Vedat Okyar

Tabelaya bakmadan

1 Haziran 2003
Bu sezon ilk defa, tabelada hangi numaralar yazıyor, diye bakmadan maç kritiği yapacağım. Her iki takım da, bu ligden istediğini çıkarmış takımlar. Hafızam beni aldatmıyor ise, sezon ortasında, hem de bir maç fazlasıyla 16 puanda olan Samsunspor vardı. Fikstürü de ürkütücüydü, ama benim de bir iddiam vardı... ‘‘Sakıp'ın mesuliyet aldığı takımların düşme şansı yok’’ diyordum. Öyle de oldu. İğneli fıçıdan çıktılar. İkinci iddiam kendi takımım içindi. ‘‘Bu kadro Türkiye'nin en iyi futbol kadrosu, fikstür zorluğu var deniyor ama, fikstür zorluğu kağıt üzerindedir. İyi takım her yerde kazanır’’ diyordum. Ukalalık yapmak istemiyorum ama, iki türlü de bildim.

Dün akşamki oyunun bana göre ana fikri Lucescu'nun, oynattığı oyunculara çok üst seviyede iş ahlakı aşılamış olması. Bu takım şampiyonluğu kazandı, eğlendi ama, Samsun'da sanki ligin başı gibi top oynama gayretindeydi. Bunlar futbolda kendiliğinden olacak işler değil. Ben de onun için hep diyorum ki, ‘‘Kenarda mesuliyet taşıyan adam, oyunun içinde kullandığı oyunculara mesuliyeti aşılarsa, herşey iyi gider.’’

İçgüdüsel futbolcu

Bir paragraf Ali Cansun'a açmak istiyorum. Yine sezon ortası hazırlık döneminde bu çocuğu Antalya'da seyrettim. Ve şöyle demiştim; ‘‘Golcü futbolcu içgüdüsel futbolcudur. Gol yerini iyi seçer. Gol yerine de kendiliğinden gider. Bir kaleciyi, bir de golcüyü çok çalıştırarak iyi oyuncu yapamazsınız. Onlar öyle doğar. Ali öyle doğmuş. Kulak arkası yapılmasın, bu çocuk biraz yaşı yol aldıkça bu ülkenin büyük golcüsü olacak. Adama, gol yerine giden topta, sanki daha önceden mektup gidiyor.’’

Dün akşamki oyunda üç tane futbol insanı faal futbol işlemlerini bitirdiler. Biri hakem, biri yardımcı hakem, bir de Ertuğrul... Ertuğrul, Beşiktaş formasında emeği, teri olan bir kardeş. Bundan sonra da futbol hayatını kenar adamı olarak sürdürmeyi kafasına koymuş. Kendi profesyonelliğini, yetiştireceği oyunculara aşılayabilirse, ki ben eminim. Çok iyi bir futbol kenar adamı daha geliyor, diye düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku

Adamcağız kazandı...

26 Mayıs 2003
<B>LİGİN </B>ilk yarısındaki oyundan sonra Fatih Terim, Lucescu'yu hafife alarak, burun altından da gülerek <B>‘‘Adamcağız kazandı’’</B> dedi. Ben de yorum yapıyordum. O gün için bir şey söylemedim. Bugünü bekledim. Fatih, hafife aldığın adam şampiyon oldu be kardeş...

Hiçbir takım kendiliğinden şampiyon olmaz. Bu adamın büyük emeği var. Emeğine de, terine de sağlık.

Bütün oyuncuların biraz fazlası, biraz eksiği de olsa, bütün oynayanların ayaklarına sağlık.

Beşiktaş büyük taş

Beşiktaş'ın muhteşem bir seyircisi var. Koca sezon bu takımı yalnız bırakmadı. Hepsine helal olsun.

Beşiktaş bu sene camia olarak hep beraber düşündü, hep beraber istedi, hep beraber sevinmeyi de hak etti.

Dünkü maçın nasıl oynandığına bakmıyorum. Ben biliyordum ki Beşiktaş, Lucescu'nun direksiyonunda oyunun her azalan dakikasında kendisine avantaj çıkaracak bir skor yakalayacaktı. Öyle de oldu. Kaçan goller de var, direkten dönenler de.

Önemli olan dün akşamki oyun için bu sezonun şampiyonu çıkmaktı. O da oldu.

