Paylaş
Nusret Gökçe’yi tanıdığımda hayli genç, sevimli ve yaptığı işe çok hevesli biriydi. Yetenekli, hırslı ve çok çalışkandı. Etiler, Nispetiye Caddesi’ndeki yerine geçmeden önceki mütevazı mekânında çekim yapmıştık. Dana pirzolası, ülkemde bulduğumun en iyisiydi. Sonra işi büyüttü. Türkiye’de ve Ortadoğu’da ünlü oldu. Arkasından da ünlü tuz serpme hareketiyle dünya starı haline geldi. Şimdi de önemli yatırımcı desteğiyle New York Manhattan’da steakhouse’unu açtı.
* * *
Maalesef bu restoran hakkındaki eleştiriler pek iyi değil. İlk gördüğüm yazı Roberta Sietsema imzasıyla Eater New York’da çıktı. Eleştirmen tüm etlerin ıslak dinlendirilmiş (kuru dinlendirme daha makul) ‘wagyu’ sığırından olduğunu söylüyor, “Hem lezzetsiz hem kauçuk gibi” diyor. Tuz serpiştirme sahnesini devamlı yinelemesini de itici bulmuş. Salataları beğenmemiş ama ‘İstanbul steak’i sevmiş. Fiyatların yüksekliğinden yakınıyor.
23 Ocak tarihli New York Post’taki, Steve Cuozzo yazısının başlığındaysa “Hem kötü hem de kazık” deniyor. Yazıyı dikkatle okuyunca şaşlık ve ‘short ribs’i beğendiğini ama diğer yemeklerden şikâyetçi olduğunu görüyorsunuz.
‘İnsanüstü bir yaratık’...
Joshua David Stein’ın GQ’daki yazısı da ilginç: “Kokteyller kötü. Biftekler yavan, sert ve tatsız. Hamburger fazla pişmiş. Fiyatlar absürt denecek kadar yüksek. Ama bunlar fasa fiso. Eskiden lokantalara iyi yemek için giderdik, şimdi şov için... Burada şov; Nusret’in kendisi” diyor. Yazara göre Nusret, Michelangelo’dan heykelini bildiğiniz mitolojideki ünlü David kadar yakışıklı ve ‘insanüstü bir yaratık’.
2 Şubat tarihli The New York Times’daki Pete Wells imzalı yazıysa ne negatif ne pozitif... Müşterilerin lokantaya daha çok Instagram’lık fotoğraf için gittiklerini söylüyor. O da kokteyllerin kötülüğünden ve fiyatlardan yakınıyor. Nusret’in etleri Manhattan’daki diğer steakhouse’lar gibi Pat LaFrieda’dan aldığını söylüyor. Steak için “Şahane” diyor ama diğer etleri normal bulmuş.
TimeOut’ta yazan Clayton Guse’yse Nusret’in performansından nefret etmiş. Lokantadan da... “Saltbae’yi siz yarattınız. Şimdi onun tiksindirici yemeklerini de siz yiyeceksiniz” diye başlık atmış. Okurken yüzüm kızardı, özetlemeye kalemim varmıyor. Ancak bir noktayı vurgulamak istiyorum. Yazarın eleştiri oklarının asıl hedefi, sosyal medya yoluyla şişirilen, sirke dönüşen lokantalar. Bunda doğruluk payı var. Ancak bu, günümüzün ‘celebrity’ kültürünün parçası. Önde gelen lokantaların yüzde 90’ı ‘buzz’ yaratacak taktiklere başvuruyor. Ama bildiğim kadarıyla hiçbir lokantada tek kişilik şov, gastronominin önüne bu denli geçmiyor.
Tüm bu yazarların hemfikir olduğu konu; fiyatların yüksekliği. Müşterilerin önce bara buyur edilip hesabın kokteylle şişirilmesi ve garsonların fazla ve pahalı sipariş için baskı yapması...
* * *
Fiyat baskısı neden? 18 Ocak’ta Bloomberg’de yayımlanan Ercan Ersoy imzalı yazıda, 2019’da Doğuş Holding’in Nusr-Et ve Zuma’ları Londra’da halka satış yoluyla şirketleştireceği söyleniyor. Merak ettiğim, Nusr-Et’lerin sayısının kaça çıkacağı ve İsrailli bir yatırımcının katılımıyla birçok ülkede açılacak Nusr-Et Burger’ların nasıl bir modele dayanacağı. Milli gururumuz haline gelen ‘saltbae hareketi’ klonlanamayacağına göre acaba tek kişinin şovuna dayanan bir iş modeli tutar mı? Cevabı bilmiyorum, bildiğim şu: Nusret kardeşimiz şöhret nedeniyle kişiliğinden çok ciddi taviz vermiş durumda.
Nusret'in meşhur hareketi...
Bir an için bu yetenekli gençle empati kurun. Bir iş modelinin başarısı için günde 1000 kez tanımadığınız insanlarla fotoğraf çektirmek ve o tuz sahnesini yinelemek ister misiniz? Gına gelmez mi insana? Sizden beklenen; zanaatinizi geliştirmeniz ve New York’un Morton’s ve Peter Luger gibi saygı duyulan steakhouse’ları seviyesine gelmek yerine aletli cimnastik yaparak yarı çıplak poz vermek olunca (Luis Ferré-Sadurni’nin 16 Şubat tarihli The New York Times yazısı) işinize ve kendinize yabancılaşmaz mısınız? Ruh sağlığınız ne hale gelir?
Şöhret, para ve güç çekici. Ama ya bedeli? Felsefede ve edebiyatta epey işlenmiş bir konu. ‘Faust’ ya da ‘Dr. Faustus’... Goethe ve diğerleri ruhunu şeytana satma temasını epey işlemiş. Buna ‘Faust tipi pazarlık’ deniyor. Aşırı güç ve para sahipleriyle yaptığınız pazarlık sonucu ihya oluyorsunuz ama o onların maşası da oluyorsunuz. Sizi siz yapan değerlerinizi kaybediyorsunuz. Tüm eleştirilerde Nusret’in rutin performansını ‘kara gözlük’le icra ettiği anlatılıyor. Bakışlarını saklıyor çünkü gerçek hislerini gizlemek zorunda. Ben bunu iyi anlamda duygusal biri olduğunu düşündüğüm Nusret’in savunma mekanizması olarak algılıyorum.
Paylaş