Paylaş
Bir şeyi çok istememek lazım, olmuyor. Yıl 1993. ABD’nin doğu yakasından kurtulmayı çok istemiştim. İlk tercihim Berkeley-San Francisco, ikinci tercihim Los Angeles’tı (LA). ‘Asistan profesör’ (yardımcı doçent) pozisyonu için UCLA, yani LA’deki Kaliforniya Üniversitesi beni mülakata çağırdı. Sosyoloji bölümü başkanı Ivan Szelenyi beni destekliyordu. Çok heyecanlıydım. Hata! Seminer verirken adeta dilim tutuldu. Kötü bir performans sergiledim. Halbuki pozisyona önem vermeyip soğukkanlı kalsam büyük olasılıkla üç aday arasında kazanan ben olacaktım.
Nedense her LA ziyaretinde aksilikler devam ediyor. Üç sene evvel İstanbul’dan Atlanta’ya, oradan da LA’e uçtum. Aşırı yorgunluktan tansiyonum yükseldi ve otele gitmeden soluğu hastanenin acil bölümünde aldım. İki sene önce araba kiralarken ayağım bariyere çarptı ve kötü düştüm. İlk durak gene acil oldu.
Bu sene de çekirge üçüncü kez sıçrıyordu az daha. Eşimin bir konferansı için gittiğimiz LA’de üç gün kaldık. Son sabah yine bir sağlık sorunu yaşadığımı sandım önce. Ama kendimi hasta değil zinde hissediyordum. Hastanenin acil bölümü yerine Malibu’ya, deniz kenarında kahve içmeye gittik. Deniz kokusu, poyraz ve kahve birleşince jeton düştü. Bir gün önce öğlen güzel bir pancar salatası yemiş ve koca bir bardak zencefilli, portakal-pancar karışımı meyve suyu içmiştim. Sağlıklı ve lezzetli ama yanlış alarma neden olduğu için tehlikeli!
LA, herhalde dünyanın sağlık açısından en saplantılı kenti. Hemen her varlıklı insanın yaşam koçu ve fitness hocası var. Epey vejetaryen lokanta olduğu gibi, normal lokantalarda da sebze yemekleri bulmak kolay. Hemen herkes ‘fit’. Sigara içen yok gibi. Cappuccino bile genelde yok yulaf suyu, yok badem sütü gibi garipliklerle sunuluyor. Los Angeles’ta doğup büyümüş eşime şaka olsun diye -o duymadan- soya sütlü cappuccino ısmarladım. İlk yudumundan sonra da ceza olarak kalanını ben içmek zorunda kaldım. Bir daha Allah yazdıysa bozsun!
Biraz da yediklerini anlat mı diyorsunuz? Vallahi aç kalmadık. Hatta çok memnun ayrıldık. Gittiğim en özel iki lokantayı haftaya saklayayım. İşte geri kalanlar...
1 - Kahvaltı için ideal
SUPERBA
Kahvaltı ya da hafif bir öğle yemeği için ideal. Kahveleri oldukça iyi. Ev yapımı ekmek ve kruvasanları daha iyi. İki kez gittik. Birinde sığır etinden ‘brisket’ sandviç aldım. Kendi suyuna batırıp yiyince nefis oluyor. Yanında gelen salatayı vasat buldum çünkü yeterince lezzetlendirilmemişti ama brisket iyiydi. Diğer gidişimde bir yumurta yemeği seçtim. Adı ‘baked eggs in purgatory’. “Neye benziyor” diye sordum. “Şakşuka bilir misin” dediler. Bilirim. Alakası yok. Sahanda ‘kale’ sebzesi, burrata peyniri ve domatesli yumurta. İyi ama soğan olsa daha iyi olur! Bu arada cheesecake ve meyveli tartlar çok iyi.
2 - Pizza ve salataları güzel
GJELINA
Burası da Superba gibi Venice Beach bölgesinde. Daha önce öğlen gittim, pizza ve salatalarını sevdim. Bu sefer kahvaltıya gittik. Sote patates ve ördek konfitli yumurta iyiydi. Buranın minik bir arka bahçesi var, keyifli. Kahveleri başarılı.
3 - Füzyon stilin çok iyisi
CHINOIS ON MAIN
Santa Monica’da. Wolfgang Puck’ın ilk eşi işletiyor. Burayı Spago’dan çok seviyorum. Füzyon stilin çok iyisi. Bu gidişimde tek hayal kırıklığı yaratan, kötü bir kokteyldi. Ama içmediğimi görünce hesaptan çıkardılar. Ayrıca iki tatlı hediye ettiler. Buraya her gidişte iki yemeğe abone olduk. Biri denizkestanesi soslu ‘ahi tuna sashimi’. Diğeri Şanghay usulü ıstakoz. Çin’e hiç gitmedim ama bu nefis. Hint usulü köri sos, çıtır ıspanak ve Çin usulü ‘sticky rice’ (yapışkan pirinç) ile sunuluyor. Porsiyonlar büyük. Üçüncü bir yemek eklerseniz yetiyor da artıyor. Biz çay bitkisi yaprağına sarılı ve miso soslu levrek seçtik. Levrek taze olmadığı için beğenmedim. Tatlılardan ise çikolatalı olan bayağı iyiydi.
Paylaş