Paylaş
Mahalle bakkallarını ve kurukahveci-kuruyemişçileri düşünün. Tabii ki büyük marketlerin gelişmesiyle tamamen yok olmadılar. Ama önemleri ve toplam tüketimdeki payları da azaldı. Kalanların da işlevi değişti.
Ben süpermarketlerin de başına aynı şeyin geleceğini düşünüyorum. Pandemi öncesi de düşünüyordum ama pandemi sırasında bu fikrim pekişti. Nedenlerini paylaşayım.
En görünür neden elbette ‘taa market’e gideceğine eve ısmarlama kolaylığı. Maske takmayanlarla cebelleşmek ve riske girmek yerine her şey eve geliyor. Oh ne âlâ! Ya pandemi sonrası? Markete gitmek için araba kullanman lazım. Trafik derdi var. Park sorunu var. Kuyrukta bekliyorsun. Aldıklarını kasaya o kadar süratli giriyorlar ki kontrolünü yapamıyorsun. Paketleri arabaya taşımak ayrı dert. Halbuki evine ısmarladığında bu dertlerin hiçbiri yok. En azından şu anda yaşadığım ABD’de iki saatlik bir zaman aralığı seçiyorsun. Hiç şaşmıyor. Tirrinnkkk diye her şey evinin kapısına geliyor.
Buzluk dolduruyoruz
İtiraz ettiğinizi duyar gibiyim. Sonunda mallar süpermarketten gelmiyor mu? Kâr oraya gidiyor. Ha Ali Veli, ha Veli Ali!
Kazın ayağı öyle değil ama. İster süpermarkete kendin git, ister eve getir, üç büyük sorun var. Birincisi, istediğin her şeyi bulamıyorsun. İkincisi, istediğin kalite ve tazelikte bulamayabiliyorsun. Üçüncüsü ve en önemlisi, istediğin miktarda bulamıyorsun. Yani hemen her şey ihtiyacından ve yemekte kullanacağından çok daha fazla miktarda geliyor. Olur olmaz her şey hadi buzluğa!
İstediğin her şeyi bulamıyorsun çünkü bazen istediklerin yok, bazen de var ama paketi yapan bulamıyor. ‘İkame’yi kabul etsen çok alakasız şeyler ikame ediyorlar.
Etmeyin desen yapacağın yemekle ilgili çok önemli bir malzeme yok oluyor. Ayrıca özellikle mevsimsel ot ve yeşillikleri süpermarketlerde bulmak her zaman mümkün değil.
Tazelik de hep sorun
Kalite ve tazelik görece bir konu. Kesin olan süpermarketlerin mantığı. Raf ömrü uzun olan ve belli bir standardı yakalayan ürünlere öncelik vermek zorundalar. Doğal ürünler satan pazarlar var tabii. Ama onlardan da bütün ihtiyaçlarınızı temin etmek mümkün değil.
Koca şehirde bir oraya bir buraya derken eve geldiğinizde yemek yapacak fizik gücünüz kalmaz.
En önemlisiyse miktar. Sevdiğim yemeklerin çoğunda birçok malzeme azar azar kullanılıyor. Marketten aldığımızda, istisnalar dışında, ihtiyacımızın çok fazlası geliyor eve. Ne yapacaksın? Ya porsiyonları devasa tutacaksın ya da malzeme heba olacak. Bazen malzeme boşa gitmesin diye istediğimizden fazla yiyoruz ve bu canımı sıkıyor. İkinci seçenek, aynı şeyi arka arkaya günlerce yemek. Bunun fikri bile beni mutsuz ediyor. Hem sağlıksız hem sıkıcı. Üçüncü seçenek, çöpe atmak. Bunun da düşüncesi bile beni rahatsız ediyor. Sonunda buzdolabı tıka basa doluyor ve hem istemediğim şeyleri yemek zorunda kalıyor hem de dolapta aradığımız şeyleri bulamazken unuttuğumuz ve çürümüş birçok malzeme buluyoruz.
Çeşit çok, israf yok
Ama pandemi daha önce de var olan bir uygulamayı iyice ön plana çıkardı. ‘Meal kits’ yemek kiti ya da seti diyelim. Eskiden de vardı ancak daha çok yalnız yaşayan ve yemek yapamayan yaşlılar içindi...
Her gün iki-üç adet yemek geliyor ve son pişirme evde yapılıyor. Bu, eve lokantadan yemek ısmarlamaktan farklı. Pişmiş gelmiyor. Bazen sadece ısıtmak gerekiyor, bazen de farklı bileşenleri birleştirmek.
Pandemi sırasında süper lüks, 3 Michelin yıldızlı lokantalar da bu işe soyundu. Alinea ve Atelier Crenn gibi.
Çok iyi de tuttu. Evde, lezzet olarak, neredeyse o lokantalarda yer gibi yemek mümkün. Çeşit çok. İsraf yok. Bir hafta her gün bu şekilde yesek hem çeşitli hem leziz ve sağlıklı yiyor hem de kalori miktarını kontrol ediyoruz. Sistem çok esnek. Sonunda da harcadığımız para markete, kasaba, balıkçıya verdiğimiz meblağı geçmiyor.
Uzun dönemde bu tip yemek kitlerinin bildiğimiz anlamda pazardan alışveriş ihtiyacını ortadan kaldıracağını düşünüyorum.
3 Michelin yıldızlı Alinea’nın imza yemeği sığır Wellington pakette...
Paylaş