı karşıyayız. Fener maçı sonrası İlhan kardeşim için değil bir paragraf, el kitabı çıkartmam lazımdı. O gün için ıskaladım, şimdi yakaladım...
Bak İlhan... Futbolcu eskisi bir ağabeyin sana bazı şeyler diyecek. Bu çok iyi niyetle, sen iyi olasın diye dile getirilmiş şeyler. Beşiktaş'ın kulvarında çok seneler eskittim. Gelip gidenlerin haddi hesabı yok. İnan, benim bile unuttuğum çok insan var. Ama Beşiktaş Tarihi'ne adını kazıyanların unutulması mümkün değil. Yaşça büyüklerime hürmet ediyorum, küçüklerime de büyük bir sevgiyle yaklaşıyorum. Sen de bu grubun içinde olasın istiyorum.
Yükü kaldırmalısın
28 yaşında şöhreti ve parayı yakalamak her kula nasip değil. Bu şöhret ve para öyle namussuz bir yüktür ki, Naim Süleymanoğlu olsan kaldıramazsın. Özel yaşantına, karizmana, asla laf edecek adam değilim. Laf edeceğim yer, senin Beşiktaş'a vereceklerinle alakalı. Fenerbahçe maçında gördüğün kart ilkokul talebesinin yapacağı iş. İlhan kardeş, nerede Beşiktaşlı olmanın mesuliyeti? Tribünden ufak ufak homurtular yükseliyor. Bu hayra alamet değil. İçim elvermez, gönlüm de razı olmaz. Kötü yerlere taşınasın istemiyorum. Vedat ağabeyin ne istiyor biliyor musun? Bundan böyle sana yazacağı yazılarda kullandığı kelimelerin üzerine daima smokin giydirmek.
SAMET ile ULVİ
TRABZONSPOR'u ve o büyük camiayı küçük gibi göstermek çabasında olanlara hep karşıydım. Sakın ola, kupa geldi diye bunu dile getiriyorum zannedilmesin. ‘‘En sıkıntılı dönemlerinde bile büyük camialar saha içi sıkıntıları yaşar da, sahanın dışında bütünlüğünü kaybetmez. Üç-beş sene sallanır, büyüklüğünün kültürüyle de ayağa kalkar’’ diye savunmuşumdur.
Geleyim benim çocuklara... Evlat edinmek hobi değil. Fantazi hiç değil. Sevgi mesuliyet ister. Beşiktaş formasına emek veren bütün çocuklar benim evlatlarım. Samet ile Ulvi'nin ayrı bir yeri var. Top oynarlarken, iyi eşleşmişlerdi. Sahanın içinde bunu görüp, öyle de dile getiriyorduk. Ne mutlu bana. Bir zamanlar sahanın içinde yaptıklarıyla keyiflenirken, şimdilerde onları sahanın kenarında da iyi bir eküri olarak görmek, beni mutlu ediyor. Çocuklar, sezon ortası hazırlık döneminde beni Antalya'da kamp yaptığınız otele davet ettiniz. Bana söylediklerinizi, laf biriktirdiğim kumbarama atmıştım. Kupa sonrası kumbarayı boşaltıyorum...
‘‘Vedat ağabey, biz çok iyi bir futbol ailesi olduk. Hedef tuttuk, lig için ilk beş, kupa için de şampiyonluk hedefledik. Bunu da becereceğiz’’ demiştiniz. Becerdiniz güzel kardeşler, camiaya hayırlı olsun.
Ya çok kolay ya çok zor...
