Paylaş
Deniz ürünleri şüphesiz mutfağımızda önemli bir yer tutuyor. Marmara Denizi eski zamanlarda balık çeşitliliği ile ünlü. Gastronomik tarafını bir tarafa bırakın, kırmızı etin zararlarının iyi bilindiği bir dünyada deniz ürünleri sağlık açısından da öne çıkıyor.Ya da çıkmalı.
Teorik olarak öyle ama tüm dünyada denizler kirleniyor ve balık nesilleri tükeniyor. Bizdeyse se durum iyice vahim. Buzdağının deniz altında kalan kısmı kirlilik. Üstteki bölüm ise çeşitlilik. İkinci sorunu fark etmek kolay. Son Karadeniz gezimde yerli balık durumunu sorunca mezgit dışında pek bir şey olmadığını öğrendim.
İstanbul’daki lokantalarda taze yerli balık bulmak imkânsıza yakın. Birkaç istisna hariç lokantalarda bulduğunuz balıkların hemen hemen hepsi balık bolken avlanıp şoklanıyor ve ileri tarihlerde piyasaya sürülüyor.
Midye yerine
pil yiyin daha iyi
Amacım kimseyi suçlamak değil çünkü hepimiz durumun bu raddeye gelmesinden suçluyuz. Amacım, her şeyden önce durumun ciddiyetini sizlere aktarmak ve özellikle kabuklu ve büyük balıklardaki riskleri ortaya koymak. En önemlisi de sorunun çözümünün ciddi bir seferberlik başlatılmadan ve deniz kirliliği konusunda ‘olağanüstü hal’ ilan edilmeden mümkün olmadığını söylemek.
Risklerin başında ağır metal sorunu geliyor. Özellikle de cıva. Sorunun temeli Bedrettin Dalan zamanında İstanbul kanalizasyon projesinin revize edilmesi ve Boğaz’daki alt akıntının taşıyıcı bant olarak kullanılmasından doğuyor. Kanalizasyon akıntıları arıtmaya tabi olmadan denize döküldüğü için özellikle midye, istiridye, kum midyesi gibi çift kabuklular ve büyük balıklarda toksik etkileri oluyor. Yurtdışında olduğu gibi balıklardaki cıva ve ağır metal ölçümü bizde yapılmıyor ama hidrobiyolog Levent Artüz’ün “midye yerine pil emin daha az zarar görürsünüz!” iddiasına ben de katılırım.
Durumun vahameti günümüzdeki mutfak teknolojilerinin deterjan, lavabo açıcı gibi kimyasalları öne çıkarmasıyla artıyor. Bizler arıtmaya tabi tutmadan tüm sanayi ve mutfak atıklarını denizin dibine basıyoruz.
Denizlerimizde durum değişmezse, vedalaşmamız gerekecek lezzetlerden biri, hamsi...
Marmara Denizi’nde canlı yaşamı bitmiş gibi, sadece kirliliğe en dayanıklı türler yaşamaya devam ediyor. Marmara bir koridor olduğu için Akdeniz ve Karadeniz de nasibini alıyor. Artüz av yasaklarını destekliyor ama bunu palyatif bir çözüm olarak görüyor. Bundan çıkan sonuç avcılığı yasaklamanın da ötesine gitmek. Işıkla gece avı, trol ve gırgırlarla avlanma da önlenmeli çünkü bunlarda kullanılan yöntemler denizin dibini, yumurtaları mahvediyor ve minicik balıkları da avlıyorlar. Bırakın eski lüferleri bulmayı, artık yağlı hamsi, izmarit ve istavrit bulmak da çok zor.
Bir yandan kimyasal arıtma yatırımları yapılırken diğer yandan denizlerin nadasa bırakılması şart gibi. Bu bağlamda Defne Koryürek’in “En az beş yıl denizlerin dinlendirilmesine ihtiyaç var. ” sözleri gerçekçi görünüyor.
Paylaş