Paylaş
Bir konuda işler istendiği gibi gitmediği takdirde, ya da umulmadık bir sille yendiğinde hemen bu yönteme başvurulur. Bir komplo teorisi üretilir, suç ona yüklenir. Böylece yönetilemeyen bir durum sonucu başa gelen istenmeyen gelişmenin, kötülüğün ya da beceriksizliğin faturasını ödemekten kurtulmak kolaylaşır.
Türkiye insanı bu tür algı operasyonlarına inanmaya çok yatkın temiz bir kalbe sahiptir. Bunu bilen yöneticiler de Türkiye insanının bu temiz kalpliliğini istismar etmek için adeta birbirleriyle yarışırlar.
Türkiye insanını gerçeklerden koparan, olayların neden ve nasıl sorularına bağlı olarak sonuçlarını irdelemeye yönelik bilimsel düşünceden uzaklaştıran bu yöntem zaman içinde artık olayları açıklamada kullanılan genel bir uygulamaya dönüştü. Ne zaman Türkiye'yi üzen bir gelişme olsa komplo teorileri hemen devreye sokuluyor.
Türkiye'de komplo teorilerinin malum şüphelileri vardır. Başta yabancı istihbarat örgütleri gelir. CIA ve Mossad bu bakımdan en revaçta olanlardır. Rusya, İran, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkelerin istihbarat örgütleri de tarih içinde nasiplerini almışlardır.
Son zamanlarda malum şüpheliler kategorisi dönüşüm geçirdi ve zenginleşti. Eskiden ulus-örgütler üzerinden komplo teorileri üretilirken, şimdi uluslararası ya da uluslar üstü güçlerin yer aldığı daha kapsamlı ve geniş bir komplo aktörleri listesi oluştu. Daha da önemlisi, aktörler sektörel özelliklere büründü. Bu da küreselliğin bir cilvesi olsa gerek.
Bir bakıyorsunuz, İsrail, Mossad, yahudi lobisi kendini yeniliyor, finans lobisine, faiz lobisine dönüşüyor. Yeni kavramsallaştırmalarla aktörler anlaşılması muğlak hale getiriliyor, böylece kafa karışıklığına yol açılarak temiz kalpli sokaktaki adamın "bak gördün mü, şimdi de bunu yapıyorlar" diye düz mantıkla suçluyu kolayca bulmasına yardımcı olunuyor.
Son birkaç yıldır bu konuda önemli bir ilerleme kaydedildi. Artık etnik, ulusal, istihbaratçı örgütsel, sektörel komplocular iyice küreselleşti ve bunların tümünü birden aynı anda kapsamak amacıyla yeni bir tanımlama ortaya çıktı: Üst Akıl.
Üst Akıl herşeyi yönetiyor. Türkiye'nin yanıbaşındaki Suriye sorununu çıkarabiliyor, IŞİD denen belayı üretebiliyor, geleneksel düşmanlıkları Türkiye'ye karşı yeniden hortlatabiliyor, bunları istediği gibi kullanıyor. Sonuç ve hedef tek: Türkiye'yi üzmek!
Üst Akıl'a neden teslim olunduğunu sorgulamak mümkün değil. Bu ülkenin kendi kurumları, istihbarat örgütü, siyasi yapısı, sivil toplumu ve köklü devlet geleneği nasıl oluyor da bu nereden türediği belirsiz Üst Akıl karşısında aciz kalıyor, o bir türlü anlaşılamıyor. Çok sıkışılırsa, Üst Akıl'ın bunları da kıskacına aldığı, yönettiği ya da yönlendirdiği görüşü ortaya atılarak bu tür sorgulamalardan da sıyrılınabilir.
Üst Akıl'ın değişik ekoller tarafından kullanıldığı tezi de son günlerde yeni bir açıklama yöntemi haline geldi. Bir bakıyorsunuz, Üst Akıl Türkiye'de "Atlantikçiler" denen bir grubu yönetmiş, sonra hiper akıl bunu tespit ederek hemen onları tasfiye etmiş.
Üst Akıl şimdi de ulusal ekolleri kullanmaya başlamış. Alman ekolü Üst Akıl'ın talimatıyla 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etmeye zorlanmış.