BEŞİKTAŞ bugün Sırat Köprüsü'nde... Aklımın erdiğince, ya çok kolay geçilir ya da çok zor. Bu maçın ortası yok. Bir Diyarbakır maçı seyrettim. ‘‘Tek bir maçın skoru kocaman ligin tehdidi değildir’’ diye de dile getirdim. Bundan sonrası hep kazanılacak ise, Beşiktaş bir adım önde. Futbolda iyi takımlar için ‘‘HAYIRDIR İNŞAALLAH’’ demek az olmalı. İyi takım iş kazasını günübirlik yaşar, ona göre de dersini almış olur. Bu, oyuncuyla da bağlantılı. İyi futbolcu kazayla kötü oynar, kötü futbolcu kazayla iyi oynar. Herkesin bildiğini ben de biliyorum. Bugünün oyunu zor. Elazığ takımı iğneli fıçıda nefes almaya çalışıyor. İkinci zorluk ise, ben daha Beşiktaş takımını öğlen yemek vaktinde iyi top oynarken görmedim. ‘‘Sırat Köprüsü maçı’’ dedik ya, sabah kahvaltı saatinde bile olsa, iyi oynamak ve kazanmak zorundalar. Bu oyunda, arkasına sığınılacak mazeret olamaz, olmamalı.
Ders aldın mı?
Lucescu'ya da üç-beş laf edeyim istiyorum. Bu karambolde her kafadan bir ses çıkıyor. Sen de ayrı telden çalıyorsun. Diyarbakır kaybını yüksek sesle çok yanlış dile getirdin. Maç sonrası çıkıp söyleyeceğin şunlar olmalıydı... ‘‘Benim futbol oynatmaya aklım eriyor. O gün için oynayanların gönlü tutmadı. Yapacağım birşey yoktu. Öyle de oldu. Takımım iyi takım. Bu her zaman böyle olmaz. Denk geldi. Rakip de aslanlar gibi oynadı, kaybettik. Hasar büyük ama kocaman da ders aldık.’’
İnşaallah bu maça takımı ruh hali olarak böyle hazırlamışsındır. Lucescu, biz Beşiktaşlılar seni çokta seviyoruz. Bilmem anlatabildim mi?
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2003
BEN hiçbir büyük maçın öncesi "Bu maçın favorisi vardır" demem. İlk defa bu maçtan önce "Bu maçın kesin favorisi Beşiktaş. Beşiktaş kazanacak" diye dile getirdim. Kendimce, iki türlü favori olan pozisyon vardı. Hafta arasında kaybedilmiş Diyarbakır maçı sonrası, futbolcuların Fener maçını "Ayıp kapama" maçı olarak görüyordum. Öyle de oldu. Bütün oynayan çocuklar işe ciddiyetle sarıldılar, oyuna öyle baktılar, çok önemli 3 puanı da sahadan çıkardılar.
İkinci favori olarak Sergen'in oynamasıydı. Sergen buyük usta. Sergen'in oynadığı top, herkesin oynadığıyla aynı değil. O başka bir branşta oynuyor. Oynuyor, oynatıyor, gol atıyor. En önemlisi de Sergen'in oynadığı takımda diğer oynayanlar Sergen'e güveniyor. Bu bir futbol takımı için çok önemlidir. Önemli olduğunu da dün akşam bir daha gördük. Beşiktaş'ta İlhan dışında kötü oynayan oyuncu görmedim. Bir kaç tanesini liste başı yapmak lazım. Kaleci Cordoba,oyun 1-0 iken, Tuncay'dan kaptığı topla, belki de maçın rengini değiştirdi. Ronaldo, bu takımın defansta garanti belgesi.
Hiç hoş değil Nouma
Nouma'nın attığı gol başım üstüne. Ama elini şortunun içine sokup tombala çekmesi, hiç hoş değil. Sporcuya da, normal bir vatandaşa da yakışmaz. Ben üzüldüm. İnşallah kendisi de üzülmüştür. Bundan sonra bir daha böyle bir şey yapmaz.
Maçın hakemi topu hep diri tuttu. Oyuna katkısı oldu. Bana göre de çaldığı pek yanlış düdük yok. Zaten iyi hakemdi. Artık maçın da önüne çıkmamaya başladı. Demek ki, olgunlaştı. İyi hakemlikten büyük hakemliğe yol alıyor.
F.Bahçe takımı elinden geldiğince oynadı. Fazla pozisyon bulamadı. Ama Beşiktaş'ta gözden kaçmasın, pozisyon vermedi.
Netice de Beşiktaş, maçın dibini iyi bağladı. Bundan sonra oynanacak maçların her dakikaları önemli. Ona göre düşünüp öyle de oynamak lazım.
