Toplumsal başkaldırı olarak veganlık ve vejetaryenlik

Güncelleme Tarihi:

Toplumsal başkaldırı olarak veganlık ve vejetaryenlik
Oluşturulma Tarihi: Mart 17, 2019 08:30

İnsan her fırsatta, karşısındakine üstünlük kurmaya çalışan bir yaratık. Bu tutkunun kendini gösterdiği bir alan da gıda tercihleri. Böyle bir ortam ve toplumda veganlık ve vejetaryenlik konularını tartışmak şüphesiz ateşten gömlek giymek gibi. Dr. Candan Türkkan’ın beğenerek okuduğum yazısından yola çıkarak fikirlerimi anlatmaya çalıştım.

Haberin Devamı

“Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” Kim demiş bilmiyorum ama kimsenin de güçlü bir şekilde itiraz edeceğini sanmıyorum. Neleri yiyip yemediğimiz, ne tür gıda ve yemekleri sevip sevmediğimiz bireysel tercihlerin sonucu olduğu kadar, hatta daha büyük ölçüde, sosyoekonomik durumumuz ve toplumsal-kültürel şartlanmalarla ilgili. Öte yandan insan, var oldukça, eline geçen her fırsatta, karşısındakine üstünlük kurmaya çalışan bir yaratıktır. Bu tip karşısındakini domine etmeye çalışma tutkusunun kendini gösterdiği bir alan da gıda tercihleri...

Böyle bir ortam ve toplumda veganlık ve vejetaryenlik konularını tartışmak şüphesiz ateşten gömlek giymek gibi. Mizanplas sitesinde yazısını beğenerek okuduğum Dr. Candan Türkkan bunu yapmış. Kısa yazısında konuyu tüm boyutlarıyla inceleme gibi bir niyeti olmamış. Özellikle de veganlığın ‘özgürleştirici bir felsefe’ olması anlamında etik temelleri, yazının kapsamı dışında.
Öte yandan, Dr. Türkkan’ın yazısı ilginç gözlemleri ve sorduğu sorularla dikkatimi çekti. Sizinle paylaşmak istedim.
Et yemek bir hak mı yoksa imtiyaz mı?
İki önemli soru sormuş yazar: Et ve/veya hayvansal ürünler yemeyi reddetmek, bireyin bireyselliğini yinelemesi ve toplum otoritesine kafa tutması anlamına geliyorsa, et ve hayvansal ürünler tüketmek de toplumsal kaide mi sayılır? Et yemek bir hak mı yoksa imtiyaz mı?
Yazar konuyu kadın hakları, liberalizm, sınıfsal köken bağlamında tartışmış. Bu sorulara kesin yanıt verme iddiasında bulunmamış ama hayvan sömürüsüne karşı mücadelenin, eğer buzdağının altındaki üretim ilişkilerini irdelemezse, insan sömürüsüne göz yumabildiğine dikkat çekmiş.
‘Kadın hakları’ dedim. Vegan çevrelerde iyi tanınan Carol Adams’ın ünlü çalışması ‘Sexual Politics of Meat’ (Etin Cinsel Politikası, Ayrıntı Yayınları), et yemekle erkek egemenliği arasında şiddet üzerinden bağ kurar. Adams’a göre gerek kadın-erkek ilişkileri gerekse et yemek kurumsallaşmış, adeta ‘normalleştirilmiş’ şiddet üzerine kurulu.
Ama toplum bu şiddeti görünür kılmamak için elinden geleni, bilinçli veya bilinçsiz, ardına koymuyor. Mesela yemek yerken koyun ve kuzudan ziyade kuşbaşı, kıyma ve biftekten bahsederiz. Böylece koyunu kuşbaşı haline getirmek için gerekli olan katliam ve parçalama, düşüncelerimizin dışına çıkmış, normalleşmiş ve bizi rahatsız etmez hale gelmiş olur.
Veganlık ve vejetaryenlik işte tam da buna başkaldırır. Et yememek, hayvansal ürünleri yemeyi reddetmek, şiddetin bu görünmezliğini görünür hale getirmek, iktidara karşı bireysel olarak başkaldırarak direnmektir.

Toplumsal başkaldırı olarak veganlık ve vejetaryenlik


Evrensel gerçeklerden uzak varsayımlar
Anladığım kadarıyla Adams için et yemeyi reddetmek, bir kadın için aynı kıyma olan kuzu gibi erkeğin elinde, onun oyuncağı ve doymak bilmez arzusunun nesnesi olmayı reddetmek demek.
James McWilliams, ‘The Evidence for a Vegan Diet’ (Vegan Diyet İçin Kanıt) yazısında ise konuya erkek egemenliği yerine kapitalist sistem açısından yaklaşıyor. McWilliams’a göre kurumsal gıda endüstrisinin en büyük korkusu ‘yerel, sürdürülebilir, etik şartlarda yetiştirilmiş hayvansal ürünlerin tüketiminin yaygınlaşması’ değil, ‘insanların hayvansal ürünleri tüketmekten vazgeçmesi’.

Candan Türkkan bu görüşlere saygı duyuyor ama tarihsel-toplumsal ve sınıfsal açıdan irdeleyince, konunun çok boyutlu ve ideolojik açıdan cazip bulacağımız (ya da nefret edeceğimiz) bazı genellemelerin sınırlamaları ve başka gerçekleri maskeleyebileceği de ortaya çıkıyor.
Maskelenen gerçeklerin başında, birçok veganın gönül rahatlığıyla tükettiği sebze ve meyvelerin, özellikle ABD’deki kaçak işçi çalıştırmaya dayalı üretim koşullarının, en az hayvan bazlı üretim sistemleri kadar insan sömürüsüne dayalı olduğu olgusu yatıyor. Et tüketmenin bir toplumsal kaide ve et yemenin bir hak olduğu gibi varsayımlar da, tamamen yanlış olmasa da, evrensel gerçekler olmaktan çok uzak.

Örneğin Budistler hiç et tüketmiyor. 19’uncu yüzyıl İngiliz işçi sınıfında ise et, sadece pazar günleri yeniyor. Ama sadece erkekler tüketirken, evin kadını, hamile bile olsa, ekmek ve reçele talim ediyor. Yazının bütününü okuyup bu ciddi konuyu serinkanlılıkla tartışmak lazım. Benim şahsen yapabileceğim tek genelleme şu: Yetişkin bir bireye, o fikrinizi sormadan, ne yiyip yiyemeyeceğini söyleyip bedenini kontrol etmeye çalışmak hiç kimsenin haddine olmamalı...

BAKMADAN GEÇME!