Hakem yanlış düdük üfledi. Yanlış kart gösterdi. Vıdı vıdısına girmiyorum. Hakem için zor oyundu. O kadarını söyleyeyim.

Beşiktaş büyük taş. Boşuna büyük olunmaz. Şampiyonluk bütün camiaya hayırlı uğurlu olsun...

Şu kadroya da 2-3 aklı başında transfer yapılırsa, bu takım Avrupa'da da büyük iş görür.
Yazının Devamını Oku

Anlamlı ödüller...

24 Mayıs 2003
<B>ÜÇ</B>-beş sene oldu, ödül almaktan vazgeçtim. Ödül verecek üniversitelere, okullara, cemiyetlere, basın kuruluşlarına kendimce keyifli itirazım var. Diyorum ki, ‘‘Ödül alacak yaşı geçtim, ödül verecek yerde duruyorum. Aslanlar gibi genç bir nesil geliyor. Çok beğendiğim genç nesilin içinden spor yazarları var. Onları seçin, ben de ödüllerini verme keyfini yaşayayım.’’

Anlattığım keyfi hafta arası yaşadım. Turkcell Futbol Ödülleri'nde ‘‘Nisan Ayı Futbol Değerleri’’ seçildi. Benim bir tek oyum var. Bu, kapalı oylama. Absürd bir şey demem, kullanmam da. Oyum kime, evime bile söylemem. Ödülü Arif aldı, ben de ayakta alkışladım. Jürilere katılmak isteyen adam da değilim. Yani, jüride ilk defa milli oluyorum.

Arzu Savaş diye benim manevi bir kızım var. Onu kırmam mümkün değildi. Hem Milli Takım'da, hem de son dönem Beşiktaş Voleybol Takımı'nda emeği var, teri var. Arzu'yu kırmadım, iyi de etmişim. Bazı şeylere dilim dönmez, aklım da ermez. Turkcell Kurumsal Bölüm yöneticisi çok şık bir bayan tanıdım. Adı Zuhal Şeker. Arif'e ödülünü, bu güzel kız verdi, kendim vermiş kadar oldum. Neticede Turkcell'in bu projesi, anladığım manada gerçek sporseverin tepkisini ve daha güzelini bulma yönünde arzularını dile getirebileceği bir iletişim platformu. Alkışlıyorum, parmak kaldıranın bile katkısı olur, diye düşünüyorum.


Nevzat Demir


AYRINTILARA takılmam, kabadayılığa takılırım. Nevzat, peşine takıldım. Sen ağasın. Ağa lakabı almak kolay değil, senin çayını içmedim. İyi bir Beşiktaşlı olarak seninle yan yana geldiğimde, yanımda olman hayat ikramındı. Sen ne güzel bir Beşiktaşlıymışsın kardeş. Para ile pulla ikram olmaz. En azından ben iyi bilirim. Çünkü öyle yaşıyorum. Dünyayı dolaştım, gidip, taştı, kumdu, denizdi gezmedim de, dünya kulüplerinin futbol tesislerini gördüm. Senin Beşiktaş'a yaptığın tesis başka bir şey. Daha güzelini görmedim. Başka bir manada da denkleştirmem mümkün değil. Güzel Beşiktaşlı, benim yakın akrabam. Sevgili Serdar'la girdiğin başkanlık yarışında kongre kaybettin. Ama neler kazandın biliyor musun? ‘‘Başkan olmasam da tesis yapacağım’’ sözünün arkasında durdun, fazlasını yaptın. Seni seviyorum, seni büyük Beşiktaş kalabalığı da çok seviyor. Bu duyulan sevgi, seni Beşiktaş insanının unutulmazlığına taşıdı. Ne mutlu sana, ne mutlu da bana, ‘‘Böyle bir Beşiktaşlım var’’ diye vallahi böbürleniyorum Nevzat.


Utanayım istiyorum...


UZUN senelerdir futbol topu nereye giderse, ben de oraya gidiyorum. Hep, ‘‘Türk futbolu bir yere gelecekse, kendi insanımdan olur’’ diye tepindim durdum. Bu, Fatih ile başladı, Mustafa ile yol aldı, Şenol'la da sessiz bir dünyanın içine girdi. Bu ülkenin insanı, uyuyan bir toplum değil. Herkes, her şeyin farkında. Biz Haziran'ın 7'sinde çok önemli bir virajdayız. Ama ‘‘Hepimizin Takımı’’ için yazılmış iki satır laf yok. Şenol, Milli Takım Antrenörü olduğunda, ‘‘Şenol'un adamlığı değil, futbol karizması hafif sıklet’’ derken, bunları dile getirmek istemiştim. Haksız mıyım güzel insanlar?