Lider olmak avantaj. Avantajı kullanmak da marifet. Becerikli olurlarsa lider de bitirirler.
Yazının Devamını Oku 17 Nisan 2003
<B>BENİM </B>Beşiktaş'ı bu sezon, bu kadar kazanmak istemez gördüğüm maç olmadı. Sanki bu çocuklar maç yemeğinde zehirli mantar çorbası içmişler. Bir tane ayakta kalan Beşiktaşlı futbolcu görmedim. Ali Eren'in ikinci yarıda oynadığı top tamam. Cordoba'ya söylenecek bir şey yok, yediği gole de. Yenilen golde, Ahmet Yıldırım santrada rakibin sağbeki Beşiktaş'ın aut çizgisinden orta yapıyor. Hababam iyi oynayan Ronaldo da hem pozisyon, hem zamanlama hatası yapıp, golü yediriyorlar. Tek hata da olur, gol de yenir, ama yenilen golün dışında da Diyarbakır'ın kaçırdığı goller var.
Hakemler de iyi değildi. Biri ilk yarı, ikincisi ikinci yarı hiç ofsaytla alakası olmayan Diyarbakır'ın iki gol pozisyonunu yediler, yıktılar. Beşiktaş'ın da gördüğüm kadarıyla bir penaltısını yuttular.
Neden gündüz?
‘‘Sergen yok’’ muhabbeti yapayım istemiyorum, ama yapmayım da ne yapayım? Bu takımda Sergen olmazsa, zor olur diye tepinip duruyordum. Haklı çıkmanın üzüntüsünü yaşıyorum.
İki lafım da yönetime var. Yahu, bu takım gündüz maçı oynayamıyor, bunu bilmeyen yok. Ağırlığınızı koyup, gece maçını siz niye oynatamıyorsunuz? Bu dediğim, belki züürt tesellisi, ama bir lokma da olsa sivri bir mazeret.
Diyarbakır takımını kutluyorum. Beşiktaş'ı çok iyi etüd etmişler. Beşiktaş takımı defansından ileriye hiç yardım göremedi. Çünkü Diyarbakır önlemini almış. Her oyuncusu elinde, ayağında, yüreğinde ne varsa, sahanın içine bıraktı. Karşılığını da aldılar. Hem de analarının ak sütü gibi.
Pek hoş olmadı
Bu arada Beşiktaş'ın namağlup karizması da silindi. O da pek hoş olmadı. Neticede kazanmaya hazır değilsen, kazanamazsın. İyi hazırlık yapılmamış, bütün oyuncuların sanki ayaklarında pranga bağlı, gönülden oynayan yok. Böyle oynarsan, böyle istiyorsun demektir. O zaman ben de ‘‘İstediğin başına geldi’’ derim.
Lucescu, sezon başından beri bu takımın direksiyonuna hem yakıştı, hem de iyi toplar oynattı. Ama dünün mağlubu. Ümit Kayıhan oyunu istediği gibi şekillendirdi, ambalajını da yaptı. İyi şoför dediğim Lucescu da seyretti. Şimdi çıkıp da, ‘‘Oynanan son oyun beni bağlamaz, ligin sonu bağlar’’ derse biz de ligin sonunu bekleriz.
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2003
<B>TRABZONSPOR,</B> hafta arası Malatya'da bir kupa maçı oynadı. Ders alınacak çok şey vardı. <B>Lucescu </B>da ilk yarıda oynattığı topla <B>Samet'</B>ten kopya çekmiş. Futbolda kopya çekmek ayıp değil. Zamanı da, oyuncusunu da ilk yarı çok iyi kullandı. Tabii, Sergen diye bir usta da maçı aldı götürdü. Bu Sergen başka bir alem. Futboluna diyecek hiçbir şey yok. Ama bu büyük ustaya bir sitemim olacak. Ah be güzel adam, senin bu futbolculuğunla, başka bir oyuncuyla göz göze bile gelmemen, hakeme hiç itiraz etmemen lazım. Sana tekme atan bile olsa, gülüp geçmen büyük oyunculuğuna daha da büyük katkı yapar. Dünkü oyunda gördüğün kart sana hiç yakışmadı. Başlıkta, ‘‘Seninle her şey olur’’ diye yazıyorsam, bir sebebi var. Bu takım şampiyon olacaksa seninle olur Sergen.
