Paylaş
- Dolar 1.90 TL’yi de buldu. Bu işin sonu nereye varacak?
- Hükümetimiz bugüne kadar hiç döviz kuru düzeyi taahüdünde bulunmadı. Kur düzeyini arz-talep oluşturuyor. Yalnız Merkez Bankamız son dönemlerde yol gösterici olmak açısından aklından geçen kur düzeyini ortaya koyuyor. Onun dışında konuya daha çok fiyat istikrarı, yani enflasyon açısından bakıyor.
- Kurların bu kadar yükselmesi, enflasyonu da yukarı çekmez mi?
- Enflasyonu geçici olarak yükseltebilir. Ancak, biz enflasyonda yüzde 5 olan orta vadeli hedefimizi koruyoruz. Yine de döviz kurlarının yükselmesi, bazı ürünlerde ortaya çıkacak fiyat artışları yoluyla enflasyonu geçici olarak yukarı çekebilir.
Babacan, yaşanan dalgalanmaların dış kaynaklı olduğunu anımsattı:
- Dışarda olup bitenler bize kaygı veriyor. Almanya gibi güçlü ülkenin bile risk primi yükseliyor. Bu durum kendisinden değil, Yunanistan gibi sorunlardan aldığı yüklerden kaynaklanıyor. Alman bankalarının, Fransız bankalarının risk primleri hiç çıkmadığı düzeylere yükseliyor.
Ardından şimdiki krizle 2008-2009’un farkını ortaya koydu:
- 2008-2009’da krizin kaynağı bankalardı. ABD ve Avrupa’daki birçok ülke, “Biz bankaların arkasındayız. Gerekirse sermaye desteği veriyoruz” gibi adımlarla bankalara güveni korumaya çalıştılar. Bu adımlar o günlerde etkili oldu.
- Ya şimdi?
- Şimdi sorun ülkelerin kendisinde. Kamu borç oranları, bütçe açıkları sorunun ana kaynağı. Hükümetler güven sorunu yaşıyor. ABD ve Avrupa’nın önde gelen ülkeleri, güveni yeniden sağlayacak adımları atmakta gecikiyor.
Yeniden döviz kurlarına döndü:
- Değer kaybı olayı sadece TL’ye has bir durum değil. Gelişmekte olan ülkelerin hepsinde bu yaşanıyor. Brezilya’nın parası bizden daha çok değer kaybediyor. TL’nin değer kaybı yine de kademeli oldu. Brezilya’daki kur değişiklikleri çok daha keskin gerçekleşti.
Yeri gelmişken son günlerde dövize bağlı kiralar nedeniyle yükselen şikayetleri anımsattık:
- Dövize bağlı kiraları frenlemek gibi bir adım atılabilir mi?
- Bazı kararları bankalar üzerinden uygulamak çok kolay. 48 bankayı istediğimiz gibi denetleyebiliyoruz. Nitekim vatandaşın döviz kredisi almasını 2009’da yasakladık. Bankalar da buna uyuyor. Dövize bağlı kiralar konusunu Finansal İstikrar Komitesi toplantılarında konuştuk. Arkadaşlara bu konuda bir çalışma yapmaları talimatını verdim.
Hemen bir noktanın altını çizdi:
- Türkiye’de milyonu aşan kira sözleşmesi var. Bu işin kontrolü o kadar kolay değil. Olsa olsa tavsiye niteliğinde bir karar alınabilir. Ancak yine de Finansal İstikrar Komitesi’nde yapılan çalışmaları değerlendirip duruma bakacağız.
- Alışveriş merkezlerinde de dövizli kiralar konusunda tartışmalar yaşanıyor.
- Farkındayız. Ancak, orada bir noktayı gözden kaçırmamak gerek. Kimi alışveriş merkezleri yabancı ortaklı veya tümüyle yabancılara ait. Onlar yatırımı döbizle yapmış. Şimdi “Kirayı TL’ye bağladık” demek onlar açısından ne kadar doğru olur. Ayrıca Türk yatırımcılardan bir bölümü dövize dayalı kredi kullanmış olabilir. Tüm bunları dikkate almak gerekecek.
Kurlardaki dış kaynaklı yükseliş artık sevinmesi gereken ihracatçıyı bile tedirgin ediyor. Ama Babacan, kamunun dış borçları açısından rahat görünüyor:
- Haziran 2011’de kamunun döviz varlıkları, net borcumuzun üzerine çıktı. Dövizdeki oynamalar, kamu borcu açısından sorun yaratmıyor.
Buna karşın kirası dövize bağlı olanlar ciddi sancılar çekiyor...
Finansal İstikrar Komitesi, onlara ilaç olacak bir formül ortaya koyabilir mi?
Dünyayı yöneten ülkeler artık en ‘mahrem’ toplantılarda bizi dinliyor
ALİ Babacan’a The Coca-Cola Company Başkan ve CEO’su Muhtar Kent’in şu sözünü anımsattık:
- Muhtar Kent, “Türkiye, dünyada artık çok saygı görüyor” diyor.
- New York’taki görüşmemizde bana da aktardı. Artık bizi G-8 ülkeleri en mahrem sayılabilecek toplantılara bile son 1-1.5 yıldır çağırıp konuşturuyor.
- Neler anlatıyorsunuz?