Şaka maçı değil


Kiminle ne vakit oynayacağımızdan haberi olmayan büyük bir kalabalık var. Bu nasıl iş? İşin sahibi ben değilim, direksiyondaki adam Şenol. Biz dünya üçüncüsü olduk, Şenol bunu iyi mi kullandı? Hayır, hem de elli

kere hayır. İyi futbol takımları kazanma alışkanlığını, tiryakilik olarak kullanan takımlardır. Şaka maçı diye görülecek milli maç olmaz. Son oynadığımızı dört yiyerek bitirdik, sekiz tane de olurdu. Şimdi çok ciddi bir yere gidiyoruz. Benim ölçülerimde, kazanmak için de hiçbir hazırlık yapılmadı. Bilirmisiniz ki, şu yazdığım yazı için utanmak isterim ve de o gün inşallah kazandığımızda yazı başlığım da aynen şöyle olur; ‘‘Utandım ama seviniyorum.’’


Yok ama çok


YARIN
öyle bir gün ki, bu işin göbeği kesilecek. Her zaman yaptığım gibi, yine öyle dile getiriyorum. Yangın çıksın da istemiyorum, onun için maç öncesi yorumum yok, sonrasında söyleyeceklerim çokkk!
Yazının Devamını Oku

Ucu göründü

18 Mayıs 2003
Beşiktaş'ın ikinci yarı fikstürü pek iç açıcı değil, diyenler doluydu. Ben de kendimce, fikstürün kağıt üstünde olduğunu, saha içinin de çok değişik bir yer olduğunu hisseden bir adam olarak, ‘‘Fikstür avantajı futbolda yoktur’’ diye tutturmuştum. Bu yalnız bu sene için değil. Bundan sonraki seneler için de geçerli. Bir takım, iyi bir futbol ailesiyse, deplasmanda değil, gezegenlerde, ayda oynasa kazanır arkadaş. Tıpkı Beşiktaş'ın yaptığı gibi.

Beşiktaş'ın sezon başından buyana teklediği bir tek deplasman maçı gördüm, o da Diyarbakır'da. Bembeyaz sütte bile leke var, futbolda da olacak. O mağlubiyetin sonrası bile ‘‘Beşiktaş bundan sonra kaybetmez’’ diye iddialarım vardı, haklı çıkmanın da keyfini çıkarıyorum. Ama bu işte emeği olan terini sahaya bırakan bütün futbolcuları da ben şimdiden kutluyorum.

Kenardaki adam

Ligin zirvesi öyle bir hale geldi ki, futbolcuların içinde dolaşıp da, ‘‘Şu iyi oynadı. Bu iyi oynadı’’ diyecek halim yok. Hep beraber düşünüyorlar, hep beraber oynuyorlar, hep beraber de sevinecekler.

Kenardaki adam önemli. Lucescu, benim gördüğüm en akıllı teknik direktörlerden biri. Bu takıma, başka bir futbol oynama karakteri kazandırdı. Beşiktaş'ın öne geçtiği maçta hiçbir kaybı olmadı. Galipken nasıl oynanır, futbolcularına ezberletmiş. Tabii ki bu takım istediğini alacaktı, bence iki hafta kala da aldı.

Futbolcuları ayırmıyorum dedim, ama Dobra'ya iki laf edeyim. Bundan önce neredeydin be arkadaş? Bu ülkede en iyi topa vuran adam sensin. Dün bir vurdun, pir vurdun. Sezon içi bunları biraz deneseydin, attığın gol 15'in altında olmazdı. Beşiktaş'ın puan farkı da 10'un üstünde olurdu. İnşallah sonlarda yakaladığın veyahutta aklına gelen vuruşlarını, önümüzdeki sezon yaparsın.