Takım olarak ilk yarı sahadan istediğini çıkaran Beşiktaş, ikinci yarı frene bastı. Yalnız gözden kaçmasın, sahanın fotoğrafı güzel. Çok sert bir zemin, futbolcular ayakta çok zor duruyor. Bu sahada top oynamanın zor olduğunu gözlemledim. Ronaldo bilirkişi. Söylenecek laf yok. Ve iddia ediyorum, şu günün dünya futbolunda, oynadığı yerde ondan iyisi de yok. Ali Eren çok iyi bir akşam yaşadı. Ali Eren'i bu sezon en iyi topunu oynarken gördüm. Takımda pek kötü oynadı diyeceğim oyuncu yok. İbrahim'in, İlhan'ın, Ahmet'in olmadığı bir kadro da işini gördü.
Hep böyle oynamalı
Nouma ilk yarı bence iyi oynadı. Çok iyi yerlere kaçtı, defansta da hava toplarına yardımcı oldu. Pancu'nun sakatlığının geçmesi, bu takım için önemli. Giunti de çıkana kadar Tayfur'la iyi eşleşti. Hele hele ilk yarı kaleci Cordoba yere bile eğilmedi. Bu da Beşiktaş'ın artısı. Az pozisyon vermek futbolda büyük avantajdır.
Maçın hakemi, benim tuttuğum bir genç. Başladığından bu yana çok beğeniyorum. Tabii ki, birkaç hatalı düdük çalacak. Gösterdiği kartların hepsi doğru. Bir de kompleksi yok. Bu tarafını çok seviyorum. Futbolcularla iyi diyaloglar kuruyor, ceza düdüklerinde bile gülebiliyor.
Beşiktaş çok zor deplasman diye gördüğü bir maçı 3 puanla geçti. Artık puan kaybının telafisi olmayan haftalara girildi. Beşiktaş ‘‘zirvede kalacağım’’ diyorsa, hep böyle düşünüp, hep de böyle kazanmalı. Malatya takımı bir düşüş içinde. Ama Ziya, geri dörtlü oynattığı oyuncuları hep stoperlerden seçmiş. Orada bir dengesizlik var. Bayağı pozisyon veriyorlar. İşler de kötü gitti mi, kambur kambur üstüne gelir. Malatya da bu aralar o kamburu taşıyor.
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2003
<B>DÜN</B> akşamki oyun öncesi korkularım vardı. Denizlispor taş gibi takım. Deplasmanda da <B>'Daha iyi oynuyarlar'</B> diye düşünüp maça gelmiştim. Beklediğim olmadı. Sergen diye bir usta sazı eline aldı. Maçı kazandırdı. Sonra oyundan çıktı. Maç da bitti.
Bu futbolda şu demek; büyük bir ustan varsa, o usta da o maç için iyi oynuyorsa, maçı kazanırsın. Çünkü Sergen çok yönlü bir oyuncu. Hem oynatıyor, hem oynuyor. Hem gol yerine top atıyor, hem de gol atıyor. Verdiği göz keyfini de kulak arkası yapmamak lazım. Çünkü futbol aynı zamanda şov oyunu.
Beşiktaş'ın dün akşam oynadığı 1 saatlik bir futbol var. Hakikatten iyi. Atılan 2 gol var, kaçan penaltı var, en az da 5-6 tane kaçan pozisyon var. Tersine alalım, Denizlispor'un 'Ah bu da kaçar mı?' dediği pozisyon yok. Demek ki, Beşiktaş iyi bir futbol akşamı yaşadı.
Ben dün akşam Tayfur'u da çok beğendim. Hem çok koştu, hem iyi toplar verdi. Şimdiye kadar oynadıklarının en az top kaybıyla oynadı. Giunti de faydalı bir oyuncu. Hem az top kaybediyor, hem de ilk pozisyonlarda rakibine basıyor. Tayfur-Giunti'nin dün akşam iyi oynaması Pancu ile Yasin'i aratmadı.
