Paylaş
Lokanta. Restaurant. Restoran. Aşevi. Her neyse... Bir an için yukarıda adı geçenlerle ilgili ne düşündüğümüzü unutalım. Önyargılarımızı bir tarafa bırakalım. İsterseniz en nahif olduğumuz ve hayal gücümüzün henüz törpülenmediği zaman dilimine geri dönelim. Yani çocukluğumuza... Hayal gücünün sınırı yok. Çocukluğumuzun Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da geçtiğini varsayalım. Anne ve babanız ‘Dışarda yiyeceğiz’ deyip mekânın adını söylüyor: ‘Alchemist’ yani simyacı.
İlk dikkatinizi çeken, gidilen adreste lokantanın adının bile yazmadığı... Koskoca, bronz ve çok ağır bir kapı görüyorsunuz. Ne olduğunu pek anlamadığınız ama vahşi hayvanları ve kuşları anımsatan kabartmalarla süslü. Bir seyahatte gördüğünüz ortaçağ şatolarının kapılarına benziyor. Kapı kendiliğinden ağır ağır açılıyor. Şaşkın şaşkın içeri giriyorsunuz. Genç bir kadın paltonuzu alıyor. Bir diğeri “Hazır mısınız” diye soruyor. “Neye hazırız” demeye varmadan başka bir kapı açılıyor. Sizi hafiften iteleyip içeri sokuyorlar.
Food for Thought (Düşündüren Yemek)
Zifiri karanlık! Tam dengenizi kaybetmek üzereyken hafif bir spot ışığı beliriyor ve ışık giderek büyüyüp yüksek bir platformu aydınlatıyor. Simsiyah giyinmiş bir kadın var ama pudralı yüzü bembeyaz ve koyu makyajlı. Elindeki kemanı muazzam çalıyor. Hüzünlü bir parça... Babanız kulağınıza bu parçanın bir ortaçağ folk şarkısı olduğunu fısıldıyor. Üç dakika sonra kemancı kayboluyor ve başka bir kapı açılıyor. Bir salon! Ortası camekânla bölünmüş. Camekânın berisinde hepsi siyah giyinmiş gençler çalışıyor. Arkalarında tavana kadar raflar, kare kare... Her karenin içinde renkli bir kavanoz. Babanız ‘Burası test mutfağı’ diyor. Kavanozların içinde de turşular, çiçekler...
30 YEMEK ART ARDA GELİYOR
Oturmanız için garip görünüşlü ama çok rahat koltuklara buyur ediyorlar. Birden yanınızda yine siyah giymiş başka bir kadın beliriyor. Adı Nina, güleryüzlü. Bütün gece o size yardım edecekmiş. Babanızla hararetli hararetli konuşuyor, hangi yemeklerle neler içileceği tartışılıyor. Yönetim müşteriyle servis elemanı arasındaki sinerjiye çok önem veriyor. Babanız hakkında araştırma yapmışlar ve üst düzey bir someliyeyle kimyasının tutacağına karar verip turnayı gözünden vurmuşlar. Müşteri kapasitesi 48 kişi ve genelde çiftler. Beş-altı saat süren tadım boyunca her iki kişiyle farklı bir servis elemanı ilgileniyor. Çok değişik tabaklarda arka arkaya tadımlık ve evde pişenlere hiç benzemeyen yemekler geliyor. Toplam 50 tadımlık var, bunun 7’si şampanya eşliğinde.
Tongue Kiss (Fransız Öpücüğü)
Ardından sizi cam bir platforma buyur ediyorlar. Asansörle üst kata çıkıyorsunuz. Üstünüz, altınız ve yanınız şarap kavı. Sıra sıra bölmeler ve yatay şişeler pırıl pırıl. Kubbeli bir oditoryuma giriyorsunuz. Dört köşe bir tezgâh ve arkalıklı rahat iskemleler... Kubbede devamlı değişen renkler, farklı filmlerden sahneler ve yakın tarihten enstantaneler var.
30 kadar yemek de ardı ardına geliyor. Bir balık tabağında plastik artıkları. Güvercin gagası. Bronzdan tavşan iskeleti. Çikolata içinde hayvan kanı. Nina şarapları yeniledikçe anlatıyor. Kirlenen denizler, plastik atıklar, esir çocuklar, açlık... Bir yandan Marco Ferreri’nin 1973 yapımı ‘La Grande Bouffe’ (Büyük Tıkınma) filmindeki gibi beslenirken diğer yandan küresel sorunlar ve dertler konusunda aydınlanıyorsunuz.
Tatlılar da iki fasıl. İlki için sizi kapalı bir odaya alıyorlar. Başka müşteri yok. Sadece bir dansöz var. Mekanik bir ses o ne yaparsa taklit etmenizi söylüyor. Önündeki sütlaç benzeri tatlıya parmağını sokuyor ve ağzına götürüp yalıyor.
Şef Rasmus Munk
TAKLİDİ MÜMKÜN DEĞİL
Son duraksa farklı bir oda. Yaşamınızda görüp göreceğiniz en estetik avize de orada. Beş tatlı daha... Kahve eşliğinde minik pastalar geliyor. Babanız 30 yaş altındaki şef Rasmus Munk’la konuşuyor. 48 müşteri için 100’ün üzerinde eleman var. Bunun dışında müzisyenler, dekoratörler, ses teknisyenleri, animatörler, farklı zanaat ve sanat ustaları... Hepsinin en iyileri bir araya gelmiş. Masraftan kaçınılmamış. Bütün bunlar rafine ve ergonomik İskandinav dizaynla birleşince ortaya taklidi mümkün olmayan bir şey çıkmış.
Adı? Dedim ya, bildik anlamda lokanta değil. Ucuzcu şov da değil. Peki ne? Bilmiyorum ama hoşlandım ve yemekleri genelde beğendim.
Paylaş