Şampiy diyorum

G.Birliği'nin bu sene ligimize kattığı göz keyfini gözardı etmiyorum. Çünkü hangi rakiple oynarlarsa oynasınlar, onları da iyi top oynamaya zorlayan bir ekip. Dün akşam, 10 kişi kaldılar, yine oyundan kopmadılar. Onlara Türk futbol seyircisi olarak teşekkür borcumuz var. Ben şahsen ediyorum, kim katılır bilmiyorum.

Maçın hakemi, bana göre böyle zor bir maçın içinden, hiçbir kötü düdük üflemeden çıkmayı bildi. Zor oyundu, zoru kolaya getirdi.

Bu işin ucu göründü. Beşiktaş ‘‘ŞAMPİY’’ diyorum, iki tane harfi de bu takımın oyuncuları ilave edecekler.
Yazının Devamını Oku

Ah şu kompleks ah!

17 Mayıs 2003
<B>YUMURTA </B>kapıya dayandı. Şimdilerde sazla, sözle birbirlerine girenler varmış. Binlerce telefon, faks alıyorum. Yolda çevirenler de cabası... ‘‘Vedat ağabey, Beşiktaş'a sataşanlara niye cevap vermezsin, anlayamıyoruz’’ şikayetleriyle karşı karşıyayım. Afedersiniz, biraz zamanınızı alacağım, anlatayım istiyorum... Elhamdülillah müslümanım, sonra da Beşiktaşlı. Ama Beşiktaş'ın amigosu değilim. Beşiktaşlıyım derken, diğer camialara da büyük saygı duyarım. Spor yazarı falan da değilim, ben Beşiktaş'ın futbol yorumcusuyum, takımımın maçlarını yazar, bir de ulusal takımımızla iştigal ederim.

Tüm insanların olduğu gibi, benim de hayatımda özellerim var. Çok koyu bir Beşiktaşlı olan Ali İhsan Balcı yakama yapıştı, ‘‘Bak Vedo, Ahmet Çakar diye Beşiktaş düşmanı bir kardeş var. Nasıl ben, senin yakana yapıştım. Sen de onun yakasına çök. Yok, yapmazsan senden uzak duracağım’’ dedi. Ali kardeşim eski futbolcu, Samsunlu. İzmirspor, Erzurumspor, Galata'nın eski futbolcusu. Yani futbolun içinden biri. Ahmet Çakar ne söyler, ne yazar bilmiyorum. Ahmet'le ben cereyanları çok eskiden kestik. Ali'nin ve Beşiktaşlılar'ın hatırına Ahmet faal hakemken yazdığım eski bir yazımı arşivden çıkartıp, bugün kullanıyorum. Yani şunu demek istiyorum, Ahmet için fikrim değişmiş değil. Kompleksli insanlardan daima korkmuşumdur.

İŞTE O YAZI

Sen ne yaptın Çakar?

HAFTA
arası anlamı büyük bir vazife üstlendik. Biz ülke olarak çok güzel insanların oluşturduğu bir kalabalığız. Bosnalı çocuklar için de gönül gönüle olduğumuzu bir defa daha ispatladık. Sıkıntıya düştüğümüzde tek yumruk olabiliyoruz. Sıkıntıda olanlar için de... Demekki, bizim kanımızda bu var. Ama bu gönül maçına gölge düşüren bir adam oldu. İsmi de Ahmet Çakar.

Ahmet,
bir zahmet buna cevap ver... Yaptığın ayıp, ne anlatılır, ne anlaşılır gibi. Ben senin hakemliğe adım atışından bu yana, ‘‘Aman iyi hakem geliyor. Koruyalım, arka çıkalım’’ fısıltıları ürettim. Ben bunları yaptım diye sen iyi hakem olmadın. O sinyalleri benim gibi görenler de oldu. Buralara taşındın. Ülkeyi de aştın, Avrupa'da hatırı sayılır bir ismin oldu. Yanlış anlama, hak ettiğini kullanır da oldun. Benim için de öyleydi, taa ki son salı akşamına kadar.

