Paylaş
1979 YILI yaz başıydı... Sevin Okyay ve Ethem Ay’ın ortak oldukları AKA (Arşiv, Kupür, Aktüalite) adlı ajansın arşivinde çalışıyordum. AKA’nın yayınladığı bültenin yazı işleri müdürü arkadaşım Cengiz Yıldırım, kendisine gelen teklifi aktardı:
- Cumhuriyet Gazetesi gece sorumlusu Koray Düzgören, ANKA Ajansı İstanbul Bürosu’na muhabir arandığını söyledi. Benim burada kadrom var. Sen şansını dene.
İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (İİTİA) Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nda (Şimdiki Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi) hocamız olan Düzgören aracılığıyla ANKA’nın o dönemdeki İstanbul Bürosu sorumlusu Erol Özkök’le görüştüm, stajyer olarak işe başladım.
AKA’da iş saatlerimi okuldaki derslere göre ayarlamışken, ANKA Ajansı’nda haftada 5.5 gün çalışmam gerekiyordu. Okula devamdan kopmam gündeme geldi. Birkaç hafta sonra arkadaşlar uyardı:
- Halkla İlişkiler hocamız Alaeddin Asna, devamı zorunlu tutuyor.
- Zaten hemen her gün okulda forum oluyor. Dersler yarıda kesiliyor. Halkla İlişkiler’e devam da neyin nesi?
Öğretim üyeleri ve görevlilerinin çoğu “devam zorunluluğu”ndan söz etmezken, Alaeddin Hoca kestirip atmıştı. Erol Özkök ve ANKA’da birlikte çalıştığımız Yüksel Uysal’dan rica ettim, haftada 1.5 gün olan iznimi Halkla İlişkiler derslerine göre ayarladım.
Derken, mezuniyet dönemine ulaştık. 1980 sonbaharına kalan 2-3 dersim arasında Halkla İlişkiler de vardı. Eylül sonuna doğru sınavlarımız tamamlandı. Tam o günlerde 4 aylık kısa dönem askerlik kararı çıktı.
Sınav sonuçlarının çoğu açıklanmış, bir tek Halkla İlişkiler’i bekliyorduk. Alaeddin Hoca birkaç gün içinde sınav sonucunu açıklamazsa, kısa dönem askerlik şansını kaçıracaktık. Bir gün Alaeddin Hoca’yı okulda sıkıştırdık:
- Ya sonuçları açıklarsınız ya da okuldan çıkamazsınız...
Hoca önce, “Sınav kağıtlarını okumayı henüz bitiremedim” dedi ama grubu kalabalık görünce daha fazla bekletmeyi göze almadı:
- Tamam, yarın sonuçlar açıklanacak.
Birkaç gün içinde mezuniyet belgesine kavuşup, kısa dönem askerlik kararı aldırdım. Bu arada, kadrom yapılmadığı için ANKA Ajansı’ndan ayrılıp Ulusal Basın Ajansı’na (UBA), orada da kadro sürüncemede kalınca Dünya Gazetesi’ne geçtim. Meslekte ilk kadrolu işe Dünya’da kavuştum. Ancak, bugün hepimize komik gelen bir nedenle 7-8 kişi topluca Dünya’dan ayrıldık.
1981 sonlarına doğru yeniden UBA’ya döndüm. O günlerde Alaeddin Asna’nın Betül Mardin’le ortak olduğu A&B Halkla İlişkiler’in organize ettiği bir toplantıya gittim. Alaeddin Hoca beni yanına çağırdı:
- Seni büyük bir gazetenin istihbarat şefi bekliyor.
Ardından uyardı:
- “Ben o gazetede çalışmam” demek yok. Git, konuş, işe başla...
Sözünü ettiği gazete Tercüman, İstihbarat Şefi de Bekir Aydın’dı. Okul döneminden tanıdığım sol fraksiyonlardan arkadaşların onayını alıp, Tercüman Gazetesi İstihbarat Servisi’nde 2.5 yıl süren muhabirlik günlerime Aralık 1981’de başladım...
Alaeddin Hoca’yı dün son yolculuğuna uğurladık.
Mekanın cennet olsun Hocam...
O binanın güvenlik düzeyi Cumhurbaşkanı’ndan yüksek mi
EKİM 2010’da Toronto’da Kanada Eximbank Bölge Direktörü olarak tanıdığım, daha sonra Türkiye’ye “Kanada Konsolosu” olarak dönen Burak Aktaş’tan mesaj geldi:
- Kanada Konsolosluğu sonrasında Türkiye’de kaldım. Şimdi Association of Chartered and Certified Accountants’ın (ACCA-İngiliz Muhasebeci ve Mali Müşavirler Birliği) Türkiye başkanlığını üstlendim. Size anlatacaklarım var.
Aktaş’la randevulaştık. Ofisinin bulunduğu Levent’teki (Büyükdere Caddesi) “193” numaralı binaya girdim. Danışmaya Burak Aktaş’la görüşeceğimi söyledim. Kimlik istediler. Gazeteci olarak oraya gittiğim için basın kartımı uzattım:
- TC Kimlik kartınız veya ehliyet verin. Başka kimlik kabul edemiyoruz.
- Bu kartla koruma düzeyi en yüksek olan Cumhurbaşkanı’nın uçağına biniyorum. Bu binaya mı giremeyeceğim?
- Yönetimin kuralı böyle.
Aktaş’ı aradım:
- Basın kartıyla girmeme izin yok. Ben dönüyorum.
Aktaş kapıya indi, görevlilere rica etti, binaya girdim.
Paylaş