Penaltıcı bulun
Ronaldo'dan bahsetmek pek işime gelmiyor. Adama ha babam iyi oynuyor. Yazılacak bir şey bulamıyorum. Pascal'ı da geçmiş oyunlara göre diri gördüm. Bu Beşiktaş için olumlu bir gelişme. Çünkü rakibi yıpratarak oynayan bir forvet. Sergen'e de attırdığı gol birinci sınıf asistti.
Denizli takımı benim beklediğimden daha kötü top oynadı. Gol pozisyonu bulamadı. Ama yine de gözden kaçmasın, Beşiktaş takımı sahanın her metrekaresini ufalttı, daralttı. Top oynayacak yer bırakmadı.
Maçın hakemi çabuk oynanan futbola yardımcı oldu ama yine maçın önüne çıkma çabasını beğenmedim. Yine de maçın neticesine tesir edecek bir hatanın içinde de olmadı. Neticede Beşiktaş zor gördüğü oyunu kolay geçti. Yalnız bu takımın bir penaltıcısı olmayacak mı? Hemen hemen kaçırmayan adam kalmadı. Lucescu, gözünü seveyim bir penalıcı yarat, kaçıracaksa o kaçırsın. Dün Beşiktaş istediğini sahadan çıkardı. Fazla da uzun etmenin alemi yok.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2003
<B>ELİM </B>bir trafik kazasında kardeşimi kaybettim. Canımdan can düşürdüm. Yakından tanıyanlar bilir, sevdiğim insanlara ‘‘güzel adam’’ diye hitap ederim. Kardeşime ‘‘kocaman adam’’ diyordum. Gerçekten koca bir yüreği vardı. Tek başına orduydu. Şıktı, bilge insanlığının yanına yaklaşmak çok zordu.
Ben hayat kabuğumu düşürdüm. O'nun adamlığı benim sığınağımdı. Akla ihtiyaç duyduğumda liste başımdı. Yaşça ufaktı ama ağabeyimdi. Arkama baktığımda çok şeyi unuttuğumu görüyorum. Bu, bana da, ailemize de ağır fatura oldu. Unutmam mümkün değil. Ders de çıkardım. Hayatı tarif ederken, ‘‘İnsanların bir elinde elma şekeri, diğerinde de acı biber var’’ derim. Acıyı yedik. Cenaze merasimine katılan dostlara, telefonla ulaşanlara, telgrafla acımızı paylaşan büyük kalabalığa, yaradan, elma şekerinden bol bol yedirsin.
Acımıza refakat ettiniz, paylaşımınızın samimiyetine Okyar ve Bilol aileleri olarak, teşekkür ediyoruz. Yan tarafta ‘‘kocaman adam’’ın, dostlarına 2003 yılbaşında yolladığı yeni yıl mesajını okuyacaksınız. Bana göre bu mesaj, veda mektubu. Rahat uyu ‘kocaman adam.’ Ne kadar da seviliyormuşsun.
İstanbul, 07.01.2003
Sevgili Mancorna Dalış Ekibi ve Mancorna Motosiklet Ekibi dostlarım...
Etrafımızda bulunan ve bizlere hep ‘Yahu artık dalmayın ve motosiklete binmeyin. Üşürsünüz, hasta olursunuz, riskli işler yapıyorsunuz vs’’ diyen sevgili dostlarımıza 2003 yılındaki mesajımdır, böylece biline.
DENİZİ VE DALMAYI SEVİYORSAN
Dalgaları da
Titremeyi de
Heyecanı da SEVECEK
Ama denizle oyun olmayacağını da BİLECEKSİN.
MOTOSİKLETİ SEVİYORSAN
Yağmuru da
Rüzgarı da
Düşmeyi de SEVECEK
Ama kendi limitlerini de BİLECEKSİN.
‘‘KORKARAK YAŞIYORSAN, YALNIZCA HAYATI SEYREDERSİN.’’
Hoşçakalın ve 2003 yılında hep afiyette olun.