Elli senedir bu işin içindeyim, bir hakem için en büyük korkuya ne zaman düşerim, bilir misin? Kompleksli hakem için... Son görüntün bu tarifin içinde değil, tam ortasında. O gece oynanan, maç değil ki, bir iyi niyet oyunu. Attığın adamın niyeti ne topa, ne adama. Bosnalı çocukların geleceğine, cebine, kalbine. Zaten sahadan çıkan İspanyol oyuncu, sana itiraz bile etmedi. Ama çıkarken, göğsünde taşıdığı Bosnalı çocukların amblemini gösterdi. İnan o ara benim dünyam değişti. İnanıyorum ki, senin kompleksinden dolayı, sırtın bile terlememiştir. Ama benim iç organlarım üşüdü. Bundan sonra sen iyi hakem misin, yok kötü müsün, yorumum olmayacak. Hakemliğini salı akşamı gördüm. Ayrıca doktorsun. Kulağıma gelen kadarıyla, doktorlar aynı zamanda psikologmuşlar da... Bu nasıl psikologluk acaba?

Bak Ahmet, şöhret taşınması çok ağır bir yüktür. Yükselen adamın inan çizgisi tevazudur, mütevazılıktır. Kompleksin yangın çıkardı. Ateşle oynarsan, yanmayı göze alacaksın. Sen, küllüm oldun. O akşam için ben hakem olsam, ne yapardım bilir misin? Hakem kıyafetimi giyerdim, düdüğüm de elimde olurdu. Ama sarı ve kırmızı kartlarımı kesinlikle soyunma odasında bırakır, çıkardım.


Şeref Nasır


SEVGİLİ Cavcav'ın televizyonda söylediklerinden irkildim. Onun gibi tecrübesi derin bir insanın şanssız beyanları itibar kaybıdır, diye düşünüyorum. Ve şuna da inanıyorum ki, camiasını bu yüzden sıkıntıya soktuğu için bin kere de pişmandır. Bir gün sonra CNN Türk spor programında Beşiktaş Divan Kurulu Başkanı Sayın Şeref Nasır'ın röportajını seyrettim, dinledim. Vücut diliyle de, kullandığı dille de Beşiktaş terbiye hudutları içinde Sayın Cavcav'a cevap verdiY. Sayın'ı bırakıp, arkadaşlığa dalayım. Makamına saygı duymamam mümkün değil. İkimiz baba dostuyuz. Babalarımız iki iyi arkadaştı. Şimdi de biz. Onun için Şeref diye hitap edeceğim...

Divan Kurulu, kulübün, menfaatlerini ve manevi değerlerini koruyan, tüzüğün uygulanmasına ve tatbikine çalışan bir nevi senato gibi en üst kuruludur. Şeref, esasında bu geç kalmış bir yazı. 2002'nin Nisan ayında göreve başladın. İlk toplantılarda yönetim kurulu ile ters de düştün. Ama sen ve kurulun yumuşak bir dönüşle yönetimle kol kola girdiniz. Divan Kurulu, üyelerine sağlık hizmetleri veriyor. Ayrıca Hukuk Kurulu da, isteyen üyelere sorunları hakkında bilgi veriyor. BJK'nın Süleyman Seba Caddesi'ndeki binasının üst katında Beşiktaş maçlarının izlenilebileceği bir salon ve kütüphane yaptınız. Ara ara bu binada yapılan toplantılarda, üyeleri uzmanlar tarafından bilgilendiriyorsunuz. Son toplantıda BJK Futbol Yatırımları ile BJK Derneği arasındaki ilişkiler çok net şekilde anlatıldı. Sevgili Şeref, sen ve çalışma arkadaşların yol gösterici ve danışılan bir mini genel kurul havasına girdiniz. Sadece eleştiren değil, araştıran, proje üreten, yol gösteren yeni ve doğru bir anlayışı uygulamaya koydunuz. Katkılarınızın daha da büyüyeceğine inanıyor, seni de öpüyorum güzel adam.

Kuzu yendi, kaldı kuyruk

LİG uzun bir tünel. Uzun yol şoförü olmak için, tabii iyi seçimler kaydıyla, ligin başı çok önemli. Beşiktaş yönetimi iyi bir futbol kadrosu yaptı. Bundan sonra kısa metrajda sprinti yapacak olan Beşiktaş'ın futbolcuları. Son oyunlara kadar zirve patinaj yapıyordu, zemin kaygandı. Galatasaray ve Gençlerbirliği tutunmaya çalışırken, birbirlerine çarptılar. Kendinden fazla kaybedenlerin avantaj fazlalığı da Beşiktaş'a geçti. Bugünkü maç Beşiktaş'ın her türlü avantajıyla süslü. Beşiktaşlı oyuncu, Ankara'ya ‘‘Yabancı yerde oynayacağım’’ diye bakmamalı. Ankara, Beşiktaş'ın kalesi. Tribünde yine büyük kalabalık olacak. Yüksek de ses çıkacak.

