Paylaş
1990 senesine dönelim. Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde doktoramı yeni tamamladım. Dünya Bankası’na kabul edildim. İşime eylül ayında başlayacaktım. Eşim de henüz öğrenci. Tatil bölgesi olarak da iki hafta çok merak ettiğim Fransız Rivierası’nda, iki hafta da Toskana’nın Chianti bölgesindeki Gaiole’de kalacaktık.
Yeme ve içmeye para harcayacağımız için iki yıldızlı otelleri seçtik. Antibes kasabasında kaldık. Otel temiz ve kullanışlıydı. O zamanlar Cap d’Antibes’deki plajlar da bugünkü gibi pahalı değildi. Öğle yemeği salata ve pizza, bütün gün güneşlenme ve deniz... Üçüncü veya dördüncü günümüzde Monaco’daki ünlü Louis XV lokantasına gitmek istedik. Şef Alain Ducasse o zamanlar şimdiki gibi meşhur değildi ve mutfakta ter döküyordu. Tabii ki en ucuz arabayı kiralamıştık. Lokantanın içinde bulunduğu Hôtel de Paris’ye geldiğimizde gözlerime inanamadım. Otelin önü Rolls Royce, Lamborghini, Jaguar gibi arabalarla doluydu. Park yetkilisine bizim gariban minik arabayı ve anahtarları verdik. Adam yüzümüze bakmadı ama yangından mal kaçırır gibi arabayı arka sokaklardan birine def ettiler.
Kravatsız alamayız!
Hôtel de Paris’nin muhteşem lobisine girip sağa döndük. Lokantanın vestiyer kısmında bizi Macron’un eşi gibi giyinmiş bir hanım karşıladı. Eşim dekolte bir gece elbisesi giymişti. Ben ise gökmavi yakasız bir tişört ve beyaz blazer. Vestiyerdeki hanım bana muşmulaya bakar gibi baktı ve kravatsız müşteri kabul edilmediğini ama yanımdaki hanımın girebileceğini söyledi. Hoppala! “Lokanta müdürüyle görüşebilir miyim” diye sordum. İki dakika sonra 40’lı yaşlarda, sadece şakaklarında saç olan, güler yüzlü, orta boylu bir bey geldi: Mösyö Gerini. Kural kravatmış çünkü Monaco Prensi Rainier öyle buyurmuş. Ama “Çözüm var” dedi. Vestiyerde yedek kravatı varmış. Yakasız spor tişört üstüne kravatı bağladım. Tam bir palyaço! Mösyö Gerini ya bizim halimize acıdı, ya bize sempati duydu ya da her ikisi. Yemek süresince bizimle ilgilendi, ısmarlamadığımız bir-iki harika yemeği ‘müessese ikramı’ olarak bize sundu. Yemeğin sonunda da yanımıza oturdu ve üçümüzün önüne birer dijestif geldi. Uzun süre sohbet ettik. Araba hikâyesi özellikle hoşuna gitti çünkü adam burnundan kıl aldırmayan VIP’lerden bıkmış. Sohbetin sonunda Mösyö Gerini cebinden bir not defteri çıkardı ve bana civarda tavsiye ettiği üç lokantanın adını yazdı: Bruno, Hostellerie De L’Abbaye ve Balzi Rossi. Tavsiye etmekle kalmadı, lokanta sahiplerine verilmek üzere her birine bizimle ilgili birer mesaj yazdı.
Mösyö Gerini’nin
notunda ne yazılıydı?
İlk olarak Bruno’ya gittik ve mesajı verdim. Sonra garip şeyler oldu. Monaco Prensi’nin veliahtlarından biri gitse muamele farklı olmaz. Lokanta ikramı olağanüstü şarap da cabası. Yemek de harikaydı. Sonra Hostellerie De L’Abbaye lokantasına gittik. Tıpkısının aynısı. Son olarak Fransa-İtalya sınırında Menton’u geçtikten sonra 100 metre berideki Balzi Rossi. Başgarsona kartı verdim. “Yemediğiniz bir şey var mı” diye sordu. “Tavuk hariç her şeyi yeriz” dedik. “Zaten bizde tavuk isteseniz de yok, deniz ürünleri var” dedi. “Denizden babam çıksa yerim” deyimini Fransızcaya çevirdim. Biraz grotesk oldu ama kıvrak İtalyan zekâsı devreye girdi ve adam ne demek istediğimi kavradı. “Seçimi bana bırakın” dedi.
Balzi Rossi
Lokantadan ayrıldığımızda mutluluktan sarhoş olmuştuk. Ömrümde yemediğim bir deniz ürünleri şöleni... Izgara balık tabağı ve kaya barbununu özellikle hâlâ anımsıyorum. Üstelik uygun fiyata hepsi.
Ertesi sabah Chianti’deki iki haftayı iptal ettik ve Riviera tatilimizi iki hafta uzattık. Bu iki hafta boyunca üçer kez daha ziyaret ettik bu üç lokantayı. Yani 15 günün dokuzu.
Deniz mahsullerinin en sofistike hali bu restoranda....
Olağanüstü
bir lezzet
Köprünün altından çok sular aktı. L’Abbaye el değiştirdi. Trüf spesiyalisti Bruno’da fiyatlar tepe yaptı ve kalite ‘eh işte’ düzeyine indi. Balzi Rossi de satıldı, euro’ya geçişle birlikte fiyatlar arttı ve efsanevi kadın şefleri Pina operasyondan elini eteğini çekti.
Ama yakın zamanda her şey eskisine benzemeye başladı. Lokanta tekrar satıldı, Pina geri geldi ve mutfağın başına Pina ile çalışmış olan Piemonte’li Enrico geçti.
Gittik ve olağanüstü bir ziyafet bizi karşıladı. Çiğ balık tabağı, geleneksel ekmek ‘pan bagna’ içinde meşhur San Remo kırmızı karidesi, süper bir mantı benzeri içi yabanmantarı ve otlu tortellini, ızgara deniz ürünleri, fırında pişen yetiştirme olmayan çipura. Her şey mükemmeldi. İzini kaybettiğim eski bir arkadaşa kavuşmuş gibi bir his yerleşti içime...
Paylaş