Sevgilerimle
Raif OKYAR
Beşiktaşlı'nın hali
KENDİMDE değildim. Futbol topu benim için patlamıştı. Lazio ile oynanan UEFA Kupası maçına, Antep deplasmanına da yüreğim elvermedi, ayaklarım da gitmedi. İnsan kaybı, ne oyun kaybıyla, ne puan kaybıyla aynı kantara çıkmıyor. Onu da anladım. İngiltere milli maçına da gitmeyeceğim. Topu Denizli maçında şişireceğim. Şimdi geçmiş iki maçın arasında bir gidip geleyim...
Televizyondan seyredip aldanmış olmak da istemem. Ekrandan seyredip yorum yapmak, pratiğimde yok. O iki maç öncesi ana fikrim vardı. Lazio ile oynarken, ‘‘İtalyanlarla caddede bile oynamak zordur, ilacı da sabırdır’’ diye düşünüyordum. Hiç düşündüğüm gibi olmadı. Lucescu'nun ilk defa geride dört kişi oynatmasını yadırgayanlar oldu. Çabuk yenilen iki golde geride dört kişiyle oynamanın yakından uzaktan alakası yoktu. İlk 10 dakika ailecek öbür tarafa gidersen, başına gelecek buydu. Sen korner atıyorsun, dönen top sana gol oluyor. Beşiktaş'ın UEFA Kupası'nda tırmandığı yer iyi. Bu öndeki sezona tecrübe olacaktır. İki-üç takviyeyle Beşiktaş'ın başa çıkamayacağı Avrupa takımı olmaz.
Ligin sonunu bekle
Gelelim Antep oyununa... Her futbol takımının sahanın içinde gizli sorunları vardır. Sahanın dışında düşünen adamın eli de değmez, aklı da. Oynayanların aklı erdiğinde sorunlar azalır. Yenilen bir gol var, yedi tane Beşiktaşlı oyuncu altıpasın içinde. Top da korner topu. Her türlü hazırlığını yapmışsın ama kalabalıksın. Çok adamın olduğu yerde topu birbirine bırakırsın. Rakipten kaç kişi varsa, sen de o kadar olacaksın. Bir de jokerin olacak. Daha Türkçesi, bire birde mesuliyet alıp, zamanlama ve pozisyon hatası yapmayacaksın. Ben son üç-dört maçta Beşiktaş'ın defans zaafı olarak bunu görüyorum.
Haftada iki maç oynamak Beşiktaş için kolay değildi. Kaldı ki, böyle bir kültürü de yoktu. Hem fizik, hem kafa yorgunluğu tabii ki, yıprattı. Bundan sonrası arkasına sığınılacak mazeret bırakmadı. Benim Lucescu'ya da, oynayan oyunculara da büyük güvenim var. Lig öyle bir hale geldi ki, sezon sonuna kadar üç takım atbaşı gidecekler. Az hata yapan kazanacak. Gönül favorim Beşiktaş. Beşiktaş şampiyon olsun istiyorum. Mantık favorim ise ‘‘Vedat, ligin sonunu bekle’’ diyor.
Kısa ve öz
HEPİMİZİN takımı, çarşamba akşamı İngiltere ile kapışacak. Fazla uzatmadan aklımın bastığını söyleyeyim... İki takımın futbol oynama tarzı çok değişik. Bizim avantajımız var, tabii kullanılabilirse. Uzun boylu oyuncu, kısa boyluyla oynarken büyük sıkıntıya girer. Bizde öyle oyuncular var ki, fazla marifetli kısalar. Oynamak istediğimizi bu çocuklarla İngilizlere kabul ettiririz. Tugay, Emre, Okan, Nihat, Yıldıray hem kısa, hem de Avrupalı. Benim düşündüğüm manada oynayabilirlerse maçın üçte ikisinde top bizde kalır. Biz, dünya üçüncüsüyüz. Bu maçtan korkulacaksa, İngilizler korksun. Bir de işin matematik tarafı var. Beraberlik bile bizi daha yukarı taşır. Ondan sonrasını onlar düşünsün, yerine gelir. Oyunun her azalan dakikası bizi rahatlatır, İngilizleri sıkıntıya sokar. Kısa ama böyle.
Yazının Devamını Oku