1 milyon dolar verdi market rafına girdi

TÜRKİYE'nin önde gelen gıda şirketlerinden birinin patronu, her karşılaşmada yeni bir ürününü anlatıyor.

Hepsi gerçekten pazarlamacıların ‘‘İşte Mor İnek’’, yani ‘‘farklılık yaratmak’’ dedikleri cinsten.

Ancak, ürünler patronun anlattığı hızda market raflarına girmiyor. O da nedenini açıklıyor: ‘‘Bazı büyük marketler aynı yelpazedeki her ürünümüz için ‘50 bin dolar rafa girme bedeli' talep ediyor. Her zaman bunu yapamadığımız için, yavaş yavaş raflara girmeyi tercih ediyoruz.’’

Daha önce dev market zincirlerinin, üreticilerden yüksek indirim koparmak amacıyla, ‘‘Raflarda göz hizası’’ pazarlığı yaptığını biliyordum. Ancak, ‘‘rafa girme bedeli’’ dikkatimden kaçmıştı.

Konuyu bir büyük market zincirinin genel müdürüne şakayla karışık sordum: ‘‘Siz rafınıza girenden ne kadar ‘rüşvet' alıyorsunuz?’’

Öncelikle rüşvet benzetmesine itiraz edip, yanıtladı: ‘‘Bunun adı neden ‘rüşvet' olsun. Market zincirlerinin milyon dolarlarla ölçülen yatırımları var. İnşaattan mağaza kirasına, mağaza içinin düzenlenmesine kadar müthiş bir yatırım değeri söz konusu. Biz de bunları birileriyle paylaşmak durumundayız. Marketlerimizin her köşesi, oraya giren ürünler için aynı zamanda tanıtım alanı sayılıyor. Dünyada da bu iş böyle yürüyor.’’

Peki bu işin belirlenmiş bir rayici var mı? Bu soruya genel müdürün verdiği yanıt, çarpıcı rakamları ortaya çıkardı: ‘‘Market zincirinin piyasadaki yeri, yaygınlığına göre, gelen ürünün hedefine göre değişiyor. Örneğin, son dönemlerde yine bir büyük gıda grubunun çıkardığı yeni ürün için biz 200 bin dolar aldık. Aynı ürün için daha büyük bir market grubu 1 milyon dolar ‘raf bedeli' aldı. Ama bu ürün tüm marketlere ‘göbekten', yani müşterinin en fazla göreceği yerlerden girdi. Bir anda yayıldı.’’

Genel müdür, ‘‘tanıtım projeleri’’nin bununla kalmadığını belirtip, sözlerini sürdürdü: ‘‘Örneğin, zaman zaman fiyatları da içeren ürün tanıtım broşürleri yayınlarız. Bunlara bedelini ödeyen üreticilerin ürünleri girer. Ayrıca marketlerimizde yapılan ürün tanıtımları için de bedel ödenir.’’

Konu geçen akşam Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD) Başkanı Demir Sabancı ve Yardımcısı Servet Topaloğlu'yla sohbette de gündeme geldi. 57'inci Hükümet'in hazırladığı 7 kez değişen, AKP Hükümeti'nin de gündeminde olan, ‘‘Tüketim Maddeleri ve İhtiyaç Malzemelerinin Satışıyla İştigal Eden Büyük Mağazalar Hakkında Kanun Tasarısı’’, dev marketlerin bu tür promosyonlarına da sınırlama getiriyor.

Tasarı ayrıca, büyüklüğü 400 metrekareyi aşan marketlerdeki indirimleri de frenlemeyi öngörüyor. Yani, ‘‘İstediğiniz anda ucuz mal satamazsınız’’ gibi bir yasak da geliyor.

Bakkallar, pazarcılar, büyük marketlerden yakınan bazı üreticiler sesini Ankara'ya duyurup, tasarının maddelerini kendi lehlerine değiştiriyor.

Sabancı ve Topaloğlu'nun temsil etiği dev market zincirleri bunu önlemeye çalışıyor. Onlar, ‘‘Herşey serbest piyasada çözülsün’’ istiyor.

Sonuçta vatandaş en kaliteliyi en ucuza tüketecekse, büyüğün, küçüğün, üreticinin ve satıcının ‘‘birbirini yemesi’’nde ne sakınca var?

Banda mıknatıs koyduk uncu dünyaya açıldı

ALIŞVERİŞ Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD) Başkanı Demir Sabancı, yeni yasa tasarısında KOBİ'lere darbe vurduğu düşüncesiyle market markalı ürünlerin ‘‘cironun yüzde 20'si’’yle sınırlanmasına karşı çıkıyor.

Sabancı, bunu şu örnekle anlatıyor: ‘‘Biz DiaSA markalı un için bir un üreticisiyle görüşmeler yaptık, anlaştık. Ardından bizim ekiplerimiz o fabrikanın ıslahı üzerinde çalıştı. Unun içine yabancı madde karışıyor mu, metal olabilir mi diye bantlara mıknatıs bile koydurduk. Sonuçta o fabrikanın unu, bizim DiaSA markasıyla satışa sunuldu. Bir süre sonra İspanya'daki ana tedarikçi, bizim uncuyu inceledi, oradan alıma geçti. Darbe vurduğumuz iddia edilen bir KOBİ, bizim sayemizde dünya pazarına açılmış oldu. Bunda bir kötülük var mı?’’

Böyle açılımlar yaşandıktan sonra ne kötülük olabilir ki?
Yazarın Tüm Yazıları