- Türkiye’nin hem 2008-2009 krizinden sonraki toparlanmasını, hem de bugünkü krizden ayrışmasını anlatıyoruz.
Artık otopilotta değil, manuel gidiyoruz Merkez Bankası gün gün izleyip karar alabiliyor
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan’la Kiel’de (Almanya) düzenlenen ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de bulunduğu “Global Economic Sempozyum”a katılmak üzere Hamburg’a uçarken Merkez Bankası’nın rolünü de konuştuk:
- Daha önce de söyledim. Artık otopilotta değil manuel yol almak durumundayız. Merkez Bankası’nın gün gün gelişmeleri izleyip karar alması gerekebiliyor. Nitekim Para Politikası Kurulu’nıun olağanüstü toplanması da bundan kaynaklanmıştı.
- Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ile çocukluktan beri arkadaş olmanız nedeniyle piyasada, “Merkez Bankası üzerinde siyasi etki arttı” havası oluştu. Sizin cephenizde durum nedir?
- Yeni dönemde bir “Finansal İstikrar Komitesi” oluşturduk. Benim başkanlık yaptığım komitede Merkez Bankası, BDDK, SPK, yani para ve finans piyasalarıyla ilgili tüm kurumların başkan ve birer başkan yardımcısı var. Birlikte durum değerlendirmesi yapıyoruz. Atılması gereken adımları konuşuyoruz.
- O zaman Finansal İstikrar Komitesi’nde alınan kararları mı uyguluyorlar?
- Doğrudan öyle olması mümkün değil. Merkez Bankası kararlarını Para Politikası Kurulu’nda veriyor. BDDK yapacaklarını ken di kurul toplantılarında belirliyor. Oralarda bağımsızlar. Bizim dikte ettirmemiz söz konusu değil.
Babacan, şu noktaya dikkat çekti:
- Çok gevşemek cari açığı artırıyor, çok sıkı davranmak da durgunluk riskini ortaya çıkarıyor. O yüzden çok ince ayarda gitmek gerekiyor. Bu dönemde de en büyük rol para politikası araçlarına düşüyor. O yüzden de sıklıkla ucu bankalara dokunan adımlar atılabiliyor.
Depremin merkezi Avrupa’ya acı reçete gerekiyor, sarsıntının bize kalıcı etkisi görünmüyor
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan, dünya ekonomisinde yaşanan depremin merkezinin bu kez Avrupa olduğunu vurguladı:
- Avrupa Merkez Bankası para basarak günü kurtarmaya çalışıyor. Ancak, başta Yunanistan olmak üzere acı reçeteleri devreye sokmaları gerekiyor. Avrupa ülkelerindeki liderlerin kendi siyasi geleceklerinden önce ülkelerinin geleceğini düşünmeleri lazım.
- Ekonomik deprem yanıbaşımızada yaşanırken bize etkisi olmayacak mı?
- Depremi hissetmemek söz konusu değil. Elbette sarsıntının bize de etkileri oluyor. Ancak, bu sarsıntının Türkiye üzerinde kalıcı etki bırakmasını beklemiyoruz.
- Neden?
- Avrupa ülkeleri ve Amerika iki konuda sıkıntı yaşıyor. Birisi kamunun borçları ve bütçe, diğeri de bankacılık sektörü. Bizim borçlarımızın milli gelire oranı AB ortalamasının yarısından aşağıda. Yüzde 40 düzeyinde. Bütçe açığımız ise AB ortalamasının 3’te birinden aşağıda. Dünyada faiz dışı fazla verebilen az sayıda ülkeler arasındayız.
Ardından bankacılık sektörüne dikkat çekti:
- Bankacılık sektörümüz de çok güçlü... Orada da sorun yok...
Altını çizerek şu mesajı verdi:
- Türk ekonomisinin temelleri çok sağlam. Her senaryoya hazırlıklıyız.
Cari açığa karşı ithalatı gözden geçiriyoruz
ALİ Babacan, Orta Vadeli Program’ı (OVP) 2012 Bütçesi’nin TBMM’ye gönderecekleri 17 Ekim’den önce açıklayacaklarını belirtince sorduk:
- OVP’de neler var?
- Açıklama yakında olacak. Bir süredir cari açığa karşı neler yapılabileceği, istihdamı artırmak üzere hangi adımları atabileceğimizi, enerji verimliliği ve güvenliğini, İstanbul’u finans merkezi yapmanın yollarını, tasarrufları artırma formüllerini konuşuyoruz.
- Örneğin cari açık için neler yapacaksınız?
- İthalat halemlerimizi tek tek gözden geçiriyoruz. Hangi ithal ürünlerin Türkiye’de üretilmesi gerektiğine eğiliyoruz. Örneğin “Şanzımanı ithal etmek yerine üretmek daha doğru olabilir mi” seçenekler üzerinde duruyoruz.
- Kriter ne olacak?
- Sadece iç tüketim değil, rekabet gücü yaratılıp yaratılamayacağına dikkat edilecek. Sırf kısa vadede ithalatı kesmek uğruna Türkiye’nin kaynaklarını da heba etmemek gerekiyor.
- İthalat yerine içerde üretme noktasında devletin de desteği olacak mı?
- Gerektiğinde olabilecek. Ama dünya ticaretinin kurallarına özen gösterilecek. Ölçek ekonomisi mutlaka dikkate alınacak.
Paylaş