Bana göre, futbol tartan kantarımın ibresi ‘‘Şampiyon Beşiktaş’’ diyor. Kaldı ki, gönül favorim hep tuttuğum takımın yanındadır. Bu sene mantığım da, ‘‘Beşiktaş şampiyon olacak’’ diyor. Eğer tahminimde yanılırsam, çok üzüntümün dışında bana bir şey olmaz. Ama bu büyük camianın her türlü yerine kocaman kocaman rahatsızlıklar taşınır. Oynayan güzel kardeşlere sesleniyorum. Koca bir kuzuyu yediniz, kaldı kuyruğu, sakın ola kuyruğu kaptırmayın.
Yazının Devamını Oku

İşlerini gördüler

11 Mayıs 2003
<B>BEŞİKTAŞ, </B>çıkmaz sokaktan çıkmayı bildi. Dünkü karşılaşma iki türlü zordu. Maç öncesi düşüncelerim <B>‘‘Beşiktaş'ın ligin zirvesindeki rakiplerinden deplasmanda 4 puan çıkartan rakip kolay olmaz’’ </B>diye idi. Bir de fazlası var; Yılmaz Vural faktörü. Ben, bu adamı hem çok seviyorum, hem çok korkuyorum. Adam nereye giderse gitsin, o takıma eli değiyor. Uzun vadesine karışmam, ben kısasından bahsediyorum.

Neyse gelelim maça... İlk yarı seyrettiğim Beşiktaş'ın varamadım tadına. Bulunan iki penaltı pozisyonu var. Üflenen de iki doğru düdük. Biri içeri gitti, biri Murat'ta kaldı. Sergen Usta, ikinci vuruşta benim tribünden bile anladığım yere vurdu. Penaltı öncesi kaleciye telefon açsa, aynı şey olurdu. İkinci yarı oyunu sahiplenen, istediği topu rakibe kabul ettiren bir Beşiktaş seyrettim. Beş tane yüzde yüz gol pozisyonu var. Kaçıranlara ‘‘marifetsiz’’ demeye dilim varmıyor. Ama Adanaspor'un kalecisi Murat'ın marifetini de alkışlıyorum.

Kazanana bakacaksın

Zaten enteresan bir futbol akşamı seyrettim. Cordoba oynadığı topla maçı üç puana bağladı. Murat da kurtardıkları ile maçı 1-0'da tuttu. Maçın içine dalıp oyuncular arasında tur atayım istemiyorum. Vıdı vıdı yapmanın zamanı geçti. Kazanana bakacaksın. Ama gözardı da etmiyorum. Harika bir maç yöneten hakem seyrettim. Oyunun havasını aldı. Öyle başladı, öyle de bitirdi. Bir yerde atlamış olabilirim.

Yasin topla elle oynadıysa bu penaltı ama görme yeri de zor. Ben görmediğimi söylüyorum. Herhalde O da görmedi. Neticede Beşiktaş, fikstür zorluğu denen maçları da tek tek geçmeye başladı. Benim de bir iddiam vardı. ‘‘Fikstür kağıt üstündedir’’ diyordum. Topun sahanın içinde oynandığını vurguluyordum. Galiba haklı çıkacağım.
Yazının Devamını Oku

Kazanma zamanı

4 Mayıs 2003
<B>BEŞİKTAŞ</B>, dün akşam için bana göre yarım sıfır kazandı. Yarım gol atacak kadar oynadı. Ama ligin öyle bir yerine geldik ki, yarım sıfır da kazansan kazanma zamanı. Dün akşamki oyuna şöyle bir bakıyorum. İlk yarıda tek bir pozisyonu olan Beşiktaş. Sezonun başından bu yana Beşiktaş'ın İnönü'de oynadığı maçlarda ilk defa bu kadar sıkıntıya düştüğünü gördüm. Burada Lucescu masum değil. Altay defansı uzun adamlardan oluşan bir defans. Topu hep havaya vurarsan, o iş olmaz. Olmadı da. Lucescu'nun tek çaresi vardı; helikopter kiralayacaktı.