Bu Üst Akıl'ın joker gibi kullanılabileceği anlaşılıyor. Türkiye'nin dış politikasının önündeki tıkanıklıkları aşmak için oldukça yararlı bir araç olacağa benziyor. Öyle ya, Suriye konusunda Türkiye'nin izlediği politikaların yanlışlığından söz edecek olunursa, Üst Akıl'ın Şam'da namaz kılmaya can atan bir anti-Esad kumpanyası yaratarak Türkiye'yi sıkıntıya soktuğu ileri sürülebilir.
İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi Üst Akıl'ın hiç hoşuna gitmeyecektir. Zira biz bu tanımın içine başta İsrail, Mossad ve Yahudi lobisini sokarken, birden bire onlarla ilişkileri normalleştirmek istememiz oyunu bozmak anlamına gelir. Bu durumda Üst Akıl bir şekilde bizden hıncını alacaktır, aman dikkatli olalım.
Türkiye'nin Avrupa Birliği ile olan ilişkileri köşeye sıkıştı. Uzun zamandan beri kendi başına bir dosya olarak kalması ve öyle ele alınması gereken Türkiye-AB ilişkileri konusu Suriye'li mülteciler krizinin bir koz olarak kullanılabileceği düşüncesiyle yeni bir sınamayla karşı karşıya bırakıldı. Bu da yürümedi.
Geri Kabul Anlaşması, Suriye krizi ve mülteciler sorunu ile ilgili bir konu değildi. Bu konu Türkiye'den AB'ye illegal yollardan giden ve oraya gidince de mülteci statüsü isteyen tüm insani trafiği ele alan bir meseleydi. Yani Suriye krizi hiç olmasaydı dahi Türkiye'nin zaten imzalaması gereken bir anlaşma ve yürürlüğe koyması gereken bir yükümlülüktü. Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin de bir unsuruydu.
Türkiye bu anlaşmanın yürürlüğe konmasıyla aslında hakkı olan Vize serbestisi uygulamasını eş zamanlı başlatmak istiyordu. AB de önce Geri Kabul Anlaşması'nın yürürlüğe konmasını dayatıyordu. 2013 yılında varılan mutabakat birbirine karşılıklı bir bağımlılık içinde süreci başlatmıştı. Türkiye Geri Kabul Anlaşması'nı uygulamaya soktuktan üç yıl sonra üçüncü ülke vatandaşlarının da geri kabûlüne başlayacaktı.
Suriye'li mültecilerin AB üzerinde yarattığı baskı ve bunun Türkiye'ye yeni bir fırsat sunduğu anlayışı bu sürecin hızlandırılmasıyla ve belli tarihlerin öne çekilmesiyle sonuçlandı. İşin içine Suriye'li mülteciler konusu da sokuldu. Buna göre, Türkiye 1 Haziran 2016'da Geri Kabul'ü uygulamaya başlayacak, AB de 30 Haziran'da vize serbestisine geçecekti.
Elmalarla armutlar birbirine karışınca işler de karıştı. AB genel olarak 72 kriter arasında yer alan Terörle Mücadele Yasası'ndaki değişiklikler yapılmadıkça mutabakatın tüm koşullarının yerine gelmiş olmayacağını söyledi, bizde sigortalar attı. Şimdi süreci koparmadan nasıl yeniden rayına oturtabileceğimiz araştırılıyor.
Şu sırada dikkat edilmesi gereken, Türkiye'nin başının ağrımasına yol açan bazı gelişmeler karşısında Suriye'li mülteciler konusunu yeniden bir koz olarak kullanmaktan kaçınmak olmalı. "Tamamen insani mülahazalar" gözetilerek başlatılan Suriye'li mültecilerin Türkiye'ye kabulü şimdi Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerinde karşılaşılan tıkanıklıkları açmak için yeniden bir tehdit olarak kullanılmaya kalkılırsa AB de "al diyetini" diyerek kendi göbeğini kendi kesmeye karar verebilir.
Avrupa'da Türkiye ile varılan mutabakattan memnuniyet duymayan, sayıları ve etkileri de giderek artan aşırıcı ve yabancı karşıtı çevreler zaten hazır bekliyorlar. Onların eline koz verip de Üst Akıl'ın ekmeğine yağ sürmeyelim.
Paylaş