Paylaş
Rumelihisarı'nda hoş bir deniz ürünleri brasserie’si burası. Mekân güzel döşenmiş ve servis elemanları işlerini hevesle yapıyorlar. Bizim masaya gösterilen ilgi başka masalara da gösterildi.
Değişik soğuk mezeler var. Örneğin istiridye. Kırmızı şarap sirkesi, turp, acı biber sosu, pirinç sirkesi ve mango-kişniş sosla birlikte sunuluyor. Daha önce ülkemde istiridyeden zehirlendiğim için çok güvenemiyorum. Aslında çiğ istiridyeyi üzerine bir damla limon ve azıcık karabiberle yemek lazım. Fransa’da bir Brasserie’ye giderseniz kaçırmayın. Benim favorim çok iri olmayan ve yassı ‘Belon’ ve ‘Cancale’. Bize ithal edilen ve ‘Creuse’ denen yassı olmayan cinsin üreticisi çok sevdiğim Gillardeau. Bir tane denedim ve hastalanmadım ama Paris’te taze bir Creuse-Gillardeau açtırıp bu harika deniz ürününü yanında ‘Muscadet’ üzümünden bir kadeh şarapla yemenin zevki başka tabii.
Tarama somon havyarıyla sunuluyor. Masada dört kişiydik ve soğuk mezeler arasında birinci sırayı bu aldı.
Köz patlıcanlı Yunan Salatası’nı da sevdim ve iyi bir zeytinyağı kullanmalarını takdir ettim. ‘Levrek Ceviche’ de vardı. Peru’nun bu ünlü çiğ balığı ‘lime’ ve limon suyu asidiyle pişiyor. Burada balık olarak levrek kullanılmış. Yurtdışında denediğimde birden çok balık ve farklı deniz ürünleri de olabiliyordu. Kiss The Frog, kişniş, lime, portakal kabuğu rendesi, zencefil, nar taneleri ve zeytinyağıyla lezzetlendirilmiş. İyi gözüküyor ama sanki daha aromatik ve bol otlu olabilir. Tuzu biraz fazla kaçmış.
Ara sıcak olarak üç farklı yemek denedik. Hepsi de oldukça iyiydi ama bellekte fazla iz bırakmadı. Bir tanesi ‘hafif acılı kıvırcık kalamar’. Susam yağı, sarmısak ve taze biberlerle sotelenmiş. Yumuşak ve baharat dengesi yerinde.
Hamurda mürekkepbalığı
Diğer sıcak ise buranın bir spesiyalitesi olan ‘lahmacun nero.’ Hamurunda mürekkepbalığının suyu kullanıldığı için rengi kara. Ekşi maya hamuruyla hazırlanmış. Kıyma yerine ahtapot ve kalamar kullanılarak odun fırınında pişmiş. Lezzetli.
Kızarmış kabuklu karides, ince sarımsak, biber ve yeşillikle pişiriliyor.
Kabuğuyla kızarmış minik karides de Simi Adası’ndaki gibi değildi ama iyiydi. Üzerine ince ince sarmısak, biber ve yeşillik dilimlenmiş. Yağı temizdi.
Ana yemek olarak ‘Ekmekte Balık’ denedik. İnce ekmek hamuruyla kaplanarak ve biberiyeyle aromalandırılmış olarak odun fırınında pişirilen levrek. İki kişilik servis ediliyor, biz dört kişi paylaştık. Kâğıt üzerinde iyi gözüküyor ama balık yavan, dokusu biraz sert ve yeteri kadar sulu olmadığı için bende hayal kırıklığı yarattı. Bu tipik İtalyan pişirme tekniğiyle hazırlanan bütün levreği 10 sene önce Boğaz’da bir lokantada yemiş ve mükemmel bulmuştum. Burada tattıktan sonra keşke sevimli başgarsonun tavsiyesini dinleyip bütün iskorpit balığı ısmarlasaydık, diye düşündüm. Ama balığın yanındaki garniler kaliteliydi. İyi bir patates, beyazpeynir ve kırmızı biberli taze roka salata.
Boğaz’da klasik formatın dışına çıkıp Akdeniz mutfağından esinlenen ve kendi yorumunu katan mekânlar bulmak güzel. Ama ben 4 yıldız vermek için daha yalın tatlar, çok iyi malzeme kalitesi ve pişirmede kesinlik (precision) arıyorum. Kiss The Frog’u beğendim ama bana biraz fazla eklektik geldi. Sanki çok farklı zevklere hitap etmek ve farklı lezzetler yaratmak istiyorlar. İyi niyetten şüphem yok ama eldeki malzeme ve mutfaktaki teknik kapasite bu iyi niyetin tabağa tam olarak yansımasını engelliyor. Bence doğru yoldalar ama mönüyü biraz kısaltmaları ve malzemeye göre değişen günlük spesiyaliteler çıkarmaları bu sevimli mekânın potansiyelini daha iyi ortaya çıkarır.
(Vedat Milor'un değerlendirmesi 5 üzerinden 3 yıldız)
Paylaş