İkinci yarı oyunun biraz şekli değişti. Adamlar da 10 kişi kaldı. Kalışlarına da şaşırdım kaldım. Ya bu kartlar, hakemler tarafından hediye kartı mı zannediliyor?. Kardeşim, ceza kartı ceza... Günah değil mi o futbolcuların emeğine.

Beşiktaş golü bulana kadar. Tümer'i bulamadı. Tümer sağ tarafa geçtikten sonra Altay takımının dengesini bozdu. Ters ayaklı adam, rakibe ters pozisyon hataları yaptırır. Kendi kalelerine attıkları gol de öyle oldu. Ahmet Dursun ikiyi buldu. İnşallah kendisini de bulur. O bulduğu golü kendi yarattı.

Kırmızı kart yanlıştı

Beşiktaş takımında sezon başından beri ha babam çok iyi oynayan 3 oyuncusu var. Cordoba, Zago, Ronaldo bu takımın yaşam sigortası.

Oyunun ikinci yarısına Eser diye bir kardeş girdi. Çok genç bir çocuk. Ama çok şey vaad ediyor. Nerede duracağını biliyor. Rakip ile topun arasında topu kullanmayı biliyor. Gol yerinin de kokusunu iyi alıyor. Fiziği de iyi. Daha ne olsun ki.

Maçın hakemine vıdı vıdı yapayım istemiyorum. Ama gösterdiği kırmızı kart yanlış kere yanlış. Öyle aldatmaca da olmaz, öyle kart da. Altay takımını yürekten kutluyorum. Bu takım 2. Lig'den çıktığı kadro ile Süper Ligi oynuyor. Helal olsun hepsine. Tabi gözardı etmiyorum başlarındaki Hüseyin Kalpar'ı. Çok marifetli bir adam. Hangi takıma gitse, o takımı ayakta tuttu. Altay'ın biraz cüzdanı iyi olsaydı buralarda olmazdı.

Neticede Beşiktaş sahadan çok önemli 3 puan çıkardı. G.Birliği'nin kaybıyla da tek rakipli bir ligi bitirecek. Başkasının kaybıyla da şampiyon olunmaz. Şampiyon olacaksan, sen kazanacaksın.
Yazının Devamını Oku

Öfke, korku ve maske

3 Mayıs 2003
<B>MİLLİ </B>Takımımız kötü bir çarşamba akşamı yaşadı. Hepimize de yaşattı. Bu ülkenin insanı takımıyla iyi şeylere alışmışken, yokuş aşağı inen, takım hüviyetinden çıkan, çabuk oynayalım da çabuk bitsin, mantalitesinde bir takım seyretmeye başladı. Son Çek oyunu hiç hoş değil.

Futbolda yenilmeye alışmak kadar önüne geçilemez, önlem alınamaz duygu yoktur. Son oyunda öcü gördüm. Haziran başında oynayacağımız en önemli maçımıza kötü sinyaller gönderdi. Hep beraber düşünüp oynayan, sevinen takımdan eser yok. Vakit olarak da kalan bir ay var. Futbol takımına fizik gücü yüklemek için bu epey bir zaman. Kaldı ki, oyuncular, kendi takımlarında zaten çalışıyorlar. Bu vaziyette Şenol'un fizik gücü yüklemeyle pek sorunu olamaz. Sorun kafada, yürekte. Burada en büyük iş futbolcuların gönül gönüle vermesinde yatıyor. Bizim çocuklar kol kola girecekler, kendi oynamak istediklerini rakiplerine kabul ettirip, kazanarak dönecekler. Benim düşünüp hissettiğimi hem insan kaliteleri, hem de futbolcu kaliteleri olarak, bu çocukların yapacaklarına inancım büyük.

Şenol'a iki lafım var... Dünya Kupası'na giderken de, dönüşünde de seni relax halde hiç görmedim. Hep birilerini karşına aldın. Ne gereği vardı? Çok düşündüm bulamadım. Milli Takım'ın başına geldiğinde, karşıydım. Dünya üçüncüsü olduk, yine karşıydım. Şimdi de karşıyım. Tabii ki, adamlığına değil. Ben sadece senin futbol oynatma marifetinin çok üst seviyede futbolculardan oluşan bu takımın direksiyonuna geçmesine yetmez, diye düşünüyordum. Neyse saha içinden çıkıp, dışında duralım.

Kupa dönüşünden sonra sataşmadığın yer kalmadı. Hangi mikrofonu yakalasan, köpük köpük öfke üfledin. Diyorum ki, Şenol, öfke korkunun maskesidir. Bence sen de hep maskeliydin.

OLMADI FAİK

FAİK Çetiner,
sevdiğim bir kardeşim. Sevgili eşi, güzel kızı da akraba gibi gördüğüm insanlar. Faik televizyonculuğa soyunduğunda, destek olayım diye, o gün için çalıştığı kanala hiç para almadan, seve seve gittim geldim. Bu yalnız Faik'in hatırı için değil, yaptığı programın kalitesi ile de ilgiliydi. Faik kanal değiştirdi, Bizim Stadyum başka yere taşındı. Reyting adına ufak ufak Faik'te değişimler oluştu. Bir adım öne çıkayım, çabalarını görmeye başladım. Son programını seyrettim, yere uzanmış bir Faik gördüm. Sırtım terledi. Sen, ne yaptın be Faik! Alay edilecek değil, hürmet edilecek bir adamı Benny Hill Show müziği eşliğinde kepaze etmeye çalıştın. Seni bu ara bırakayım, Tamer Güney'i tanıtayım, yazının dibinde sana yine döneceğim.

Tamer Güney, benim 40 senedir arkadaşım. O, PTT takım kaptanıydı, ben de Bursaspor'un. Hazırlık kamplarımızı Uludağ'da yapardık. Çalışma saatleri dışında dinlenme molalarını iki kaptan olarak beraber geçirirdik. Tanıdığım nadir sporculardan biriydi. Ona özenirdim. Takımın kaptanı değil de sanki sahibiydi. Futbolcu arkadaşlarıyla diyaloğunu hep kendime örnek almışımdır. Sonrasında futbol eğitimcisi oldu. Türk futboluna kendisinin bile hatırlayamayacağı kadar genç futbolcu kazandırdı. Futbolumuza mantalite olarak büyük reformlar getirdi. Vitrine çıkayım, gösteri yapayım, diyecek adam değildir. Onun işi gücü, kafası hep altyapıdan nasıl iyi şeyler üretirimdedir.

Faik, anladığım manada, bir Fenerbahçeli olarak, Tamer'i içine sindirememişsin. Adamın ne kabahati var? Evine ekmek götürdüğü camia, ama doğru, ama yanlış, iş buyurmuş. Yok be kardeş, istemiyorum mu deseydi? Fenerbahçe benim kapsama alanımda değil. İyisini alkışlar, kötüsüne yorum yapmam. Çünkü benim işim Beşiktaş'la. Ama Tamer, benim kapsama alanımda. Maalesef sen çıktın. Artık senin stadyumuna gelmeyeceğim. Bilmem anlatabildim mi?

AHMET BİR ZAHMET!

ELAZIĞ'da, maç sonrası televizyonda oyunun kritiğini yapıyorum. Üç beş laf etmemişken, bir iki röportaj dinliyorum. Ahmet Dursun'a mikrofon uzatılıyor, dedikleri aynen şöyle:

‘‘Yahu anlayamıyorum, top gelmiyor. Yoksa arkadaşlar mı pas atmak istemiyor, bilemiyorum.’’

Ahmet
bir zahmet beni dinle! Beşiktaş bir futbol ailesi, sen de bir ferdisin. Şimdiye kadar ailesinden şikayet edenlerin keyifte olduklarına hiç rastlamadım. İnşaallah bu ilk ve son olur. Yakından tanıdığım kadar, hem iyi bir çocuk, hem de iyi bir Beşiktaşlısın. Kalan son beş haftada en ağır yük sende olacak. Bol santrforlu başlayan Beşiktaş, tekte sende kaldı. Pascal gitti, Pancu, İlhan sakat. Bu takım şampiyonluğa senin atacağın gollerle ulaşacak. Ahmet, Beşiktaş'ın tribünde oturan insanı, seni gerçekten seviyor, ben de... Sevgi ile gösteri yapılmaz. Pek tabii ki, hakettiğin sevginin karşılığını alıyorsun. Bugünden başlayarak, takımı ayrı, seni ayrı seyredeceğim. Hadi göreyim seni.
Yazının Devamını Oku